15 Ocak 2010 Cuma

Yargıtay Başkanı provokatörlük yaparsa…

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in halkı ve kurumları hükümete ve dolaylı yollardan meclise karşı kışkırtarak, “Yargıda yangın büyüyor, ateş bacayı sardı” feryadı, sanki yargının işgal güçlerince istila edildiği çağırışını doğuruyor ki bu, tamamen anayasayı ihlal suçudur.

Ancak yüksek yargının diktasal dokunulmazlığı hukuk üstü bir anlayışı muhkem kıldığından her türlü düşünce ve eylemler mubah sayılmakta, sözde “bağımsız yargı” manipülasyonuyla Cumhuriyet kurulduğundan bugüne sinsice güttükleri Ataist hegemonyasının son verilip millet egemenliğine geçilebileceği telaşı, kaçınılmaz olan illegal direnmeyi ortaya koymaktadır.

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in gözünün içine bakarak meydan okuması, hükümetin yargıya müdahale edip edemeyeceği gerçeğini kanıtlamaktadır. Ayrıca iktidardaki bir partinin kapatılması hakkında yargıtayca hazırlanan iddianameye istinaden Anayasa Mahkemesince cezalandırılması, hükümetin aldığı kararların yargıca durdurulması, haklarında dava açılması; nasıl olurda yargının hükümetin vesayeti altına girdiği iddiasını haklı kılar?

Gerçeker konuşmasında; ''Her biri 30-40 yıllık mesleki tecrübeye sahip olan, uygulamanın içinden gelen, yıllarca adalet dağıtan Türk yargıçlarına güvenilmelidir. Kurumlar arasındaki güven sorunu, güvensizlik ortamı mutlaka aşılmalıdır''sözleri, hem hatandan münezzeh bir tanrı gibi yücelttiği yargıçlara güvenilmesini, hem de bizzat kendisinin güvenmediği ve her fırsatta acımasızca eleştirdiği hükümetin sözde oluşturduğu güven sorununu aşması gerektiğinin altını çizerek, korkunç bir ikilem yaşamaktadır. Acaba Yargıcın tecrübesi; dürüstlükten, vicdandan ve erdemlikten daha mı önceliklidir?

Yargıtay Başkanı Gerçeker; hangi ideoloji, ırk ve inanç olursa olsun yargının eşit davranabilmesi ve adaletle hükmedebilmesi için düzenlenmeye çalışılan yargı reformu ile ilgili olarak; Yüce önderi Atatürk’ün çizdiği yolda ve gösterdiği ilkeler doğrultusunda hareket edilmesinin üzerinde durarak, çağdaş hukuk sisteminin en önemli özelliğinin ve temel taşının kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkesi olduğunu vurguladı. Atatürk ve ilkeleri tamamen siyasi olduğundan; nasıl olacak da yargı, siyasi ideolojisinden arındırılıp Atatürkçü ve laik olmayanlara karşı bağımsız bir adalet uygulayabilecek?

Neden hukukun üstün olamadığı ve bağımsız bir yapıya kavuşturulamadığı atılan temelden açıkça anlaşılmakta, Atatürkçü olmayanların vatan haini, laik olmayanlarında insan sayılmadığı bir rejim de; ne bağımsız bir yargıdan ne adaletten ne eşitlikten ne hukuk üstünlüğünden ne de sosyal bir devletten bahsedilebilir. Adaletin hedef ve gayesi eşitliği sağlamak değil midir?

Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden; laik olmayanları insan olmamakla aşağılarken ve kansız birer piç olmakla itham ederken neden yargılanmadı? Sözlerini kendisine iade ettiğimden, neden hakaretten yargılandım ve 71 gün hapis yattım? Yargıçlar dokunulmaz, eleştirilemez, dinlenilemez ve yargılanamaz tanrılar mı? Kuvvet sahibinin hakim olduğu bir hukuktan adaletten çıkar mı?

Anıtkabir Tapınak Şövalyelerinin totaliter hâkimiyetlerini kaybedebilecekleri kaygısı, çeşitli hilesel yönlendirmelerle milleti etkileyebilme sürecini devreye sokmuş, milletin, dolayısıyla seçtiği hükümetin önünde en caydırıcı kuvvet olarak varlık sürdüren Ataist yargının, “bağımsız” manipülasyonuyla hükümeti illegalleştirme senaryosu, söz konusu güçleri başkaldırıya itmiştir.

Zaten tam bağımsız olan, ancak halkı ve meclisi temsilen hükümetin bakan ve müsteşarından müteşekkil iki üyesine dahi tahammül edemeyen HSYK, Gerçeker’in ifadesiyle sorgusuz diktasal bir güce kavuşturulmak istenmekte, böylece hükümet ve meclisin denetleme mecburiyeti tamamen ortadan kaldırılmak istenmektedir. Adı suç örgütleri ve kanun dışı olaylarla anılan ve terör örgütlerine karışmış ama hiçbir yaptırıma çarptırılmayan Ali Suat Ertosun gibi üyelerin karar verdiği, millet lehine adaletle hükmeden hâkim ve savcıların caydırılmak istendiği bir HSYK, tamamen başıboş bırakılıp topyekûn Ataist egemenliğine terk edilirse; acaba yargının, milletin ve hükümetlerin durumunun ne olacağı hiç düşünüldü mü?

Temel hak ve özgürlüklerin, huzur ve güvenin, suçsuz bir toplumun en büyük güvencesi tam bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemidir. Ancak Türkiye’de egemen olan Ataist düşüncenin velayeti altında görev yapan yargının bağımsız ve tarafsız olmadığı tartışılmazdır. Buna rağmen hala Anayasa’nın yargı bağımsızlığını zedeleyen maddelerinden şikâyet edebilen Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, halkı temsil eden meclisin ve hükümetin hâkim ve savcılar üzerindeki idari yükümlülüğünün de kaldırılmasını talep edebilmektedir.

Yargı kurumlarına büyük görev ve sorumluluklar düştüğünü öne sürerek alttan alta hükümete karşı bileyleyen Gerçeker; yoldan çıkan yargı üyelerinin aleyhinde yapılan dinlemelere ve takiplere sert tepki göstererek, halkımız vicdanında derin yaralar açmış; terör, rüşvet, kayırma, hatta fuhuş çetesine bile karışmış yargı üyelerinin nasıl suçüstü yapılabileceği hakkında hiçbir bilgi vermemiştir. Eski YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, izlenildiği paranoyasından toplum güvenliği açısından fevkalade hayati önemi olan MOBESA kameralarına sert tepki göstermiş ve kaldırılmaları için girişimde bulunacağını beyan etmişti. Adaletin kuvvetli, kuvvetlinin de adil olması gerekirken; suçluların kuvvetli, adaletin de sefil kaldığı aşikârdır.

İşte yargı, nerede adalet…

Evet, Gerekçer’in ifade ettiği gibi Ataist diktatörlüğündeki bir yargı da yangın büyüyor ve ateşin bacayı sarması devam ediyor…

Kafeslenmiş hukukun İstiklal mücadelesi engellenmemelidir.

Demokrat, özgürlükçü ve halkçı kimliğiyle milletimizi bölen ve kan kusturan Lawrence CHP, halkın lehine ne varsa muhalefet yapmış, bu sebeple halkın iradesi bir türlü ne devlete ne orduya ne de yargıya yansıyabilmiştir. Temel ilkesi istismar ve sömürü olan çeteci CHP, milletin oylarıyla değil oligarşik güçlerin desteğiyle varlık sürdürdüğü şüphesizdir. Yargıtay Başkanı Hasan Gerekçer’in Meclisi ve seçilmiş hükümeti hedef alan kışkırtmasına karşı durmaktansa, bilakis ondan daha celalli bir üslupla bütüncül siyasi hukuka arka çıkmakta, hükümeti kurumlar arası ayırımı ve çatışmayı körüklemekle suçlayıp, iktidarın hükümette değil Anıtkabir Tapınak Şövalyelerinde olduğunu çekinmeden deklare edebilmektedir.

Anayasanın temel ilkesi olan “milletin kayıtsız-şartsız egemenliğini” asla hazmedemeyen CHP, silahlı veya silahsız despot güçlere sahip çıkarak, en azından barajı korumaya yönelik bir çırpınış içindedir. Ancak tüm figanları beyhude olup, adının silip süpürüleceği gün pek uzak değildir.

Anıtkabir Tapınak Şövalyelerinin hesap vermediği günlerin geride kaldığını düşünmek bile istemeyen komplocu CHP, “yangın var, yangın var” imdatlarının yatsıya kadar geçerli olduğunu anlamamakta ne kadar dirense de, sonunda millet iradesine zincirli bir tutsak olacağı kaçınılmazdır.

HSYK’nın bölücü siyasi ideolojisi değiştirilmediği müddetçe, Türkiye’de adaletli bir hukukun ve bağımsız bir yargının var olabilmesi mümkün değildir…

Devleti yöneten yasama, yürütme ve yargı erkleri birlik ve beraberlik içinde millete örnek olamıyor, birbirlerini bertaraf edebilmek için komplolara girişiyor, çatışıyor ve uzlaşamaz bir görüntü sergiliyorlar ise; sokaktakilerden ne bekleyebilirsiniz?

“İnsanda olduğu gibi devlette de en kötü hastalık, kafadan başlayandır.“ Gaius Plinius Secundus

Hiç yorum yok: