11 Nisan 2010 Pazar

Apo insafa gelebilir ama Baykal asla…

Aslında yaratıkların büyük gölgeleri güneşin battığına her ne kadar açık bir delil ise de insanların bu gerçeği kavrayamamaları ancak lanetlenmişliklerinin bir sonucudur.

İdol belledikleri ölü ya da diri kurtarıcılarının ardına takılarak sözde aydınlığa, hidayete, refaha veya özgürlüğe kavuşacaklarını sananların gerçeği görebilmeleri, işitebilmeleri ve algılayabilmelerinin söz konusu olamaması akli değil kaderseldir. Yoksa akılları oldukları halde muhakeme edemeyip yanlışlıkta ısrar edebilmeleri ve tartışılmaz kanıtları umursamamalarının başka türlü izahı mümkün değildir. Zaten Yaratıcı Allah da kadersel mührü özellikle vurgulayarak, onlar mucizeler de görseler yine söz dinlemez, kulluğu ve doğruyu yol edinmezler buyurmuyor mu?

Bu sapıklık gerçeğini bizzat derinden yaşadığımız Türkiye; zorba, gaddar, riyakâr ve yalancı önder gölgelerin ahkâm kestiği, coşturdukları toplumların düşünen insanlar değil de sanki ne düğü belirsiz tutsak yaratıklar olduğunu gözler önüne seren bir ülke olarak; kaçınılmaz insani haklardan dahi vazgeçilebildiği, kendileri yerine başkalarının yargılarıyla güdülen milletsi bir yığın oldukları aşikârdır.

Geçen akşam habertürk adlı bir televizyon kanalında cübbeli, sakallı ve aynı zamanda CHP ile çıkar işbirliğine girişmiş hoca’nın ”Batı’daki gibi bir laiklik istiyorum” açıklaması üzerine, sunucunun “laikliğin ne olduğunu biliyor musunuz” şaşkın sorusu üzerine, “özgürlüktür” cevabı; sözde şeriatı, Allah’ın hükümlerini savunduğu sanılan bir hocanın ya cehaletini ya da münafıklığını ortaya koymuştur. Yoksa İslam, o özgürlüğü, barışı, hak ve adaleti tesis etmiyor mu ki laikliği bir yaşam felsefesi olarak kabullenebilmektedir? Acaba laikliğin; Allah’a olan iman ve inancı reddedip aklın üstünlüğünü kabul eden seküler, yani din-dışı bir düşünce olduğunu bilmiyor mu? Onu izleyen ve her söylediği söze kayıtsız itaat eden yığınlarda mı bilmiyorlar?

Sadece din adamları mı? 1980 ihtilalına karşı çıkan ve 1982 anayasasını darbecilerin yaptığı totaliter bir dayatma olduğunu savunanların adaleti yağmalamak, yargı üyelerini ideolojileri lehine caydırabilmek ve hukuk karşısında hesap vermemek adına Politbüro mantığıyla kurdukları HSYK’yı laik ve Atatürkçü rejimin bir teminatı olarak himaye etmeye kalkışan oportünist riyakârlara ne demeli?

Sırf vahyi ve Mutlak İrade’yi dışlayabilmek gerekçesiyle özgürlük ve demokrasi aldatmacalarıyla mıhlanan laik düşünce ve putperest devlet; Türkiye’de yaşanan bölünmelerin, düşmanlığın, terörün, kayırmacılığın, yoksulluğun, isyanın, vicdansızlığın, haksızlık ve adaletsizliklerin yegâne sebebidir.

İşte bu laik ideoloji gereği benliğinin esiri olup Kürtçülük adına binlerce vatandaşını katlederek halkını gözyaşına ve acılara boğmak suretiyle perişan eden Abdullah Öcalan, aslında rejimin kışkırttığı ve laik düşüncenin doktrinleriyle hareket eden bir suçludur. Ancak düşünce ve eylemlerini Atatürk ulusçuluğu lehine değil de Kürt milliyetçiliği hesabına amaçlamasından kendisi teröristlikle yaftalanmıştır. CHP’li Nazi Onur Öymen’in Atatürk’ü referans göstererek Kürt ve Alevileri topyekûn katletmek fikri, Apo’nunkinden çok daha korkunç olmasına rağmen; rejim bayraktarları kendisini suçlama bir yana, Deniz Baykal başta olmak üzere tamamı sahiplenmiştir.

Yıllardır laiklik ve Atatürk milliyetçiliği hedefine akıtılan kanlar, zorbalıklar, zulümler, yasaklar, darbeler ve katliamlar devletin oligarşik Anıtkabir Tapınak Şövalyelerince yapıldığından meşru sayılmış, asıl terörist ve katillikle suçlanması gereken idamsı failler, vatan-cumhuriyet edebiyatıyla aklanmışlardır.

Onca dehşetsi darbe planları, millete ihanet belgeleri ve özellikle vahye iman etmiş Müslümanları katletme, hapsetme ve işkencelerle yıldırma düşünceleri sözlü ve yazılı kanıtlarla deşifre olmuşken, üniformalı ve üniformasız mücrimlerin tahliyeleri ve korunup kollanmaları, Türkiye’nin bir hukuk devleti değil ataist (Kemalist) diktatörlüğüyle idare edilen totaliter bir derebeylik olduğunu ortaya koymuştur.

Apo ve bir avuç çetesiyle, meclisi ve hükümetleri dize getiren CHP ve Anıtkabir Tapınak Şövalyeleri kıyaslandığında; kimin daha cani ve tehlikeli olduğu son derece alenidir.

Onlar için bu ülkede vahye iman etmiş bir Müslüman özgürce yaşayamaz, eşit haklara sahip olamaz, iktidara gelemez, kendilerini yönetecek ve diktatörlüklerinin aleyhine millet lehine yasa çıkartabilecek bir çoğunlukta ve makamda bulunamazlar. Anti laik ve Atatürkçüler köledir, laik ve Atatürkçü cumhuriyet var oldukça köle kalmaya mahkûmdur despot anlayışları; bitmez tükenmez çatışmaları, ayrılıkları, kutuplaşmaları, nefretleri, ihanetleri ve acımasız planları doğurmaktadır.

Bu sebeple gerek Genelkurmay’ın deşifre olan darbe planları, gerek yüksek yargının rejim lehtarı suçlu aklama ve gözetleme operasyonları, gerekse CHP’nin cumhuriyet ve demokrasi adına avukatlığı, işbirliği ve destekçiliği, aslında anormal sayılmamalıdır. Her ne kadar gizlenmek istense de soğuk bir savaşın sürdüğü, her geçen gün ısınarak, kaderce belirli o günde patlak vereceğine hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Hiçbir halkın haykırışını ve dirilişini silahlar susturamaz. Ancak para, marka, sanatçı, futbolcu ve uçkuru peşinde koşan yığınların susmalarına “HÖD” bile kâfidir.

Devletin temelini bombalayan öyle ideolojik bir yargı duvarıyla çerçevelenmişiz ki, meclisten çıkan kararları iptal edebilme müstebit yetkilerinin yanı sıra referandum dahi onların iznine bağlıdır. Açıkça da anlaşılacağı üzere anayasa da yazılı olan millet egemenliği, meclis iktidarı veya millet adına alınan yargı kararları pratikte hiçbir anlam ifade etmemekte, halkın, ideolojik askeri ve cübbeli despotizmin kuşatması altında süründüğü her alanda görebilmektedir. “Adaletsizliği işleyen, çekenden daha sefildir.” Platon

Halkın seçtiği meclisin özgürlük, bağımsızlık ve egemenlik adına yekvücut karar alamayıp statükoyu devam ettirici bir bölünmüşlüğü sergilemesi diktatörlüğü indirememekte, dolayısıyla millet aleyhine düşünülen ve yapılan tertip ve eylemler demokrasi gerekçesiyle hukuklaşabilmektedir.

Tamamen milletin egemenliği, eşitliği ve hukuku adına yapılmak istenen Anayasa değişikliğine kıyametsi bir tepkiyle feryat eden jakobenler, anayasanın toplumsal bir uzlaşı olduğunu ve uzlaşmayla çıkabileceğini ifade etmeleri; halkımızı aptal sanmalarından alçaltıcı bir hakarettir. Bu millet zannettikleri gibi gerçekten o kadar salak mı ki, seçtikleri hükümete bile tahammül edemeyen, inançlarına hakaret eden, varlıklarına katlanamayan, gördükleri yerde aşağılayarak dışlayan, iktidarda oldukları halde darbe ve provokasyonlarla kıyım planlayan azgın ve acımasızların uzlaşma manipülasyonlarına kansın? Acaba ünlü Müslüman Türk düşmanı şeytan Vlad Tepeş’ten ne farkları var?

CHP ve Genel Başkanı Deniz Baykal’ın darbe planlarına, teröristlere, suçlulara, tanıklara müdahaleye, millet aleyhine düzenlenen komplolara sahip çıkarak failleri açıktan müdafaa etmesi, hatta avukatlığını ilan edebilecek kadar fütursuzca doğrudan desteklemesi, aslında ideolojik fanatizmden bakıldığında pek yadırganmamalıdır.

Demokrasi öyle sihirli ve tutsaklığı meşrulaştırıcı bir parola ki darbecisi de, katliamcısı da, mevcut durumu savunanı da bir can simidi misali sarılabilmekte, böylece demokrasinin boyundurukçu, jenositçi ve despotçu düşüncelere de deva gizemi sürebilmektedir. Oysa demokrasi, kavramsal amacının aksine Mutlak İrade’ye karşı insanı etkin ve üstün kılan sinsi bir terminoloji olup, Allah’a inanıp iman edenlerin demokrasi talepleri inandırıcı bulunmamakta ve hedef için bir araç olarak kullanıldığı varsayılmaktadır. Demokrat olabilmen için mutlaka özde laik veya sekülerist bir düşünceye sahip olma zorunluluğu vardır.

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Anıtkabir Tapınak Şövalyelerini arkasına alarak dilediği gibi meydan okuyup, halkın iktidara gelmemesi adına çevirdiği entrika ve komplolar, Abdullah Öcalan’ı kuzu masumluğuna dönüştürmüştür. Deniz Baykal’ın halkına karşı böylesi acımasızlığı ve fırsatını yakaladığı an en zalim diktatörlere bile rahmet okutturacak kin ve nefreti, üslup ve lafebeliğindeki üstün yeteneğiyle dikkatlerden kaçsa da, acıtıldığı anda saklamayı başaramadığı refleksleriyle de açığa çıkmaktadır.

Bu sebeple ideolojisine bağlı silahlı güçlerin yanı sıra yargıdaki hâkimiyeti, ne kadar güçlü olduğuna açık bir delil olup, bundan ötürü milletin peygamberine küfredebilen, halkının bir bölümünün katlini savunan, Müslüman halkının kılık ve kıyafetlerine savaş açabilen, terör örgütlerine arka çıkabilen, tehdit ve şantajlarla hükümete, meclise ve Müslüman halka korku salan nasıl organizeli bir çete oldukları ortadadır.

Apo’dan çok daha insafsız ve insaniyetsiz Deniz Baykal’ın, tıpkı Apo’nun peşine düşenlerin mahvı misali çok daha şiddetli bir acıya ve hüsrana uğrayacakları kesindir.

Herkes şunu çok iyi bilmelidir ki ülkenin bağımsızlığı, bütünlüğü, refahı ve güvenliği için Deniz Baykal’ın da İmralı’ya gönderilip ömür boyu hapsedilmesi abartı sayılmamalıdır.

Anayasa değişikliğindeki totalitarizminin bel kemiği yüksek yargı ile ilgili yeterli olmasa da yapılmayı düşünülen açılım, necip milletimiz için büyük bir fırsattır. Ne Baykal ne Bahçeli ne köşe bucak dolaşan sözde hukukçu şaşkınlarına ne de medya borazancılarına itibar edilmemeli, Ak Parti ile doğrudan ilgisi olmayan referandumun Türkiye’de söz sahibinin askeri ve cübbeli darbecilerin değil millet olduğunu kanıtlamak açısından hayati bir yükümlülük taşıdığı akla ve kalplere nakşedilmelidir. Temelinde adalet olmayan bir devlet, ancak tabela devletidir.

“Adaletin hedef ve gayesi eşitliği sağlamaktır.” İhering

Hiç yorum yok: