13 Mart 2010 Cumartesi

Sen neymişsin be TARAF…

Yaşamımdaki hayati kırmızıçizgilerim; yalan, riyakârlık, nankörlük ve ihanettir…

Çocuklarıma ve çevreme ısrarla vurguladığım o dur ki, bir saniye sonrası meçhul olan hayatta ne kadar büyük hata ve yanlış yaparlarsa yapsınlar, sorumlu oldukları Yaratıcıları Allah olduğundan insanlardan çekinip yalan söylememeleri, en ahlâksız bir davranış olan riyakârlık yapmamaları, çıkarcı ve fırsatçı nefislerinin peşinde koşup nankörlükten kaçınmaları, kendilerini insanlığa yücelten, adalet ve merhamet katan değerlerine ihanet etmemeleridir.

Ancak erdemliğin en önemli mihenk taşları olan ve yaratığı insanlığa ulaştıran bu faziletler; demokrasi ve çağdaşlık manipülasyonlarının güttüğü seküler düşünce ve anlayışları meşrulaştırarak yozlaşmayı etkileştirmiş, ünlü filozof Diogenes misali öğlen vakti ele alınan bir fenerle “bir adam” bulabilmenin imkânsızlığı artık abartı olmaktan çıkmıştır.

Oysa toplumlar, erdem ve fazilet sahibi olmayan ahlâk fukarası kimseleri küçümsemek yerine baş tacı yapabilmişler, dolayısıyla en üstün “iyi” erdem ve fazilet olmaktansa; bilge, şan, mevki, rütbe ve servetler, hor görülmesi gereken “uydurma iyi”ler olabilmiştir.

Kişilerin ahlâkları değil ya akademik unvanları ya makamları ya zenginlileri ya da aydın izamlı bilgileri ölçü alınmış, kendini hırs ve ihtirastan uzak tutmayıp ihtiyaçlarını aza indirmeyen ve sahip olduklarına şükretmeyen yığınların çoğalmasıyla özgüvenini yitiren insanlık maddeleşebilmiştir.

İnsanlar, insan olabilmenin ayrıcalığıyla dorukta yaşamaları gerekirken; mana ve madde denklemini çözemediklerinden geçici güçlere, gösterişlere ve fiiliyatsız sözlere itibar ederek, insan görüntüsündeki yaratıklara dönüşmüşlerdir.

Kendileri olmak yerine başkaları olmaya imrenerek, farkında olmadan hilkatteki eşlerini taparcasına öven ve artıklarıyla beslenip sığıntı tutsakları olmayı şeref sayabilmişlerdir.
Kişi, doğru veya yanlış hangi davranış içinde olursa olsun mutlaka dürüst davranmalı, işlediği hata ve yanlışları riyakârca kamufle ederek savunmak yerine insanca kabul edip, topluma olumsuz bir örnek olmaktan kaçınmalı ya da haya edip susmalıdır. En üstün meziyetin erdemlik ve fazilet olduğu unutulmamalı, nefsin kışkırttığı benliksel arzu, yalan, nankörlük, ikiyüzlülük, şehvet ve ihtirastan arınarak; şeytanın en gurulandığı kötülük olan ihanete kalkışmamalıdır.

İnsan, yaratık bir acziyette bulunmasından sahip olduğu emanetsel akıl, bilgi, güç, makam ve servetiyle her şeyi gözlemleyebilen ve üstün bir iktidarda olduğu yanılgısından öyle hatalar yapmakta, dolandırılmakta ve aldatılmaktadır ki; samimi, dürüst ve adil sandığı kişinin nasıl pazarlıklı bir yalancı, riyakâr, nankör ve hain olduğunu kestiremeyebilmekte, dolaysıyla sanıldığı gibi iktidar değil bir hiç olduğu ortaya çıkmaktadır.

Taraf Gazetesinin Genelkurmay oligarşisine karşı millet lehine duruşu herkes gibi şahsımı da etkilemiş, haklarında hiçbir bilgim olmadığı kuruluşa hem maddi hem de manevi desteği zorunlu hissetmiştim. Bu sebeple kendilerine büyük bir bütçe ayırmış, hiç ihtiyacım olmadığı halde sadece destek amacıyla bir yıl boyunca her gün yayınlanmak üzere gazetelerine reklam vermeyi uygun görmüştüm. Bu arada tekliflerini hazırlarlarken, internet sitelerindeki sayfalarına da ilan verme önerisinde bulunmuşlar ve olumlu karşılayarak bir yıllık bedeli derhal nakit ödemiştim.

Bu arada bir arkadaşım, “Taraf Gazetesi ve yazarlarının zannettiğim gibi dürüst, ilkeli ve adil olmadığını, her birinin gizli mason ve liberal olup sivil inisiyatif makyajıyla Müslüman halkımızı devşirebilmek amacıyla sömürdüklerini, vahiy karşıtı felsefelerinden dolayı adımın kirleneceğini ve savunduğum İslam’a düşman olan bir kuruluştan uzak durmam” uyarısında bulunmuştu.

Bunun üzerine yanlış bir karar verdiğimi düşünüp, ilişkiyi yürüten yardımcıma reklamdan vazgeçilmesini istedim. O sırada reklam grup başkanı bayanın bir hatasını bahane ederek, reklam akdimizi feshettiğimizi ve yaptığımız ödemenin iade talebinde bulunduk. Söz konusu yetkili, ilandan ve şahsımdan yönetim kadrosunun haberdar olduğunu, vazgeçmemiz durumunda çok zor durumda kalacaklarını ifade ederek, yardımcımı ikna etmeye çalıştı. Gerçi meblağ da 5.000 TL gibi komik bir rakamdı. Acaba Taraf Gazetesi; 5.000 TL gibi bir rakamı kaçırmamak için mi, adıma ihtiyaç duyduklarından mı, yoksa gazetede vereceğim büyük bütçeli reklamdan dolayı mı böylesine ısrarcı olabildiklerini bilmiyor, doğrusu üzerinde de durmuyordum. Çünkü sözlü ve yazılı tüm ilişkileri yardımcım yürütüyor ve gelişmeleri detaylıca incelemiyordum.

Ancak Taraf yöneticileri, paniğe kapılarak defalarca sözlü ve yazılı özürler dilemek suretiyle vazgeçmememiz ısrarında bulunmuşlar, razı edebilmek maksadıyla gazetelerinde üç kere bedava ilan yayınlamayı teklif etmişler ve Genel Müdür olduğunu söyleyen Hilmi Seçilmiş adındaki şahıs ve yeni atadıkları reklam grup başkanı Beste Yalın hanım da yardımcıma yalvarırcasına ilişkiyi sürdürmede duygusal baskı uygulamışlardı.

Bütün bu anormal ısrarlar karşısında gevşeyerek, sadece bir reklam, adıma ne zarar gelebilir ki düşüncesi içinde sadece internetteki sayfalarında reklamın çıkmasına sessiz kaldım. Bunun üzerine reklam yayınlanmaya başlamış ve iki defa gazetelerinde de yer vermişlerdi.

Aradan yirmi gün geçmesi akabinde Türkiye’nin en korkunç ajan-provokatörü hain Aziz Nesin belâsını milletimin başından savabilmek için başına koyduğum ödül, amaçlarına ulaşamayan halk cellâdı İslam düşmanlarını öfkelendirmiş, Taraf Gazetesine savaş açarak, reklamımı yayınlamasından kin kusmuşlardı. Ancak öncesinde seküler düzen yanlısı lobilerin Taraf’a baskı yaptıkları ve fikirlerimi çok tehlikeli bulduklarından Taraf’ın aracı olmaması konusunda yoğun kulis faaliyetlerinde oldukları bilgisine de ulaşmıştım.

Bu baskılar karşısında cesur, kararlı, ilkeli, adil ve samimi bir özgürlük mücadelesi yürüttüğünü sandığım Taraf Gazetesi, yalvarıp yakararak zorla aldıkları reklamı hiçbir bilgi vermeksizin derhal yayından kaldırmışlar, böylece arkadaşımın uyardığı gibi nasıl sinsi ve çakal bir riyakâr olduklarını ispatlamışlardı. Ancak yine de hak ettikleri tepkiyi göstermemiş ve yasal yollara başvurarak bir hak arama yoluna gitmemiştim. Çünkü etiketle dolaşan sefilleri muhatap alacak bir seviyede değilim. Ta ki geçen gün öğrendiğim 1915’teki Ermeni canilerden özür dileme ihanetleri, reklamın kaldırılmasının bir şer değil hayır olduğunu ortaya çıkarmıştı. Kimilerinin beni Taraf’çı yapmaları, inancıma ve kişiliğime vurulmuş en korkunç kara bir lekeydi.

Bu ahlâksızlık ve döneklik karşısında bir an nefsimin sesine uyarak Taraf Gazetesini satın almayı, o Ermeni eşkıya yanlısı masonları kapı dışarı ederek, sersefil bırakmayı düşünüp yardımcılarıma talimat vermiş, ancak nefsim doğrultusunda hareket etmemin şeytandan bir farkım olmayacağı muhakemesiyle imanımın ağır basması üzerine, zaten boyunlarında fiyat etiketleriyle dolaşan hainleri satın almaktan vazgeçtim. Doğrusu, bir şeyler karalamasalar ve birilerinin maşası olmasalar aç kalırlar…

Birkaç gün önce Ermeni diasporasının sadık köpeklerinden liberal mason Yıldıray Oğur adlı yazı işleri müdürü, tıpkı Ermeni eşkıyalardan özür dilemesi gibi halk cellâtlarından özür dileyerek, ”Bu ilan bir dikkatsizlik sonucu tarafta yayınlandı. Bu konudaki uyarıların ardından da yayından kaldırıldı. Uyarılar için teşekkürler” açıklaması, aslında toplumu aydınlatan ve mutlaka dürüst olması gerekenlerin nasıl bu kadar alçalabildiklerini, yalan söyleyebildiklerini, iğrenç riyakârlıkta bulunabildiklerini ve ihanet edebildiklerini sorgulamaya gerek yoktu. Çünkü o Yıldıray Oğur adındaki yaratıkta, Taraf’ın diğer yazarları gibi analarımızın ırzına geçen, çocukları ve yaşlıları diri diri yakan Ermeni eşkıyalardan özür dileyebilen hainlerden birisiydi. Mehmet Ali Şadoğlu’na ihanet etmeleri ne yazar…

Zihinleri ve kalpleri iğfal edilmiş aydın görünümündeki bu ucubeler, bağımsız Müslüman Türkiye ve şerefli geçmişimiz aleyhine öyle bir kenetle birbirlerine bağlanmış bir düşmanlık içindedirler ki, kendileri gibi ihanet eden canavar Ermeni canilerini savundukları gibi milletimizin hayati değerlerine savaş açıp birbirine kıydırmaya kalkışmış Aziz Nesin’i de desteklemeyi; demokrasi ve aydınlıkla özdeşleştirebilmektedirler. 1915 de vatanını ve halkını müdafaa edip din, namus ve vatanlarını koruyan kahraman askerlerimizi nasıl soykırımla suçlayıp aşağılayarak canilerden özür dileyebilmişlerse; halkımı büyük bir fitneden koruduğum için beni de aydın katliamcısı biri olmakla yaftalayabilmişlerdi.

18.yüzyıl kapitalist filozofu Adam Smith’in kapitalist felsefesi olan “Bırakın geçsinler, bırakın yapsınlar” sloganı, o maskeli hainlerin temel düsturlarıdır. Onların demokratik anlayışları; din ve halk düşmanları, Ermeni katliamcılar, ABD ve İsrail işgalciler ne isterlerse yapsınlar ama sen asla direnme ve karşı koyma… Aksi takdirde demokrasi düşmanı, aydın katliamcısı, çağdaşlık ve özgürlük karşıtı, jenosit, katil veya terörist olursun!

Her ne maskeye bürünseler de zamanla o maskelerin altında sakladıkları ucube yüzleri berraklaşmakta, fakat milletçe uğradığımız zararın telafisi çok zor aşılabilmektedir.

Bu sebeple düştüğüm hataya düşmemenizi, sivilleşmek adına nasıl bir tuzağın içine çekilmek istendiğimizi dikkatle takip etmelisiniz. Vahiy karşıtı hümanist, çağdaş, sivil ve demokrat aldatmacalara kanmamanızı, kendilerini etiketleştirmiş batıl aydın bozuntularının oyunlarına gelmemenizi, içtenliksiz fikirlerine itibar etmemenizi; aksi takdirde sizler için canlarını feda eden atalarınızın çektiklerinden daha beterini tatmaktan kurutulamayacağınızı bilmenizi isterim.
Yahudi-mason ittifakının kurguladığı senaryo, birbirine zıt fikirli ama aynı amaca hizmet eden şövalyelerin yemi olmamaya gayret ediniz ki Müslüman halk düşmanı dâhili haçlıların galebe çalmaları mümkün olmasın. Ancak içimizdeki cerahatleri temizlersek dışarıdakilerin iştahını kapatabiliriz…

Millet lehine mücadele ettiğini sandığım Taraf Gazetesi aleyhine yapılan yorumlara sitemde sansür uygulayarak ve duyuru yayınlayarak fitnesel bir provokasyonun içinde yer almamaya özen gösterdiysem de, Ermeni eşkıya yanlısı, gizli millet ve vahiy düşmanı olduklarını öğrendikten sonra nasıl yalancı, riyakâr ve hain oldukları gerçeğini kamuoyuna duyurmayı görev bildim. Bundan dolayı hiç kimse üslubumun sert ve ağır olduğunu düşünmesin, tecavüze uğrayıp ahırlarda yakılan ana ve çocuklarının dayanılmaz acılarını hissetmeye çalışsın.

Evet, Taraf Gazetesi; 1913-1915 yılları arasında vatanımızı ve şerefli milletimizi canlarını ortaya koyarak savunan, hunharca ırzlara geçerek yakaladıkları atalarımızı ahırlarda yakan Ermeni canileri püskürten yiğit kahramanlarımızın milli mücadelelerini “Büyük Felaket” olarak değerlendirmiş ve alçakça o acımasız şeytanlardan özür dileyebilmişlerdir.

Olayları ısrarla saptırmaya çırpınanlara cevabım odur ki geçmişi vahşetlerle dolu olan toplumların sonraki nesillerinden hesap sorulmasına ve atalarının yaptıkları zulümlerden yargılanmasına karşıyım. Bir ailedeki suçlunun dahi diğer fertlerine iliştirilmesini şiddetle eleştirmişimdir. Ancak özellikle 1915 deki vahşilerden özür dilenmesini kaldırabilecek pespaye bir yürek, o sözünü ettikleri çağdaş ve demokrat bir seküler düşünce taşımadığımdan hainlere gösterdiğim tepkinin çok hafif kaçtığı da dikkatlerden kaçmamalıdır.

Dolayısıyla benim gibi aptal yığınların sandığı gibi Taraf Gazetesinin amaçları cunta oligarşine karşı değil Müslüman ordumuza karşı bir harekât olduğu; liberal ve sosyalist düşünceleriyle demokrasiyi kullanarak, masonik taktiklerle Müslüman Türkiye Milletini dünyada mahkûm edebilmek maksadıyla sinsice haçlı bayraktarlığı yaptıkları tartışılmazdır.

Anıtkabir Tapınak Şövalyelerinden farklı bir görüşe sahip olsalar da, amaçları din-dışı düşünceleri egemen kılmak ve Türkiye’yi Müslüman imajından koparabilmek hedefi taşımalarından hiçbir ayrıcalıkları yoktur.

Şu gerçeği de okuyucularımın bilgilenmesi açısından açıklamakta yarar görüyor; “neden Taraf gibi bir haine alacağımı hibe ettiğimi” soranlara, o paranın Taraf’ın kasasında kirlenmesinden dolayı olduğunu bilmelerini isterim.

Sakın ha, hiç kimse Taraf’ın parayı reddeden demokratik bir kahramanlıkta bulunduğunu düşünmesin. Asıl o büyük rakamı kendilerine verseydim değil reklamı kaldırmayı, bilakis yazılarımı savunmakla kalmayıp, kapımda dahi köle olurlardı. Ayrıca tıpkı şahsım gibi halkın gönüllerinde taht kurdukları statüko mücadeleleri de cuntacıların keselerini açmalarına kadardır. Ancak ihanetsi bir misyonu yürüttüklerinden hedefsi konularda olmasa bile, bir kısım bilgileri çıkarlarına tahvil ettikleri de muhakkaktır.

Ermeni Diasporası Taraf Gazetesi’nin yazarlarından Sevan Nişanyan; “Türkiye'nin soykırımı kabul edip, özür dilediği takdirde ortada bir problem kalmayacağını, Türkiye'nin soykırımı utanmazca reddettiğini” söyleyebilecek kadar cüretkâr olabilmesinin takdirini sizlere bırakıyorum.

İşte Taraf, işte Nişanyan! Nerede Türk Milleti…

Taraf Gazetesi; Ermeni Diasporası’nın Türkiye lobisi mi ki tam 23 yazarı 1915 olaylarında alçakça kıyıma ve tecavüze uğramış atalarımızı soykırım yapmakla suçlayabilmiş ve o günün Ermeni canilerinden özür dileyebilmiştir?

“Şeytanla işbirliği yapmanın ilk kuralı; YAPMA…”


Hiç yorum yok: