27 Nisan 2010 Salı

Aya Yorgi ve Atatürk ikonası…

Yaratıcı Tanrı yerine ölü ya da hayali yaratıkları mitolojileştirerek tanrısallaştıran insan, farkında olmadan kaçındığı şeytanın adımlarını izleyerek nasıl muhakemesiz bir sefil olduğunu gerek dini, gerek bilimsel, gerek kültürel, gerekse siyasi fenomenlerince ortaya koymaktadır.
Her ne kadar akli bir yüceliği, özgür bir iradeyi ve pozitivist bilimi düstur edinse de, akıl dışı yalanlara ve mitsel kahramanlarına bağnazca inanarak kurtarıcı yahut rızık verici benimsemesi, akılsızlığının ve iradesizliğinin açık bir kanıtıdır.

23 Nisan Cuma gününü kutsal bir bayram ve kurtuluş kabul edenlerin anıtkabir, kilise ve camiye koşturarak, tanrılarından yardım ve destek umdukları ve bağlılıklarını arz ettikleri bir günü yaşadık. Özellikle Tanrı Allah’a iman ettiklerini iddia eden Müslümanların absürt gerekçelerle hem anıtkabir hem de kilise ziyaretlerini sindirebilmeleri, inandıkları halde iman edemediklerinin bir göstergesiydi.

Türkiye’nin monarşiyle değil de cumhuriyetle yönetilmesi, diğer bir anlamla egemenliğin padişahtan alınıp sözde halka verilmesi veya saltanatlığın kaldırılmasının kutlandığı ve masum çocuklarımızın manipüle edildiği 23 Nisan’ın mimarı Atatürk, hakkında uydurulan efsanevi yüceliğine karşın somut bir varlık olduğu halde; Aya Yorgi (kutsal Yorgi)’yi temsilen Hıristiyanlığın efsanevi kahramanı Saint George, Yunan mitolojisindeki tanrısal kahramanlar gibi tamamen bir hayal ürünüdür
.
Hıristiyanlığın ikinci hac noktası kabul edilen Aya Yorgi’ye Müslüman kimliklilerin rahmet, bereket ve dileklerinin karşılanması maksadıyla akın etmeleri; inancı, imanı, aklı, duyguları ve muhakemeyi doğrayan korkunç çelişkilerdir.

Yunan mitolojisine dini hüviyet kazandıran Hıristiyanlık, bütünüyle efsanelerle özdeşleşmiş, akıl ve gerçek dışı masallarla donatılmış bir ritüelliktir. Aya Yorgi efsanesi de bu ayinlerden biri olup, güya denizde yaşayan ve hiçbir krallığın yok edemediği canavarı mızrağı ile öldürerek insanoğlunu kurtaran Saint George adlı bir ikonadır. İkona, Hıristiyanlıkta ayin düzeninin bir parçası olarak kabul edilmekte, kilisenin görüşünü dile getiren tartışılması dahi mevzubahis olmayan imani bir araçtır. Hıristiyanlar, İsa’yı da aynı görüşle Tanrı’nın bir görüntüsü olarak kabul eder, dolayısıyla İsa ikonası görüntüsünü de insan eli değmeden cisimleşmiş biçimi olarak onarlar.

Aya Yorgi miti, Yunan mitolojisindeki Perseus ve Andromeda efsanesinin Hıristiyanlığa uyarlaması olup, Orta Çağ Avrupa’sında son derece popüler ve tapınışı "Christmas" kadar önemli bir yortu haline getirilmiş, aynı heyecan ve inanç, bugünde Müslümanların katkılarıyla devam edebilmektedir. Halbuki söz konusu ejderhanın mecazi sembolü, Hıristiyanlıkta kötü güç olan Müslümanları temsil etmektedir.

Laik devlet ve ataistler (Kemalistler) de Atatürk’ü bir ikona olarak kabul etmekte, tıpkı Hıristiyanlarda olduğu gibi resim ve heykellerini mecburi bir ritüel sayarak, saygı gösterilmesini devlette ve kamu alanında var olabilmenin olmazsa olmaz şartı koşarlar. Oysa Hıristiyanlık; Hindular, Budistler ve Kemalistler gibi putperest mitli bir din olmayıp semavi bir din şöhreti bulunmakta, böylece Yaratıcı Tanrı’ya inanıp iman eden tüm ilahi dinlerde resim ve heykellere ibadetsel saygı ve tazim kayıtsız yasak ve şirke neden olduğu hükme bağlanmıştır. Ancak Hıristiyanlığın bozularak putperestliğe ve dolaylı yollardan sekülerizme kayması, ilahi kutsallığını yitmesine neden olmuştur.

Vahiy, her türlü ikonu, resim, put ve heykeli kesinlikle şirk addetmiş, peygamberler dâhil tüm yaratıklara karşı tanrısal bir aşk, övgü, tazim ve saygıyı yasaklamıştır. Fakat Hıristiyanlıktan etkilenen ve kabaran benliklerini tatmin gayesiyle kendilerini varis sanan bazı din adamları ve mezhepler, uydurdukları efsanelerle yaratıkları yücelterek İslam’ı mitolojileştirmiş, geçmiş ve gelecekteki mehdi benzeri ikonları kurtarıcı belleyebilmişlerdir. Hıristiyanlar misali haddi o kadar aşmışlar ki, imanın bedeni ve ruhu ele geçirmek çabasındaki kötü güçlerden arınabilmek için neredeyse kendilerini aracı tek kudret olduklarını alttan alta vaazlarında dile getirebilmiş ve sürdürmede de hiçbir sakınca görmemektedirler.

“De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilahınızın bir tek ilah olduğu vahiy olunur. Artık O’na yönelin. O’ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!” Fussilet. 6

“Şüphesiz ben ancak bir uyarıcıyım. Dilediğini dosdoğru yola ileten yegâne Allah’tır.” Hz. Muhammed (SAV)

Türkiye’de devlet gücü ve baskısıyla dayatılan Atatürk ikonası, her ne kadar bir din olmadığı iddiasıyla Müslüman halk ikna edilse de, resmi veya gayri resmi törenlerin apaçık bir ritüel olduğu, anıtkabir veya heykelleri önündeki saygı ve tazimden, Atatürksüz bir devlet ve millet olamayacağı vurgusundan anlaşılmaktadır.

Dini bayramlar nasıl Allah adına ise, resmi bayramlar da Atatürk adına yapılmaktadır…

Dini ve toplumu yöneten iki ilah…


İslam’ın doğuşuyla Hz. Muhammed (SAV) nasıl putları yıkmış ve insanlığı adileştiren ikonlara son vermiş ise, Bizans İmparatoru III. Leon’da putperest Hıristiyanların sapkınlıklarını ortadan kaldırabilmek için 17 Ocak 730’da ikona kırıcılığı ve ikonaları ortadan kaldırmayı emretti ve bunlara tapınmayı yasakladı. O devrin bilinçli kilisesi ve halkı, ikona taraftarlarının cezalandırılmalarını istemişlerdi. Ne zaman halkımız bilinçlenir ve nasıl bir şirkin esaretinde dinlerini ve insanlıklarını kaybettiklerini fark ederlerse, Türkiye’deki ikonalar da kırılacaktır.

Günümüzün çağdaş dünyasında ise ikonasız bir inanç rağbet görmemekte, gerek dini gerekse siyasi ikonalar, insanları sömürüp yoldan çıkarmakta ve gerçeklerden uzaklaştırmaktadırlar.

Aya Yorgi kilisesinden umut bekleyenlerle anıtkabir tanrısından medet umanların hiçbir ayrıcalığı bulunmamakta, hangi gerekçeyle olursa olsun Müslüman bir kimsenin anıtkabir veya kilise tercihi apaçık bir küfürdür.

Türkiye gibi reddi mirasta bulunup geçmişinden ve dininden utanan devletlerin öyle kirli çamaşırları vardır ki, ortaya çıkmaması, halk tarafından bilinmemesi için her türlü insanlık dışı manipülasyonlara başvurarak baskın gücü ve caydırıcı enerjisiyle ahkâm kesebilmektedirler.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı; geçmişe ihanetin ve Atatürk diktatoryasının bir sembolüdür. 23 Nisan, sözde saltanatın kaldırılışı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu gerçekleştiren TBMM'nin açılışının egemenlik söylemi diye takdim edilse de, tartışmasız bir Atatürk Diktatörlüğünün temeli atıldığı bir tarihtir. Yabancıların da yakinen bildiği bu gerçek hileyle yönlendirilip, yetim ve öksüz kalan yoksul çocuklara atfedilme aldatmacısıyla çocuk bayramına dönüştürülmesinin hiçbir samimiyeti ve inandırıcılığı bulunmamaktadır. İşte bu sebepten dolayı sadece Türkiye’de kutlanmakta; kadınlar, anneler, babalar, işçiler günü gibi uluslar arası bir ciddiyet kazanmamıştır.


Amaç ihaneti saklamak, hiçbir zaman iktidara gelmeyen halkı avutmak, her şey tanrısallaştırılmış ya da sultalaştırılmış Atatürk adına yapılarak, yetişmekte olan neslimize Atatürk aşkı ve bağlılığını kılcal damarlarına kadar zerk ederek, kullaştırmalarına zemin hazırlamaktır. Laiklik ilkesi gereğince Atatürk adına çocuklarımızın eğitim yaşı mazeret gösterilerek Yaratıcı Allah’larını ve dinlerini öğrenmesi yasaklanmış ama Atatürk’ün varlığı doğuşlarından ölümlerine kadar dayatılarak, putperest bir köle olmalarına zorlanmışlardır.
Hanedanlıklarda, krallıklarda ve padişahlık gibi monarşilerde hüküm sahibi ölünce tahta geçenin adı, şanı, emirleri ve kanunları yürürlüğe girer ama hiçbir devir ve günümüz dünyasında örneği olmayan Türkiye’de ise ölen lider, sanki tanrıymışçasına ölümsüzleştirilir ve ilkelerinden zerre kadar taviz verilmez. Onlara göre halk, seçtiği vekiller ve hükümetler Atatürk’ün kullarıdırlar. Böylesi yobaz, ilkel ve gerici bir düşünce başka bir âlemde var mı? Yoksa Atatürk, İslam’a karşı bir kalkan olarak mı kullanılıyor?

Atatürk totalitarizmiyle yönetilen Türkiye’de aptal ve yobaz olmakla aşağılanan millet, ulusal egemenliğin ne anlam ifade ettiğini ve yaptırımının ne olduğunu anlayamamanın belirsizliğiyle hep oyalanmış, sözler, nutuklar ve gösterilerle uyutulmuşlardır.

Sözde 23 Nisan, ulusal egemenlik adına halk iradesinin temsil yeri olan TBMM için hayati bir önem taşırken; halk cellâdı ve irade düşmanı Anıtkabir Tapınak Şövalyelerince muhatap alınmamış, sözde 23 Nisan ulusal egemenlik kutlamalarının yapıldığı TBMM’nin resepsiyonuna ne CHP ne Genelkurmay ne de yüksek yargı katılmış, dolayısıyla hasımsı bir tavır sergilemişlerdir. Oysa CHP, hem halkın oylarıyla seçilmekte hem de meclisin ana muhalefet görevini yürütmektedir. Ancak halk hâkimiyetine karşı sürdürdüğü ihanetsel misyonundan ötürü ne TBMM’ne ne de halka saygıya tenezzül etmemekte, politikalarından da anlaşılacağı üzere statükonun bayraktarlığını yapmaktadır. Genelkurmay’ın BDP’yi gerekçe göstererek kutlamalara katılmaması, neden Barack Obama’nın meclisteki konuşmasına katıldıkları sorusunu doğurmaktadır. O zaman da BDP, DTP olarak mecliste değil miydi? Acaba ABD Başkanı Baracak Obama’yı, Türk milletinden daha mı üstün tutuyorlar?

İşte Anayasa Değişikliğine şiddetle direnen, hukuku ve adaleti paçavraya çeviren mihrakların gerçek yüzleri…

Ne yaparlarsa yapsınlar, hiçbir gücün zincir vuramadığı bu milleti özlerinden döndüremeyeceklerdir.

“Köpeklerin dudakları değdi diye deniz kirlenmez...” Mevlana

“Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, muhakkak ki o, edepsizliği ve kötülüğü emreder. Eğer üstünüze Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse asla temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini arındırır. Allah işitir ve bilir.” Nur. 21

1 yorum:

Elif Zeynep dedi ki...

İçinde bulunduğumuz toplum şirkin baş gösterdiği,zalimlerin güçlü olduğu ve güçlülerin güçlü oldukları için haklı oldukları ve asrı saadet öncesi Mekke'de bulunan putlardan daha çok sayıda putların daha doğrusu tek bir putun birçok heykelinin bulunduğu korkunç bir toplum,dönem kısacası ahir zaman...

Şuan müslüman toplum(!) olarak derin bir gaflet ve zillet içerisindeyiz,paramparça edilmiş,nefsimize ve tağuta kul olmuş ve korkunç bir bataklığa saplanmış durumdayız.Ve şuan bunun farkına varabilen müslümanların sayısının çok az oluşu insanı derin bir hüzne gömüyor.

Tağutu red,tek ve eşi benzeri olmayan yüce Allah'a davet yolundaki ve hakkı batıl,batılı hak gösterenlere karşı Allah yolunda açmış olduğunuz bu büyük cihadda Allah yar ve yardımcınız olsun.Bizleri birçok konuda aydınlattığınız için Allah razı olsun ve bu yolda Allah muvaffak eylesin.

Gerçekten çok büyük bir mücadeleye girişmiş durumdasınız bilemiyorum gaflet düşmüş yüreklere,yalanlarla avutulmuş beyinlere ne kadar etki eder bu gerçekler.Ama bu yolda zaten zafere değil sadece Allah rızasına endekslenmek gerekiyor.Ama inşallah üstü örtülen gerçekler bir bir ortaya çıkıp insanlarda neyin ne olduğunu anlar.Ve zaten Allah kuranı kerimde bildirdiği gibi 'Kafirler istmesede Allah nurunu tamamlıyacaktır.'


Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun...