18 Nisan 2010 Pazar

Neyi tartışıyor, neden uluyorlar?

Herkes konuşuyor, çırpınıyor, yırtınıyor, dövünüyor ama bürokrasiye, meclise, hükümete girişin ‘kelime-i tevhidi’ olan laiklik ve Atatürk ilkeleri bağlılığı aynen muhafaza edilmektedir.

Devlette var olmak isteyen bir kimse; laiklik ve Atatürk ilkelerini bilmek ve tartışmasız inanmak zorundadır. Devlet; kural ve kanun koyucu olduğunu ilan ettiği Atatürk’ten başka hiçbir ilâhı ve hakikî ma'budu tanımamakta, laikliği de kişi hayatının en ücra köşelerine kadar nüfuz eden bir inanç olduğunun altını çizerek, içilen yemin ya da ant, bundan dolayı laikliğe, Atatürk ilke ve inkılâpları üzerine yapılmakta, hiçbir şart ve koşulda taviz verilmemektedir.

Oysa Fetullah Gülen, dinler arası diyalog temelinde vahye karşı gelerek; “Herkes kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümüne, yani 'Muhammed Allah'ın resulüdür' kısmını söylemeksizin ikrar eden kimselere de merhamet nazarıyla bakılmalıdır" inkârsı bir müsamaha gösterebildiği halde putperest devlet, hiçbir ödüne yanaşmamaktadır.
Kendileri anıtkabire gidip ibadetlerini yerine getirirken, ma’butları Atatürk’ün kılık ve kıyafet ilkesine tumturaklı bağlı kalırken, heykelinin önünde saygıyla tazimde bulunurlarken; neden Müslümanların ma’budu Allah’a yapılan secdeye, ilkesi olan örtüye ve hükümsü ibadetlerine karşı çıkıyorlar? Evrensel insan haklarına göre; herkesin dininde özgür olması, inanç ve ibadetinde hür olması zaruri değil mi? Öyleyse dertleri nedir?

“Ey Muhammed! De ki: Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma da sizler tapmazsınız. Ben de sizin taptığınıza tapacak değilim. Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır.” Kâfirûn.1-6

Yapılmayı düşünülen kısmi 'Anayasa Değişikliği', devletin laik ve Atatürkçü çizgisinden zerre kadar bir sapma göstermemekte, sadece halkı dışlayan bir avuç amansız diktatörün sınırsız otoritelerini ve ideolojik kayırmalarını kısmayı amaçlamaktadır. Yoksa temelde değişen veya değiştirilen hiçbir şey olmayıp, göstermelik dekorsu bir tadilât yapılmaktadır.

Sözde inandıklarını iddia eden Müslümanlar, tıpkı Atatürkçüler veya PKK’lılar gibi sözde değil özde iman edebilmiş olsalardı, Allah ve Resulünün verdiği hükümleri istek ve düşüncelerine göre seçmeye ve ezeli düşmanlarını hoş kılabilmek amacıyla saptırmaya kalkışmaz, dolayısıyla Allah’ın vaadi olan mutlak zafere ulaşarak, hor ve hakir bir alçalmışlığa mahkûm olmazlardı.
Güya şeriat savunucusu bir hoca laikliği talep edebiliyor, ilahiyatçısı batılılar yanlış anlıyor diye kelime oyunlarıyla ayeti değiştirebiliyor, malum efendi sırf hıristiyan ve yahudileri memnun edebilmek maksadıyla kelime-i tevhidi bozabiliyorsa; laik ve Atatürkçülere kızmak değil, bilakis samimi duruşlarından takdir etmek gerekir.

Bu sebeple vahyin emrettiği bir din ortadan kaldırılmış; laikleştirilmiş, liberalleştirilmiş, hıristiyanlaştırılmış, çağdaşlaştırılmış bir karma din muhkem kılınmıştır. Bu durumda Allah’ın yardım ve desteği mümkün olabilir mi? Haydi, ecelleri gelinceye kadar manipülasyonlara ve aldatmaya devam etsinler bakalım…

“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” Ahzab.36

Tıpkı Apo’cular ile Atatürkçülerin inançsal birlikteliklerin aynısını ilahiyatçılar ya da cemaat önderlerinde de görebilmekteyiz. Siyasilerin yapmaya çalıştığı anayasa değişikliğine teknik terminoloji gerekçesiyle karşı çıkan hukuk bilginleriyle Kur’an’ın anlaşılamayacığını iddia eden din âlimlerinin benzerliği, vazgeçilmez tanrısal bir yücelikte olduklarını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla onları rehber edinmeden ne hukuku ne de dini anlamanın söz konusu olamayacağı paranoyası, maalesef toplumu etkileyerek yoldan çıkarmış, böylece anayasayı ve devleti onların egemenliğine terk ederek köleliğe razı olabilmişler, kulluğu da Allah’a değil önlerinde diz çöktükleri benliksi önderlerine yapmaktan sapıtmışlardır.

Apo’cuları Atatürkçüleri aynı kefeye koymama tepki göstereceklere açıklama yapma gereği duyuyorum. Her ne kadar farklı kulvarda mücadele ettikleri düşünülse de amaç ve hedefleri aynı olup, ırki ve İslam karşıtlığıdır.

Her iki düşüncede laik olmalarından sekülerist düzeni ve Evrim Teorisini savunmaktadırlar. Allah, peygamber ve Kur’an’ın Arap tasarımı bir dogmatik olduğunu ileri sürmeleri; dünyanın ilk insanları Âdem ve Havva ile cennet, cehennem, yeniden dirilme, ahret yaşamı gibi olayları ütopya olarak nitelendirmeleri; Allah’a bir şükran saygısı olan namazı bir spor ya da tiyatroyla özdeşleştirmeleri; Allah’a karşı farz olan kurbanı tam bir vahşet olmakla suçlayarak, kurban yerine, parasıyla yoksullara ve daha hayırlı işlere fon oluşturmak yararlı olacağı görüşleri; tüm ibadet uygulamaların çağın ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenme talepleri; musevilik ve hıristiyanlığı İslam’dan üstün tutarak daha akılcı ve çağdaş değerlendirmeleri gibi birçok fikri bütünlükler…

Acımasızlık, cinayet, baskı, tehdit, komplo, kumpas, ayırımcılık ve katliamda da birbirlerinden ne üstünlükleri ne de alçaklıkları vardır. Zaten darbe girişimleri ve eylemlerle ilgili deşifre olan ilişkileri de birlikte hareket ettiklerini ispatlamış, düşünce ve davranışlarından da sınırsız vicdansızlıkları her boyutuyla anlaşılmıştır.

Milletin özü olan Allah’a yönelişi jakoben putperestleri öyle tedirgin etmiş ki, irtica senaryoları tutmayınca PKK gibi bir canavarı milletin başına belâ ederek devlete hükmeden silahlı ve cübbeli Anıtkabir Tapınak Şövalyelerine muhtaç bırakmış, perde arkasından yönlendirdikleri yasadışı teröristleri silahlandırarak ve bilgilendirerek; hem masum askerlerimizi hem de sivillerimizin kanını içmişlerdir.

Onlarla da yetinmemişler, laik ilahiyatçı ve hocaları sübvanse ederek ve Müslüman kimlikli politikacılara kapı açarak ideolojilerinin vazgeçilmez çağdaşlığını ve çakma demokrasisini işletmiş, böylece ortada ne vahiy kalmış ne siyaset ne de vatan uğruna canlarını feda eden şehitler…

Bizans döneminde dahi duyulmamış entrikaların diz boyu sürdüğü Türkiye’de ne âlimine ne bilim adamına ne politikacısına ne Genelkurmayına ne yargısına ne de bürokratına güven kalmıştır.

Laikliği ve Atatürk ilkelerini İslam’dan ve Allah’ın ilkelerinden üstün tutan ve hayat felsefesi yapan bir kimse asla Müslüman değildir. Amansız bir İslam düşmanı ateist Apo’yu önder edinen PKK’yı ya da partisi BDP’yi destekleyen de asla Müslüman değildir. Irki bir milliyetçiliği savunan da asla Müslüman değildir. İnsanlardan ya da devletten korkup, Allah’ın düşman kıldığı kimselerin ve dinlerin çıkar maksatlı rızalarını gözetebilmek gayesiyle dinsel işbirliğine girenler de asla Müslüman değillerdir.

Daha da açık söylemek gerekirse; Allah’ın ayetlerini yok sayan laik rejimi ve Atatürkçü düzeni meşrulaştıran bir destekte bulunanlar da Müslüman değillerdir.

“İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi az bir bedel karşılığı satmayın. Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridirler.” Maide.44

Sakın ha, o tanrısal önderleriniz sizlere cennet vaat etmişken bir anda kâfir olabileceğiniz bir ayetle karşılaşmanızdan kaygılanmayınız. Yine onlara bir danışın! Her şeyi onlar bildiğinden ve peygamber varisleri olduklarından mutlaka bir çıkış yolu bulurlar. Ben cahilim, bana aldırış etmeyin…

Siyasi önderleriniz de sizlere hürriyet, bağımsızlık, iradesel egemenlik, refah ve güvenli bir hayat taahhüt etmişken sabretmeye devam ediniz. Onlar hıristiyanların veliaht isa’sı gibi Yaratıcı ile müşterek karar verebilen, gaybı bilebilen ve yazgısını aşabilen mutlak bir kudrete sahiptirler. Ben cahilim, bana aldırış etmeyin…

“Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.” Sokrat

Hiç yorum yok: