26 Şubat 2010 Cuma

Atatürkçüsü gibi dinlisi de yoldan çıktı…

Önce kendilerine bakmayıp doğru ve adil yolda olmamalarından sapan kimselerin zararlarından dert yanarak, ya sinsice bilmukabele de bulunabilme hınçları ya da aynı yanlışlıkta çözüm aramaları, hem dinen hem ahlâken hem de siyaseten vahimdir. Gerek Allah, Maide Süresi 105. Ayette,”Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez” hükmüyle, gerekse Malcom X’in “En iyi nasihat iyi örnek olmaktır” sözüyle, insanların önce aynaya bakıp sonra başkalarını eleştirebilme hakkı olup olmadığına karar vermeleri insanlığın, yani erdemliğin ta kendisidir.

AK Parti Kahramanmaraş milletvekili Avni Doğan’ın “Şimdi biz onları fişliyoruz, sıra bizde. Yahu hükümet biziz. Yapılan her şeyi biz yaparız. Bizim istemediğimiz şeyi de kimse yapamaz” düşünceleri, Atatürkçülerden hiçbir farkı olmadığını, güç kimin elinde ise hukuk ve adalet tanımaksızın despotluğu kendilerine bir hak görebildikleri vicdansız anlayışın benliksi felaketi, muhakkak hukuk ve adaleti yağmalamaktadır. Üstelik İslam kimliğini ön plana çıkarıp eşitlik, barış, hoşgörü ve adaleti vurgulayanların dizginleyemedikleri nefisleri, diğerlerinden hiçbir ayrıcalığı olmadığını gözler önüne sermektedir. Benliklerinin galebe çalmalarına mani olamayanların hukuk ve adalet anlayışları, ancak çıkarları lehinde ucube bir hak arayışını mukim kılmaktadır.

Dilleri Allah’a inanç, sevgi ve korkuyu mırıldanırken, kalplerinde şeytanın cirit atması, şüphesiz iman etmiş olamamalarındandır. Hâlbuki iman, inançlarının samimiyet ve teslimiyet göstergesi olup, hiçbir şart ve koşulda bir topluluğa duydukları kin, kendilerini adil davranmamaya itmemelidir. Bu tür fıtratlar, haksızlık yapanların karşısına dikilip hesap sorma yerine, korkak ve kalleşçe fişlemeye yeltenerek; sevgi, barış, hukuk ve adalet adına halkın verdiği yetkiyi fırsatını bulduğu anda barbarca kullanmaya hazır olduklarını ortaya koymaktadır. Oysa yaratık insanın fişlemesini ya da dinlemesini değil Yaratıcı Allah’ın fişlemesini ve işitmesini dikkate alsalardı, böylesine adaletsiz bir kinle özdeşleşmez, insani ve İslam’i bir örnekle haksızlık ve adaletsizlik içinde olanlara rehberlik ederlerdi.

Peygamberimiz Hz. Muhammed’i öldürmeye giden Hz. Ömer’in öfke, kin ve intikam saçan duygularının tam öldüreceği sırada sevgi ve merhamete dönüşerek, nasıl iman ettiği sürecini biliyorlar ama idrak edemiyorlar.

Şüphe yok ki her şeyi gözetip yönlendiren Allah’ı mutlak egemen kabul ederek iradesine boyun eğmiş muttakiler, hem halkına hem de düşmanlarına adalet ve merhametle davranır, adalet karşısında aleyhlerine dahi olsa kıl kadar haksızlık yapmazlar.

O devir toplumlarının korkulu kâbusları İran’ın zalim ve acımasız komutanı Zerdüşt, yani ateşe tapan Hürmizan, yenilmez ordusuyla mağlup olup korku içinde teslim olunca, Hz. Ömer’in huzuruna getirildi. Hürmizan, herkesi kendi gibi canavar zannetmesinden işkenceler altında öldürüleceğini düşünüyordu. Oysa Hz. Ömer, af dileyip iman etmesinin ardından bırakın idam etmeyi zindana dahi atmayıp, bir de can düşmanı Hürmizan’a maaş bağlamıştı. Çünkü nefsi için hiçbir düşünce ve eylemin içinde bulunmayıp şahsi hesaplaşma, fırsat ve çıkar kollamıyor, her şeyi iman ettiği Allah’ın kurallarıyla yapıyordu. Çünkü adalet, bunu gerektiriyordu.

Onun için, Müslüman kimlik taşıyanların Müslümanlıkla karıştırılmamasının önemine işaret ediyor, Avni Doğan gibi benliğine yenik düşen zavallıların yanlışları, İslam’i kurallara mal edilmemelidir. Dolayısıyla Avni Doğan, tıpkı Anıtkabir Tapınak Şövalyeleri gibi halkımızın vekilliğini ve yönetimini sürdürebilecek bir liyakate sahip değildir; ya pişmanlığını dile getirerek af dilemeli ya da vekillikten istifa ederek ortalarda dolaşmamalıdır.

Dinlisi de dinsizi de o kadar bozulmuş ki barışın, uzlaşının, hakkın ve adaletin egemen olabilmesi, pek söz konusu görülmemektedir. Ancak İstiklal harplerinin kahraman ataları, geriye kendilerine yakışır öyle cesur, inançlı ve kararlı evlatlar bıraktılar ki milletimizin üzerine çöküp tepelemek isteyerek acımadan katletmeyi planlayan rütbeli hainleri adalet önüne çıkartanlar, hakkın ve adaletin yeniden tesis edilebileceği umutlarını yeşertmektedirler.

Org. Başbuğ’un kükremelerine, esip gürlemelerine, tehditlerine ve gözdağına aldırış etmeksizin hukuka kilitlenerek adalete koşan o yiğit savcı ve hâkimler tarih yazmaktadırlar. Nazi ve İsrail kopyası darbecilerin yanı sıra sözde siyasi parti kimlikleriyle milletimizin arasına sızıp cuntanın hükümranlığını savunan CHP ve MHP’nin duydukları kaygılar, yaslandıkları gücün güven ve itibar kaybederek gün geçtikçe erimeleri, bir daha iktidar yüzü görmeyecek olmalarıdır.
Ne var ki ekilen zehir her kesimi kapsamı altına almış, sözde muhafazakârlığıyla şöhretleşen yöneticileri de adaletsizliğe itmiştir. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun kişiye özel yasa çıkarma diyalogları; insanlığın nasıl bu kadar lanetsi bir pespayeliğe dönüşebildiğinin derin üzüntüsüne neden olmuştur.

Melih Gökçek’in “görevini kötüye kullandığı” gerekçesiyle hakkında 1 yıldan 3 yıla kadar hapis istenen davası ile ilgili Burhan Kuzu’dan özel bir yasa çıkartılarak cezasının hafifletme talebi ve Burhan Kuzu’nun da gereğinin yapılabileceği cevabı; sözde hukuk ve adalet yanlılarının içler acısı münafıklıklarını ortaya koymaktadır.

Toplumumuz gerek dini gerekse ırki baskı ve çatışmalarla bölünürken; terörist şövalyeler askeri ve yargıyı etkileri altına alıp milletimizi yok etmeyi planlarken; hukuk ve adalet tamamen yıkılıp diktatörlük hüküm sürerken; binlerce insanımız hapishanelerde cezalarını çekerken; insanlarımız her an birbirlerini kıyacak statik bir elektriğin dahi etkisiyle yoğunlaşmışken; huzur ve güven ulaşılamaz bir ütopyaya dönüşmüşken; Melih Gökçek adlı belediye başkanı, utanmadan ve sıkılmadan benliğini düşünebilmekte, daha az nasıl ceza alabilirim endişesiyle lehine yasa çıkarabilme arayışına girebilmektedir.

Melih Gökçek gibi egoist bir nefse değil 1 yıl, yasaları çıkarı amacına kullanmak istemesinden ne zaman müebbet hapse çarpılırsa, işte o zaman tarafsız ve bağımsız bir adaletin işlediği anlaşılacak, bundan böyle Allah’ın ve halkın tasarrufuyla geçici iktidara kavuşanlar, bu tür çirkinlik ve kayırmalara cesaret bulamayacaklardır.

Artık Burhan Kuzu’nun da hukuk ve adaletten bahsedebilecek hiçbir inandırıcılığı ve saygınlığı kalmamış, tamamen yandaşlarını gözeterek ve partizanlık yaparak, gücü ve makamını peşkeş çekmek istemesinden şikâyet ettiği kanunsuzlardan hiçbir ayrıcalığı olmadığı kanıtlanmıştır. Kendilerine ancak yazıklar olsun diyor ve hangi yüzle haktan, hukuktan ve adaletten söz edebileceklerini merak ediyorum. Diyeceksiniz ki onlar politikacı ve halkta bir sürü; ne değişecek?

Artık fırıldaklıklarıyla ünlenen Melih Gökçek; nasıl bir onur, vicdan ve insanlık taşıyor ki kirli düşüncelerini deşifre eden ve yayınlayan gazetecileri yasalarla tehdit ederek, engellemeye kalkışabilmektedir. Oysa adil olmamakla suçlayıp lehine karar çıkarmaya çalıştığı yasalarla kendini korumaya çalışması apaçık bir çelişki değil mi? Rakipleri dinlendiğinde keyiften dört köşe olan Gökçek, neden kendi konuşmaları kamuoyuna servis edildiğinde tehditlere başvurup, “özel görüşme” safsatasını savunabiliyor? İnsandan utanacağına sözde inandığı Allah’tan utanmış olsaydı, zaten adil davranır, çıkarlarının peşinde koşup saltanatını devam ettirebilme yerine halkının derdini ve acısını paylaşarak adaletin kölesi olurdu. Onun gibiler için haksızlıkların Allah tarafından bilinmesi veya duyulmasının ehemmiyeti bulunmamakta, varsa yoksa insanların gerçekleri bilmemesi ve şeytani övülmeleridir. Ancak benlikleri kaşarlanmışların adaletsi bir imana ve insanlık özverisine sahip olabilmeleri mümkün değildir. Çünkü harami saltanatları Allah’a imandan ve her türlü insani davranıştan önceliklidir.

Ancak şu hakkı da sahibine teslim etmek gerekir ki AK Parti Genel Başkanı R.Tayyip Erdoğan, parti milletvekilleri ve mensuplarından her kim yanlışa sapmış ve halkı rencide etmiş ise ya ihraçla ya görevden alarak ya da uyarı cezalarıyla duruşunu ortaya koyabilmektedir. Oysa CHP (ATŞP) nin Genel Başkanı Deniz Baykal ise; ülkeyi mezbahaneye çevirmek isteyenleri fütursuzca kayırıp destekleyebilmekte, bağışlanmaz yanlışların içinde olan, örneğin; milletin peygamberiyle dalga geçen ve hakaret eden Öder Sav’ı, Kürt Halkının topyekûn katledilmesini savunan Onur Öymen’i, Türk milletine mazoşist deyip, eziyete layık gören Mustafa Özyürek’i, milletin canının verdiği ezandan rahatsız olan Bülent Baratalı’yı, İzmir’in “çocuk pornosu” gibi iğrenç bir sapıklıkta google da dünya birinciliğini eleştirmemden dolayı sapıklığı savunan Erdal Karademir gibi yüzlerce partilisini bırakın ihraç etmeyi ya da uyarmayı, halka meydan okurcasına sahip çıkabilmiştir. Şüphesiz Başbakan Erdoğan ile Deniz Baykal’ın aralarındaki derinsi farkı da göz ardı etmemek lazım. Bununla beraber, Başbakan Erdoğan her ne kadar birçok hata ve yanlış yapmış ise de, totalitarizmin insafsız statükocuları Deniz Baykal ve Devlet Bahçeli ile kıyaslanamayacak kadar millet ve adalet yanlısıdır.

Milletimizin inanç ve vicdanlarını deşen Deniz Feneri Derneği ile ilgili ayyuka çıkan gayriahlâkî iddiaları savunma güdüsüyle karşı çıkıp, yargılanmasını tıkamak isteyenleri geçmişte her ne kadar eleştirdiysem de, hala insanların rahatsızlıklarının devam edebildiğine şahit olabilmekteyim. Oysa İslam’ın şemsiyesi altında olduğunu öne sürüp alttan alta Müslümanlıklarını işleyenler; değil Zekeriya Kahraman’ı, ana ve babalarının aleyhlerine dahi olsa adaletle şahitlik etmeliler ki adil olmamakla suçladıkları kesime benzememelidirler. Aksi takdirde sömürücü Mehmetçik Vakfı'ndan ne farkları kalır? Kişilerin din, devlet, hükümet, kurum ve kuruluşları tahrip etmelerine asla izin verilmemeli, haksız olanın inancı, nüfuzu, makamı ve konumuna bakılmaksızın adaletin önüne çıkarılıp, hak ettiği karşılığı alması sağlanmalı, tüm milletçe dışlanmalıdırlar ki adil bir düzene kavuşulabilsin.

Ancak Tempo Dergisinde verdiğim beyanatı aynen tekrarlıyor; Türkiye’de vahyin emrettiği doğrultuda şahsım da dâhil tek bir Müslüman bulunmamaktadır.

“Sadece benliğin mahsulü bulunan işler, olgunlaşmaktan ziyade çürüyen meyvelere benzerler.” Marie J.GUYAU

Hiç yorum yok: