7 Nisan 2010 Çarşamba

Diplomat mı, harem oğlanları mı?

Devletin laik, halkın Müslüman oluşu öyle korkunç bir ikilem doğurmuş ki, içeride ve dışarıda yaşanılan kimlik kargaşası hem devleti hem de milleti derinden deşip hasımsı bir ayrılığa sebep olmuştur. Türkiye, her ne kadar Müslüman bir şöhrete sahip olsa da diplomatların laik oluşu İslam karşıtı düşünce ve tavırları muhkem kılmakta, böylece Müslüman kimliğinden utanır hale gelmelerinden İslami tüm organizeler aleyhine bir duruş sergilemekte; hak, adalet veya çıkar adına olsa dahi bir birlikteliğe ve ortak değerlere sıcak bakmamaktadırlar. Şüphesiz laik devletin ve batılıların yüz akı olabilirler ama Müslüman milletimizin ve İslam âleminin yüzkarasıdırlar.

Dünya kamuoyunda kimliği ve inancı tartışılmaz olan halkımızı batı beğenili çağdaşlık kompleksleriyle devşirebileceklerini ya da öyle sanılmalarına çalışan diplomat bozuntularının içsel karmaşıklıkları, ülkemiz aleyhine fevkalade tehlikeli bir vahameti etkin kılmakta, bu sebeple siyasi, sosyal ve ekonomik hiçbir başarı kaydedememektedirler. Kimlik keşmekeşliği taşıyandan daha sefil kim olabilir?

Cansız vitrin mankenlerinin bile daha dinamik ve cevval olduğu bir görselliği dahi beceremeyen sofistike diplomatlarımızın verdiği zararları kadim düşmanlarımız başaramamaktadır.

Balon misali zanlarınca havada uçan ancak bir iğnenin değmesiyle havaları sona eren kişiliksizlerin hak etmedikleri temsilcilikleri, neden geçmişin süper gücü Müslüman Türk Milletinin layık olduğu seviyede değil de artıklara mahkûm bir müstemleke olabildiğine açık delildir. Kendi vatandaşına ve dindaşına tepeden bakarak buyurgan kesilen ama batılı bir seksi yıldıza bile kul köle olan diplomatlarımız, kimileri belki ağır karşılayacak lâkin köpekler kadar sadık olamadıklarını ortaya koymaktadır. Milletimizi aşağılayanlara dahi secde ederler.

“Türkiye’yi mahveden vitrin mankenleri” başlıklı yazımda da ifade ettiğim gibi; laik ve putperest, yani materyalist düşünceyle yetişmelerinden samimi bir vatan ve millet sevgisi taşımamakta; vicdan, merhamet, fedakârlık, adalet ve cesaret duyguları tatmamalarından benliklerini tatmin edebilmek maksadıyla mastürbasyonsal bir görev ifa etmektedirler. Zaten dış politika konularında duygusallığa hiç yer vermedikleri temel ilkeleridir. Misyonlarının tamamen teknik olduğunu vurgulayarak; uluslararası ilişkilerde esip gürlemenin, hak aramanın, karşı durmanın ve kınamaların bir anlamı olmadığının altını çizmeleri, Türkiye’nin nasıl bir odalığa dönüştüğüne yeterli kanıttır. Onurluca hak ve adalet peşinde koşmaktan, caydırıcı olabilmekten ve çıkarları korumaktan aciz temsilciler, maalesef duygunun, bağımsızlığın, güç ve şerefin ne olduğunu bilemediklerinden insani tavırda sergileyememektedirler.

Diplomasiyi muğlâklıkla meşrulaştıran duygusuz balonların görevlerini ahlaki temelde değil de mesleki zorunlulukta değerlendirmeleri, neden ülkemizin ağır yaptırımlarla karşı karşıya kaldığını, maddi ve manevi bedeller ödediğini ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle açık ve anlaşılabilir bir kararlıkla Türkiye’yi savunmayıp sadece ima ile yetinmelerindendir ki her platformda aşağılanıyor ve dışlanıyoruz.

Ülkemizi mahvedip çukura gömen harami diplomatlar, bürokrasinin en berbat en yeteneksiz ve en kifayetsiz düzencileridir. Böylesi çalımlı, şatafatlı, şanlı ve şöhretli müsveddelerle temsil edildiğimiz müddetçe; ne alnımız yerden kalkar, ne artıkçılıktan, kölelikten ve paylanmaktan kurtulabilir, ne de bir düşmana ihtiyacımız kalır. Çünkü onlar, ancak ya harem oğlanlığı ya da protokol çalışanlığı yapabilirler…

Müslüman milletimizin ve dinin düşmanlarını dışarıda aradığımızdan içerideki hainleri fark edemiyor, asıl handikap çıkaranların ve çelme takanların varımızı yollarlında harcadığımız diplomatlar olduğunu kestiremiyoruz. Kişiliksiz ve karakteri bozuk sunî mahlûkları temsilci atamamızdan muhteşem bir ağaç misali Türkiye’yi doğruyoruz. Abraham Lincoln der ki; “Karakter ağaç ise, şan ve şeref de o ağacın gölgesi gibidir. Biz hep gölgeyi düşünürüz. Oysa karakter ağacın kendisidir.”

Türkiye'nin üçüncü dünyaya yönelik başlattığı çok yönlü siyasi ve ekonomik ortaklık üzerine kurulu dış politikası başta Müslümanlar olmak üzere üçüncü dünya halkları arasında belki heyecanla takip ediliyor ama harem oğlanı diplomatlar, hem bölgede hem de dünyada gelişen itibara ve umuda bariyer oluyorlar.

Yaklaşık otuz yıl önce, yirmi iki yaşındayken brifing vermek amacıyla davet edildiğim Mısır Milli Savunma Bakanlığında üst düzey bir general; “Siz din mi değiştirdiniz” diye şok edici bir soru yöneltince; hayır, nereden çıkardınız, adım Mehmet Ali dedim. Bunun üzerine masasının çekmecesinden Kur’an’ı Kerimi çıkarıp gelişigüzel bir sayfa açarak, oku dedi. Ancak iş hayatı ve debdebeli dünyanın cazibesine kapıldığımdan çocukluğumda öğrendiğim Kur’an okumayı unutmuştum. Ne var ki Yüce Allah öyle bir yardım etmişti ki, açtığı sayfa “Yasin Süresi” olup, ezberimde kalanı okumaya başlayınca, ‘tamam’ diyerek kutlamıştı. Kendisine neden böyle bir şüphe içinde olduğunu sorduğumda; Kahire’de görevli büyükelçi ve diplomatlarınızdan dolayı demişti.

Aynı şikâyetle Güney Kore’de de karşılaşmış, işbirliği yaptığım şirketin üst düzey yöneticisi Mr. Muhammed C. Kim, Seul’de yapılan Cami’ye Türk Büyükelçiliğinin ne maddi ne de manevi hiçbir desteği olmadığını, caminin açılışına tek bir diplomatın gelmediğini, cuma namazlarına hiçbir elçilik görevlisinin iştirak etmediğini, Müslüman ülke büyükelçilerinin bir araya gelip Kore’deki Müslüman sorunlarıyla ilgili düzenledikleri toplantılara katılmadıklarını, oysa İslam’ı Türklerden öğrendiklerini ifade ederek, fevkalade derin bir elem ve keder duyduklarını açıklamıştı. Ve son olarak da “Türk diplomatları Müslüman değil mi?” diye kahredici bir soru sormuştu. Onların Müslüman değil laik olduklarını söyleyince de, o ne demek diye şaşırmıştı. Her ne kadar ateistliğin siyasi terminolojisi olsa da, laikliği savunan Müslüman kimlikli ahmaklarda gerçekte ne olduğunu bilmiyorlar.

Bunun gibi binlerce örneğe herkesin şahit olduğu tartışılmazdır. Geçen gün okuduğum bir haber, hükümetin değişip Başbakan R.Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu gibi muhafazakâr idarecilerin iktidarları mevzubahis olsa da; laik diplomatların İslam aleyhtarı düşünce ve davranışlarının hiç değişmediği aşikârdır.

İspanya'da Müslümanların geçtiğimiz yıl organize ettiği ve Türkiye Büyükelçiliği'ni de işbirliği yapmaya davet ettikleri fuara Türkiye'nin Madrid Büyükelçiliği'nin katılmadığı ve işbirliğini de reddetmesinin sorumlusu kimdir? Faşist laik sistem ve Atatürk diktatoryası var olduğu müddetçe hükümetlerin iktidarları hiçbir anlam ifade etmemekte, laiklik ve anıtkabir putperestliğine bağlı sadakatin aynen devam ettiği anlaşılmaktadır. Türkiye’nin ne kadar önemli bir ülke olduğunu bir de devlet ve diplomatlar kavrayabilse, zaten hiçbir sorunumuz kalmaz… Ancak hükümetin bir devlet olduğu gerçeği diktatörlerce reddedilmektedir.

Birkaç gün önce ziyaretime gelen Arap ülkesindeki yedi yıldızlı bir otelin üst düzey yöneticisi arkadaşım; “Kısa bir zaman önce atanan büyükelçiye hoş geldin hediye paketi hazırlayarak, ikametgâhına gönderdim. Ancak büyükelçi, nazik bir teşekküre dahi tenezzül etmeyerek aramamış ve vatandaşıyla tanışma ihtiyacı duymamıştı. Bir gün, otelimizde konser verecek olan dünyaca ünlü Rihanna adlı pop sanatçısının gösterisini izleyebilmek maksadıyla büyükelçi aradı. ‘Aman ne olursun bize imkân sunabilir misin, kızlarım Rihanna’nın hayranıdır, tüm uğraşılarıma rağmen bilet temin edemedim’ dedi. Büyükelçinin fırsatçı ve çıkarcı talebi karşısında kendisine pek yüz vermeyerek, bir bakayım diyerek başımdan savdım. Ancak cevabımı beklemeyerek, akşam eşini ve kızlarını yanına alarak otele gelip, ısrarlı arayışlarıyla beni buldu. Ne yapacağımı bilemez halde istemeden de olsa yanlarına bir görevli vererek konseri izlemelerine fırsat tanıdım.”

İki kişi arasındaki özelle ilgili arkadaşıma söz verdiğim için ne arkadaşımın ne de büyükelçinin adını açıklamıyorum. Ancak Rihanna’nın hangi zengin Körfez ülkesinde konser verdiği öğrenildiğinde, Ahmet Davutoğlu’nun atadığı o sefil büyükelçinin de kimliği ortaya çıkar.
İşte Türkiye gibi bir gücü temsil eden böylesi büyükelçilerin temsilciliklerinden dolayı sömürgeleşmiyor muyuz? 'Türkiyeliyim' demenin ayrıcalığı ve saygınlığını bunlar yok etmiyor mu?

İslami dayanışma ve Müslüman birlikteliğinden aslandan ürken yaban eşekleri gibi kaçanlar, seksi pop sanatçılarını izleyebilmek için yakarır ve diz çökerler…

İşte rejim, işte diplomatlar; nerede millet, nerede hükümet…

Hiç yorum yok: