20 Nisan 2010 Salı

İnsan değil; hayvan olamaz; öyleyse nedirler…

Vicdan, ancak erdemli insanlarda nükseden bir duygudur. Ne var ki benliksel üstünlük güden bio-mantıkçılar, insanı insan yapan duyguyu acziyet addederek acımasız bir düşünceyle özdeşleşip insafsızlığın her türlüsünü işlemekten haz duyarlar.

Ailesine, vatanına, milletine ve insanlığa faydalı bir ilim insan olabilmek maksadıyla suç çetelerinin değil de bilim saflarına katılmak isteyen Ümit Köse adlı bir vatan evladını inancından dolayı aşağılayarak, derin bir umut ve heyecanla girdiği YGS sınavından çıkartabilen Doç. Dr. Barbaros Okan’ı doğrudan sorumlu tutmak; faşist rejimi, anayasayı ve hükümeti aklamak olur.

Doç. Dr. Barbaros Okan ve Prof. Dr. Halit Çam gibi nice aydın şöhretli karalar, huzur ve güvende yaşayabilmeleri için canlarını veren şehit ana ve kardeşlerini türbanlarından dolayı zulmedebiliyor, horlayabiliyor ve eşit haklarını engelleyerek köleleştirebiliyorlarsa; hürriyet adına kurtuluş savaşı gerekmiyor mu? Geçmişte aynı tavrı gösteren Fransız askerine karşı başlatılan Maraş’taki bağımsızlık mücadelesinin amacı Müslüman kadınımızın örtüsüne bir saldırı değil miydi? Peki, bu cesareti ve teşviki nereden bulmaktadırlar?

Halkın yüzde altmıştan fazlası yargıya güvenmiyor; YARSAV’ın hükümet ve millet karşıtı gövde gösterisini protesto eden onurlu bir savcı, yüksek yargı üyelerinin teşvikleriyle polis memuru bir bayan tarafından zorla salondan çıkarılmak isteniyor; darbeleri ve darbe girişimlerini destekleyip hukuki manipülasyonlarla adaleti doğrayarak suçluları aklamaya çalışıp, yasamanın anayasa değişiklik kararına ve referanduma karşı toplu istifa tehdidinde bulunabiliyorsa; artık tuz kokmuş demektir.

Laik ve Atatürkçü putperest devletin Müslüman vatandaşlarına olan kin ve nefreti öyle doruğa tırmanmış ki, zirvedeki baskılar toplumda da ayrılıksı düşmanlığa yol açmakta, sokakta yürüyen veya alışveriş merkezlerinde dolaşan türbanlılar tacize ve hakaretlere uğramaktadırlar. Türbanlıların Atatürk Cumhuriyetinde barınamayacağı ile ilgili baskı ve saldırılar, kızgın ve yok edici lavların tüm ülkeyi saracak boyuta ulaşmasına zemin hazırlamaktadır. Müslüman milletimizin nasıl bir işgal altında esarete mahkûm olduğu tartışılmaz bir hal almıştır. İşte bu zinciri kısmi kıracak olan anayasa değişikliğine tepki gösteren lobiler, diktatörlüklerini kaybedecek olmalarının sancısını yaşamaktadırlar.

Yıllar önce türbanlı bir avukatı barodan atan Gümüşhane Baro Başkanını öldüren Osmaniyeli bir vatandaşı haklı gerekçesinden dolayı maddi ve manevi desteklemem, ne gariptir ki din ve vatan düşmanı aynı mihraklarca tepkiyle karşılanmıştı. Düşünce ve eylemlerinden de anlaşılacağı üzere; nasıl birer halk cellâdı katliamcı ve darbeci Anıtkabir Tapınak Şövalyeleri oldukları ve Atatürk adına yapılan terör faaliyetlerini meşru sayabildikleri itiraflarıyla da ortadadır. Allah ya da millet adına yapılan suç, Atatürk yahut laiklik adına yapılan ise hukukî…

“Bir toplumda suç varsa, orada adalet yoktur.” Platon

Bir yıl boyunca gece-gündüz uyumadan hazırlandığı sınava giremeyen o genç kızımızın psikolojik ve eğitim geleceği nasıl dengelenecek? Türkiye’de eşit haklardan yararlanabilmesi için laik veya putperest olmak zorunda mı? Acaba örtüsünü İslam’i amaçlı değil de hıristiyan ya da yahudi dinine bağlı bir inanışla gerçekleştirseydi, hak ihlali ve fiziki bir saldırıyla karşılaşır mıydı? Dinin hükümlerini belirleyen Allah mı, yoksa din karşıtı devlet mi?

İnsani hassasiyetler, yaşam hakkı, özgürlük, eşitlik, eğitim ve ibadet hürriyetinin Müslümanlara tanınmamak istenmemesine sessiz kalınabilinir mi?

Eğer haksızlık ve adaletsizlikleri devlet gidermiyor, suçluları ideolojik gerekçelerle ya aklıyor ya da cezalandırıyorsa; halkın müdahalesi gayrimeşru sayılabilir mi? Geçmişteki duruşumu bugünde sergilemekten imtina etmeyeceğimi, her kim haksızlığa sessiz kalmayıp hak edene gerekli karşılığı verirse; bilinmelidir ki maddi ve manevi her türlü destekte bulunacağımı beyan ediyorum… İnşallah, insanlıktan nasiplenmemiş o haçlı canavarlar, eş ve kızlarıma da aynı zorbalıkta bulunurlar!

Utanmadan İran, Afganistan, Suudi Arabistan gibi İslam ülkelerini dillerine dolaştırarak kadınlara baskı yapıldığını haykırır ama hümanist ve çağdaş maskelerinin altında sakladıkları gaddarsı ucubeliklerini sorgulamazlar. Yıllardır ülkeyi sömürüp mason felsefesini vahyi yok edebilmek maksadıyla sinsice yayan Süleyman Demirel’in “türbanlılar Suudi Arabistan’a gitsin” çağrısı, kendisini iktidarlara taşıyan Müslümanlara unutamayacakları bir ihanet olmuştu. Eğer Süleyman Demirel’in ölümü, ecelimden sonra gerçekleşirse, cenaze namazının kılınmaması ve hiçbir Müslüman’ın cenaze namazına katılmaması duyurusunda bulunacağım.

Diğer bir Anıtkabir Tapınak Şövalyesi bölücü ve terörist İlhan Selçuk ise; “türban, insan hakkı değildir” açıklamasıyla nasıl dâhili haçlılarca kuşatıldığımızı, anayasadan aldıkları bahadırlıkla ve iktidarsız hükümetin vurdumduymazlığıyla ahkâm kesebildiklerini ortaya koymaktadır.

Laik ve Atatürkçüler, Yahudi-Mason felsefesine tumturaklı bağlı bir örgüttür. Müslüman Türk düşmanı örgütün politik ve yayın sözcüleri CHP ve Cumhuriyet Gazetesinin masonik ve siyonist varlıkları, neden İslam’a ve Müslümanlara karşı acımasızlıklarına ve tahammülsüzlüklerine yeterli nedendir.

Özellikle milletimizi asimilasyona uğratan, Osmanlının parçalanmasında etkin olan, fikirleriyle terör örgütleri, amansız silahlı ve cübbeli darbecilere rehberlik eden Cumhuriyet Gazetesinin kurucusu Yunus Nadi, hem mason hem de Karaim tarikatına bağlı bir yahudiydi. Cumhuriyet Gazetesi, tartışmasız tarikatçı bir gazete ve gizliden gizliye yahudi çıkarlarını gözeten anlayışıyla İsmet İnönü döneminde palazlanmış ve Yahudi şirketlerine tüyü bitmemiş yetim haklarının peşkeş çekilmesinde o dönemin iktidarı CHP ile işbirliği yapmıştır. O gün nasıl demokrasi ve çağdaşlık propagandasıyla ülkeyi talan ettirmiş ise, bugünde aynı argümanlarla Müslümanları yönetimden uzaklaştırıp, Türkiye’yi İsrail’in hegemonyalığı altına sokabilme misyonuna devam etmektedir.

Şeytan gibi onlarda laneti temsil ettiklerinden insanlık aleyhine ne varsa bayraktarlığını yapmakla mükelleftirler. Asıl sorun ve hesap vermesi gerekenler şeytana karşı direnmeyen, hakkı ve adaleti müdafaa etmeyenlerdir.

Ümit Köse gibi nice vatan evladı kızımızın çığlıklarını umursamayanlar, bir çığlığın bir çığ meydana getirebileceğini bilselerdi, devekuşu misali o akılsız başlarını gömdükleri topraktan çıkarırlardı. Zaten geleceği fark edememelerinden günü kurtarma telaşına kapılmıyorlar mı?

“Bir tek kişiye yapılan bir haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir.” Montesquieu

Hiç yorum yok: