2 Mart 2010 Salı

Ey acımasız halk cellâtları!

Sözde aydın kimlikleriyle Müslüman Türkiye Milletine savaş açıp provokasyonlarıyla ya katlettirmeyi ya da birbirine kıydırmaya çalışarak, ülkeyi bölüp haçlılara peşkeş çektirmeye odaklanıp yıkıcı kaoslara sebep olan hainleri hala savunanların “demokrasi” manipülasyonuyla haklı oldukları iddiasıyla şahsımı eleştirebilmelerini, ulaşmak istedikleri hedeflerinin bir hezeyanı olarak gördüğümden aslında kale almıyorum.

Diktatörlere ve söz konusu bölücü amansızlara karşı onur ve cesaretle mücadele veren Taraf Gazetesi’ne verdiğim sitemin adresiyle ilgili ilandan paniğe kapılarak tedirgin olan mihraklar, geçmişte ülkem ve milletim adına Aziz Nesin adlı hain bir yazar müsveddesinin şeytani planlarını bozup kendisini hapsetmemden dolayı bugün bile intikam peşinde koşmakta, Sayın Ahmet Altan ve Taraf Gazetesini etkileyerek, reklamımı engellemek niyetindedirler.

“Taraf Gazetesi aydınların katliamını destekliyor” başlığıyla aleyhime başlatılan kampanyaya, bugün o hunhar hainin oğlu Ahmet Nesin’in babasını savunan açıklamaları, artık susmamın mümkün olamayacağını ortaya koymuştur. Ölen; ister iyi ister zorba olsun asla arkasından çekiştirmemenin bir fayda temin etmeyeceği gibi bir prensibe sahip olmamdan hep sessiz kalmış ve Yaratıcı Allah’ın hesabına duçar olan ölüleri dilime dolamayarak, sadece fikirleri çerçevesinde tartışmaya girişmişimdir. Ancak Aziz Nesin gibi çocuk kitabı yazan birinin de tartışılacak hiçbir fikri olmadığını belirtmek isterim.

Yüzyıllardır Allah’ın iradesine kayıtsız-şartsız teslim olmayı emreden İslam dinine muharebe yaparak, canavarca iman etmiş Müminleri katleden, işkence yapan, her türlü baskı ve yasaklarla sindirmeye çalışan cehennemliler, bir taraftan özgürlük, demokrasi, temel hak ve hürriyetler konusunda sinsi bayraktarlık yaparlarken, diğer taraftan maskeledikleri o korkunç riyakârlıklarını sergileyerek, kalleşçe insanlığı doğramışlardır.

Oysa kişi neye inanırsa inansın onunla barış içinde yaşamak, inancı ve düşüncesine tahammül edip hoşgörüde bulunmak, insanlığın en temel ilkesidir. Çünkü herhangi bir kimsenin başkasını zorlayabilmesi vahyen de yasaktır.

Benlikleri galebe çalmış Müslüman kimlikli azgın münafıkları kolayca satın alan haçlılar, Salman Rüsdi adlı İngiltere’de yaşayan bir Hintli’yi, Müslümanların kutsal kitabı Kur’an’ı Kerim’e saldırtarak, güya bir kısım ayetlerin şeytan tarafından indirildiği gibi affedilmez bir iftiraya yönlendirmiş, dolayısıyla tüm dünyada gerginlik çıkartarak Müslümanları ayağa kaldırmışlardı. Zaten İngilizlerin tarih boyunca yaptıkları kahpeliklerinin insafı ve sınırı yoktur.

Bunu fırsat bilen Aziz Nesin adlı hain, herkesin hatırlayacağı üzere yaşamı boyunca İslam’ı ve Müslümanları küçümsemiş, yaşam hakkı tanımak istemeyerek, Allah varlığının yalan olduğu propagandasıyla toplumuzun lanetine uğramıştı. Onun bir ateist olması tamamen kadersel bir hükmün gereğinden nasıl kimseyi ilgilendirmeyecekse, karşısındakinin de Müslüman veya başka bir dine sahip olması kendisini ilgilendirmemeliydi. Önem verilmesi gereken kişinin erdemli bir insan mı, yoksa riyakâr bir şeytan mı olduğudur!

Ancak o, azılı ve amansız bir Müslüman hasmıydı ve milletimizin Müslüman oluşundan da “aptal” olduğunu söyleyebilecek kadar saldırgan ve hadsizdi.

Salman Rüşdi’nin çıkardığı ve küresel bir din savaşına yol açacak fitnesi dünyayı kasıp kavururken, ünlü terörist Doğu Perinçek’in dergisi ve kendisinin başyazarlık yaptığı Aydınlık Dergisin’de; söz konusu şeytan ayetleri kitabını Türkiye’de yayınlayacağını, eğer izin vermezler ise il il dolaşarak elden dağıtacağını ve halka anlatacağını ifade etmesi, takdir edersiniz ki Türkiye’yi de karıştırmış ve kıyamet kopmasına neden olmuştu. Ne var ki fevkalade büyük tehlikenin çanları; ne yargıyı ne de iktidardaki DYP-SHP koalisyonun işitmesine yetiyordu. Zaten SHP’nin, bugünün CHP’sinin hükümette oluşu Aziz Nesin’i yüreklendirmiş ve dilediği gibi at koşturabileceğini sanmıştı.

Her ne kadar yargıya ve hükümete güvenmiş ve kendini emniyette hissetmişse de, aptal olarak aşağıladığı Müslüman Türk evlatlarını hesaba katmamış, dolayısıyla hak ettiği zincirlere vurulmaktan kurtulamamıştı.

Beyanatının akabinde ihanetsi yıkıcı amacını gerçekleştirebilmek için 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’a giderek, o yürekleri dağlayan malum 37 insanın öldüğü “Sivas Katliamı”nı gerçekleştirdi. İdeolojik rejimin irtica adına din karşıtlığı, önyargıyla suçluların İslamcı ve aşırı milliyetçi çevreler olduğuna karar kılmış, asıl katliamın müsebbibi Aziz Nesin’e özenle dokunulmayarak, bir de kahraman ilan edilebilmişti.

Devletin gerçeği görmemezlikten gelip Aziz Nesin’i teşvik edici toleransı, diğer illere de giderek aynı kaos, infial ve katliamların doğabileceğine bir işaretti. Dinini, vatanını ve milletini seven hiçbir insan, olabileceklere seyirci kalamazdı ve İstiklal Savaşlarının yiğit atalarını boynu bükük bırakamazdı.

Aziz Nesin denen şeytan mutlaka durdurulmalıydı. 10 Temmuz ve 11 Temmuz 1993 tarihlerinde Aziz Nesin’in değersiz başına 250.000 Dolar ödül koyarak, onu hapsetmiştim. Bir daha ağzını açamayarak ve evinden çıkamayarak 6 ay sonra 30’a yakın polis korumasında gittiği sanırım Bodrum olacak, öldüğü haberi bozguncu, bölücü ve terörist sözde aydın ve çağdaşlar dışında milletimizi sevindirmişti.

Aslında herkesin sandığı gibi Aziz Nesin cesur değil, son derece korkak bir yaratıktı. İst. 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandığım sırada mahkemeye gelen ve tüm adliye çevresi, koridorları ve mahkemenin salonu otomatik silahlı polisler tarafından ablukaya alınmış ve cesedine bir halel gelmemesi için özenle korunuyordu. Mahkeme sırasında gözlerime bakamıyor; Müslüman bir ailenin çocuğu olduğunu, Müslümanları sevdiğini ve asla öyle bir niyeti olmadığını ifade ederek, sanki o canavar ve bölücü halk düşmanı Nesin’in yerine son derece mülayim, hoşgörülü ve hümanist başka bir Nesin gelmişti. Ancak gerçeğin açık perdelerini hiçbir maske örtbas edemez…

Kalplerinde vicdan, beyinlerinde akıl olmayan o sefiller; neden Aziz Nesin Türkiye’yi karıştırırken ve 37 kişiyi katlederken kendisini uyarmadılar da aksine desteklediler? Tüm Türkiye’yi birbirine kıydırmayı planlarken onlarda mı işbirlikçiydiler? Bugün darbecileri, katliamcıları ve teröristleri savunanlar kendileri değil mi? İnsan olmayan aydın müsveddelerinin gerçeği muhakeme edebilmelerinin imkânsızlığı tartışılmazdır. Çünkü insan olmadıklarından insanca düşünememekte ve vicdanlaşamamaktadırlar.

Aziz Nesin’in oğlu Ahmet Nesin de milletimize aynı kin ve nefretle dolu olmalı ki, hala utanılası o hain babasını savunabiliyor, güya başına ödül koyduğum babasının güldüğünü ve parayı hesabına yatırdığımda intihar edebileceğini söylediğini iddia ediyor. Oysa röportaj yaptığım dergilerden biri bu öneriyi bana sunmuş, derhal hesabını bildirdiğinde parayı derhal yatıracağımı ve o değersiz bedenini sırf milletim adına 250.000 Dolara satın almaya hazır olduğumu deklare etmiştim. Özellikle Tempo Dergisinde söz konusu taahhüdüm belgelidir.

Madem babası çok cesurdu; neden ifade ettiği gibi hiçbir il’e gidemedi, meydan okuyuşunu sürdüremedi ve şeytan ayetleri adlı kitabı yayınlayamadı? Neden mahkemede Müslüman olduğunu ve asla şeytan ayetleri adlı kitabı yayınlamak istemediği inkârına yeltendi? Mahkeme sırasında elimi kaldırarak kendini hainlikle suçladığımda ve aramızda neredeyse 7 metre mesafe ve salon polislerle dolu iken; neden irkilerek geriye kaçmaya çalıştı? Ebu Cehil’in evinin tuvalete döndürülmesini örnek göstererek, mezarını tuvalet yaptıracağımı söylediğimde; neden kabrini saklamak maksadıyla dokuz çukur açtırarak, bilinmeyen bir dehlize cesedini gömdürdü? Bırakın sağlığını, öldükten sonra dahi cesedinin başına bir şey gelebilir endişesi taşıyandan daha korkak kim olabilir?

Bir ölünün arakasından daha fazla detaya girmeyi düşünce ve inancıma yakıştırmadığımdan, özellikle yeni neslin doğruyu bilmesi adına yapılan yanlı karalamalara her ne kadar aldırış etmeme gibi bir özgüvenim olsa da, aleyhimde hiçbir açık bulamayanların Aziz Nesin’i hortlatmaları, tamamen ideolojik bir yaklaşımdır. Aziz Nesin’in kim olduğunu öğrenmek isteyenlere somut adres; Doğu Perinçek’tir. Türkiye’yi parçalamaya Doğu Perinçek’le birlikte başlamış ve Aydınlık Dergisinde zehir saçarak, halkı birbirlerine düşman kılmışlardır. Biri meçhul bir dehlizde, diğeri de işlediği ihanetlerden zindanda çürüyor. Bu sebeple bataklıkta boğulanın ne yuttuğunu araştırmaya hiçbir zaman gerek duymamışımdır.

Uluyanların ulumalarına kulaklarım her zaman tıkalıdır. Eğer tıkamayıp onların safında yer alsaydım, şüphesiz ben de o terör örgütlerinin bir üyesi, hukuk, adalet ve vicdan kasabı, acımasız bir din ve halk düşmanı olacaktım.

“Fil olduğundan küçük, bit ise olduğundan büyük çizilir hep.” J.W.Swift

Hiç yorum yok: