22 Ocak 2010 Cuma

Bu kadarda mı canavarlar!

Tarihin hiçbir sayfasında kendini oluşturan milletine ve o milletin ordusuna bu kadar acımasız, hain ve sinsi bir Genelkurmay’a rastlanmamış, tüyler ürpertici “Ergenekon, Kafes ve Balyoz” gibi harekâtlarla Müslüman halkını topyekûn yok etmek isteyen gözü dönmüş rütbeli canilere şahit olunmamıştır. “İnsanlar kötülüğü arzuları güçlü olduğu için değil, vicdanları zayıf olduğu için yaparlar.” J.S.Mill

15. yüzyılın ünlü drakulası Vlad Tepeş’in şöhretini gölgeleyen cani komutanlar ve sivil güruhlar, onun en sevdiği eğlencesi kazık işkencesi misali öğrenci çocuklarımızı ve camilerde Yaratıcılarına secde eden müminleri bombalarla parçalara ayırıp, organlarının havada uçuşmasından doruk bir haz duyacaklarının kanıtlanması; vatanımızı, malımızı ve canımızı emanet ettiğimiz dâhili amansız şeytanlarla nasıl birlikte yaşayabildiğimizi ortaya koymaktadır. Meğerse Türkiye, koynunda yılan beslemiş…

Geçmiş şartlarda yapılan vahşetlerle günümüz modern dünyasındaki gaddarlık özde hiçbir değişime uğramamış, o gün kazıklara oturtulmuş insanların çığlıklar içinde can çekişmesi ya da öldürülen annelerin kızartılmış etlerini çocuklarına zorla yedirilmesi nasıl keyifle izlenip tatmine sebep oluyorsa, bugün de medeniyetsel gelişmenin kıyıcı silahları ve işkencesel taktikleriyle aynı duygular hunharca yaşanabilmektedir.

Azgın, vicdansız, müsamahasız, uzlaşısız ve ıslah olmaz Ataistlerin (Kemalistlerin) bitmez tükenmez böylesi kin ve nefreti ancak Yahudilerde görülmüş, sanki Yahudilerin Müslümanlar üzerindeki emellerinin taşeronluğunu üstlenmişlercesine her türlü vahşeti düşünmek ve planlamaktan geri durmamaktadırlar. Yoksa cunta üyeleri CIA ve MOSSAD ajanları mı?

Ancak her ne olursa olsunlar Müslüman milletimize karşı en azılı düşman oldukları tartışılmaz olup; orduda, yargıda, üniversitede, medyada ve mecliste varlıklarını sürdürmelerinden her an her şeyin olabileceği tedirginliğiyle bertaraf edilmelerini sadece istemek yetmez, acil bir müdahaleyle duracak olan hayatın ve sönecek olan milyonlarca ocağın yaşatılabilmesi için her türlü fedakârlık göze alınmalıdır. “İstemek, ‘İstiyorum’ demek değil, harekete geçmektir.” A.Maurrois

Aslında her şey o kadar şeffaf ki hain, gaddar ve komplocu çapulcularla ilgili tartışmak yerine serbest kalmalarına izin verilmemeli, taşıdıkları rütbelerin bir hiç olduğu, dolayısıyla ne yargının ne halkın ne TSK’nın ne gazetecilerin ne de hükümetin etki altında kalmaksızın otoriteyi sağlamalarının hayati sorumluluğuyla hak ettikleri cezalara çarptırılmalı ve toplumdan dışlanmaları elbirliğiyle gerçekleştirilmelidir.

Oysa benliklerinin esaretine kapılmalarından muhakeme yetilerini öyle kaybetmişler ve gerçek dünyadan soyutlanmışlar ki, sözde irtica adına düzenledikleri haçlı planlarıyla yok etmeyi düşündükleri Müslümanların da emir verecekleri TSK’nin üyeleri olduğunu hesap dahi edemiyorlar. Acaba hangi Müslüman asker, o canilerin emirlerine itaat edip; namaz kıldığı babasını, okula gittiği kardeşini, başını ve cinselliğini örttüğü anasını ve kız kardeşini öldürecek?

Üzerinde ısrarla durduğum ve her defasında dile getirdiğim; mutlaka Genelkurmay ile TSK’nin ayrı inanç, düşünce ve vicdanda olduğunun altı çizilmesi, onlar yüzünden güvenirliliği erozyona uğrayan ve caydırıcı gücü yitirtilen TSK’nin o hain rütbelilerle hiçbir ilgisinin bulunmadığının deklare edilmesidir.

Bütün bu gerçekler aleniyken hala bazı gazeteciler, CHP ve aydınların(!) drakulaları aklayabilme çaba ve destekleri; şüphesiz onların da birer halk düşmanı cani olduklarını ispatlamaktadır.
İnsanları doğrayarak çömlek içinde pişirilen medeniyetten, bombalarla doğranarak sokaklarda pişirilen uygarlığımız arasında bir fark var mı?

Allah’ın sevgisinden mahrum oldukları için hainliği, nankörlüğü, vicdansızlığı ve acımasızlığı ideolojileri adına şeref addedebiliyorlar.

“Allah, iman edenleri korur. Şu da muhakkak ki Allah, hain ve nankör olan herkesi sevgisinden mahrum eder.” Hac. 38

Hiç yorum yok: