7 Mart 2010 Pazar

Devlet, onlar olduktan sonra…

Genelkurmay ve CHP gibi devlete hükmeden tanrıların diktasındaki bir ülkede halkın söz sahibi olabilmesi mümkün mü?

Biri halkın kurtarıcı gözbebeği, diğeri de devleti kuran bir mabut…

Neymiş efendim; generaller, amiraller ve subaylar darbe yapacaklarmış, halkın seçtiği meclisi ve hükümeti devireceklermiş, çocuklarımızı ve insanları katledeceklermiş, mallarına el koyacaklarmış, toplama kamplarında zulümden geçireceklermiş, Müslümanlara ve Kürtlere vatanlarını mezar yapacaklarmış ve belgelendirdikleri binbir çeşit zorbalıkla Atatürk’e karşı kulluklarını yerine getirip, laik diktatörlüğü koruyacaklarmış…

Kimileriniz zaten öyle değil mi diye düşünebilirsiniz ama taşıdıkları korkunç kin ve nefretle devleti gütmeleri kendilerini tatmine yetmemekte, fiziki doyuma ulaşabilmeleri için tahammül edemedikleri halkın kanını içebilecek mutlak bir tutsaklığı sağlayabilmek adına kulsal zincirin gerekliliğine inanmakta, böylece tartışmasız ideolojilerinden uzaklaşarak hürriyet arayışına giren halkın dizginlenebilmesi için cehennemsi planları hazırlayabilmektedirler.
İfade etmekten utanmadıkları gibi halkı deniz kendilerini balık gören jaws’lar, “halka karşı acımasız” olacaklarını bile deklare edebilmişlerdir. Zaten CHP’de halkı mazoşistlikle özdeşleştirip, “Bu halk mazoşisttir, ne kadar eziyet ederseniz, o kadar …..” dememiş miydi?

Söz konusu ideolojik amaçlı tüm yasa-dışı cunta plan ve eylemlerin arkasında Genelkurmay ve CHP’nin olduğu tartışılmazdır. Neden?

Bugüne kadar hiçbir hükümetin cesaretle üzerine gidemediği ezici diktatörlüğü sindiremeyerek hesap soran AK Parti Hükümeti, haksızlık ve adaletsizlik karşısında susmayı onursuzluk addeden şerefli savcı ve hâkimler ile TSK ve medyanın izzetli mensuplarının arkasında durarak, alışılagelen sinsi ve ihanetsi planları ortaya çıkarmış, Türkiye Halkı’nın yaşayacağı elem felaketlerin önüne geçmişlerdir.

Halkımızın sağduyusu, merhamet ve sabrını acımasızca sömüren Genelkurmay ve CHP; ihanetlerin bir bir deşifre edilmesiyle beraber hışımla ayağa kalkarak; hem hükümeti, hem savcı ve hâkimleri, hem gazetecileri, hem de artık yeter diyen halkımızı vicdansızlık gibi ağır ithamlarla suçlayarak lanet etmişler, rejime karşı bir başkaldırı ve yakalanan teröristlerin suçsuz ve vatanın yiğit evlatları oldukları propagandalarıyla tüm belgelerin ve iddiaların düzmece ve Silahlı Kuvvetlerine karşı bir sindirme harekâtı olarak sunabilmişlerdir.

Oysa toplanan delillerin daha ne olduklarını araştırmadan, devletin savcı ve hâkimlerinin görüşleri alınmadan halkı ve hukuku hiçe sayan bilinçli sahiplenme, şüphesiz onların da bu planın hazırlayıcıları ve uygulayıcıları arasında olduklarını kanıtlamaktaydı. Çünkü sıcağı sıcağına gösterilen anormal tepkiler, Genelkurmay ve CHP’nin de işin içinde olduğuna tartışmasız delildi.

Ancak halkın gözbebeği ve en güvendiği kurum olan TSK’yı komuta eden Genelkurmay ile siyasi bir parti ve devleti kuran köklü CHP’nin böylesi acımasız bir terör organizasyonunda yer alamayacağı önyargısı, maalesef son derece açık olan ilişkiyi zoraki perdelemiş, böylece asıl hesap vermesi gereken azmettirici merkezler hedef olmaktan çıkarılmıştır.

Kuruma veya ideolojiye bağlı gerekçelerle suçluların söz konusu güçlerce korunup kollanmasını hukuk çerçevesinde izah edebilmek söz konusu değildir. Bölücü ve komplocu terör örgütü üyesi sanık bir başsavcının tutukluluğu Deniz Baykal’ın vicdanını sızlatıyor ama o savcının halka estirdiği terör ve yıkıcı terör örgüt üyeliği, o nasıl bir vicdansa Baykal’ı hiç etkilemiyor!

Neymiş efendim, Atatürkçü bir başsavcı, kuvvet komutanı, ordu komutanı v.s gibi rütbe ve makam sahipleri dilediklerini yapmakla özgür ve hiçbir güç onlara ne hesap sorabilir ne de yargılayabilirmiş. Oha…

Yani laik devletin bekası ve Atatürk rejiminin devamı için atom bombası dahi atmaktan geri durmayacaklarını mı söylüyorlar? Şükürler olsun ki sahip değiller…

Hukuk karşısında halktan ne üstünlükleri ve ayrıcalıkları var ki dokunulmaya cesaret edilemiyor, suçlu oldukları halde gerektiğinde ifade vermeye gelemeyebiliyor, tutuklanamayabiliyor, cezaevinde yatmak yerine hastanelerde keyif sürebiliyor, yargıdan kurtulabilmek için hafıza kaybı gibi özürlü raporlar alabiliyorlar? Açıkça söyleyeceğim odur ki ne Genelkurmay Başkanı ne kuvvet komutanları ne ordu komutanları ne de diğerleri “şehit” olmuş ve “şehit” olabilmek için kahramanca savaşan o sokaktaki bireylerden üstün değillerdir, hatta kıyaslanamayacak bir seviyededirler!

Unutmalılardır ki irtica adına Müslüman ya da bölücü yaftasıyla Kürt diye fişleyip, tıpkı İsrail’in Filistinlileri baskı, işkence ve katletmesi misali yok etmeye çalışacakları halkın her biri; seve seve TSK’da görev yapmakta ve canlarını feda etmekten kaçınmamaktadırlar. Bu durum karşısında darbeci ve yanlılarının akıl ve vicdan sahibi insan olabilmeleri mümkün müdür?

Yoksa şehit olan ve sakat kalan o askerlerin ve ağıtların hiçbir önemi yok, bizim için tek tehlike antiAtatürkçü, Atatürk milliyetçisi olmayan Müslüman topluluk ve Kürtlerdir, amacımız için PKK ile dahi ittifaka girerek varlığını sürdürüyoruz, vatan ve millet biziz, gerisi düşmandır mı demek istiyorlar?

Milletimiz onlara açık çek vererek öyle şımarttı ve sultalaştırdı ki normale dönüşün kanlı mı yoksa kansız mı sonuçlanacağı kestirilememektedir. Ancak Atatürk’ün “Kanla yapılan devrimler daha muhkem olur” sözü, Anıtkabir Tapınak Şövalyelerinin kanlı eylem planlarına meşruiyet kazandırmakta, dolayısıyla hiç kimsenin eleştirme hakkı da bulunmamaktadır. Nasıl olsa her düşünce ve davranış, Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı bir hükümlülük gerektirmiyor mu?

Herkes birbirine cephe almış bir öfkeyle teyakkuzda beklerken, hukuk çalıştırılarak adaletin yerini bulmasına çabalayan savcı ve hâkimler ya bağlı bulundukları yargı kurumlarınca baskı ve tehdit altında ya da ifadeye çağırdıkları suçluların arkasına aldıkları Genelkurmay kalkanıyla yargıyı takmamaktadırlar. Org. Başbuğ, yargının kozmik odadaki araştırması için, “izin vermeseydim nah girerlerdi” diktasal açıklamada bulunması, aksi bir düşünceye mahal bırakmamaktadır.

Türkiye için utanç vesikası olmaya devam eden Alb. Dursun Çiçek imzalı “millete ihanet belgesi” sanki bir takdir belgesiymişçesine bayrak misali zirvede korunabilmekte, Alb. Dursun Çiçek hala tutuklanmayıp bir kahraman şanıyla görevini ifa edebilmektedir. Ancak belgenin kamuoyuna duyurulmasının hemen akabinde Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un hiçbir soruşturma ve araştırma yapmaksızın belgeyi “düzmece bir kâğıt parçası” olarak değerlendirmesi, onun da o planın hazırlanmasındaki rolünü ortaya koymaktadır. Panikle yaptığı o açıklamanın başka hiçbir yorumu olamaz. Ayrıca Alb. Dursun Çiçek’in günlerce yargıya teslim edilmemesi, iki kez tutuklanması akabinde ‘çayı soğumadan’ serbest bırakılması, kendilerinin de belgenin orijinal olduğunu tasdik etmesi sonrasında hala “ne yapabiliriz” arayışlarıyla sessizliklerini sürdürmeleri; o belge içeriğinin Alb Dursun Çiçek’le bir ilgisi bulunmadığını, başta Org. Başbuğ olmak üzere kuvvet komutanları ve ordu komutanlarının bilgisi dâhilinde hazırlandığını ortaya koymaktadır. Zaten bilgileri olmadan bir sineğin dahi karargâhta uçamayacağını bizzat açıklayan Genelkurmay Başkanlarıdır.

Sanırım Alb. Dursun Çiçek tek başına suçu kabullenmemekte, “ya beni kurtarın ya da hepinizi ele veririm” tehdidiyle orta bir yol bulmaya çalışılmaktadır. Olmadı diğerleri gibi onu da öldürüp intihar süsü vermeleri sürpriz olmayacaktır.

Bir terör örgütü üyesi olduğu mahkemenin kabul ettiği iddiayla da resmileşen 3. Ordu Komutanı Org. Saldıray Berk’in, mezhep çatışması yoluyla kaos ortamı yaratıp darbeye zemin hazırlamak istediğiyle ilgili 1 numaralı suçlu kategorisinde değerlendirilmesi, yine Genelkurmay’ca dikkate alınmadı, bir de hukuka, yargıya, TSK’ya ve millete meydan okurcasına Sarıkamış Kış Tatbikatını yöneten bir terfi ile ödüllendirilmesi, Birinci Dünya Savaşı sırasında Allahuekber Dağlarında 90 binden fazla şehit olan kahraman atalarımızın da ruhlarını sızlatmıştır.

Ergenekon silahlı terör örgütünün Erzincan yapılanmasının en üst düzeydeki yöneticisi olduğu yargıca da belgelenen Org. Saldıray Berk değil de diktatörlüğe karşı bağımsızlık mücadelesi veren milletimiz mi TSK’yı yıpratıyor?

Özgürlük düşmanı, tarihin en acımasız, en baskıcı, en kanlı komünist ve mason diktatörü Mao’nun “halk bir denizdir, biz balığız” felsefesini örnek alan Anıtkabir Tapınak Şövalyeleri, ne var ki bir gün denizin “tsunami” yaparak tüm jawsları karaya çarpıp yok edeceğini hesap edememektedirler. Bu dünya Mao’nun Kızıl Muhafızlarına kalmadığı gibi Atatürk’ün de Anıtkabir Tapınak Şövalyelerine kalmayacaktır.

Ayrıca silahlı cani şövalyelerine yok ettirmedikleri şehitlerin dindar analarını, öfke birikimlerinden çıldırarak çarşaflarını hırsla parçalayan sadist CHP’liler, eğer bir lanet sonucu iktidara gelmeleri sonucu neler yapmaya kalkışacaklarını hayal bile etmek istemezsiniz. Gerçi deşifre olan belgeler, neleri yapabileceklerini ortaya koyuyor ya…

Yüce Yaratıcı Allah, adına levh-i mahfuz veya “o kitap” ya da kader buyurduğu planını uygulamakta, her şey O’nun kurgusuyla gelişmektedir. Allah dilemedikçe hiçbir yaratığın dileme iradesi bulunmamaktadır. Yıllar önce özenle hazırlanıp organizesi yapılan darbeler nasıl eyleme dönüştürülemeyip failleri inim inim inlerken, kimin ne dediğinin ve ne yapmak istediğinin çizilmiş kaderde hiçbir yaptırımı bulunmamaktadır.

“Sizler ancak Rabbinizin dilemesi (izin vermesi) sayesinde (bir şeyi) dileyebilirsiniz. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.” İnsan.30

Hiç yorum yok: