20 Ocak 2010 Çarşamba

Türkiye’yi mahveden vitrin mankenleri…

Bir ülkenin omurgası olan dışişleri, uluslar arası arenada devletini ve halkını hem yüceltebilecek hem de alçaltabilecek hayati bir konuma sahiptirler. Ancak Türkiye gibi bağımsız olmayan, kendi olmak yerine çıkarcı barbar güçlere kendini beğendirme ve hoş göründürmeye odaklanmış temsilciler, o millet için fevkalade tehlikeli ve riyakâr bir hıyanet içindedirler.

Yaklaşık 100’e yakın ülkeyle iş yapmış, daha 17 yaşımdayken ihracata başlamış bir iş adamı olarak şahit olduğum olaylar; o diplomatların değil Türk milleti gibi bir gücün haklarını ve itibarını savunmak, odacılığı dahi beceremeyecek bir acizlik içinde insan kopyası cansız modellerden çok daha etkisiz aşağılık komplekslerini yakinen müşahede ettim.

DHL’in adını hiç duymamış; iki yıldır görev yaptığı ülkede tek bir işadamı tanımamış; Türk firmalarına geç gönderdiği şartnamelerden büyük çaplı ihalelerin alınamamasına neden olmuş; bulundukları ülkelerde Türk Büyükelçiliği gibi bir temsilciliğin olduğunu ekonomik çevrelere duyurmamış; yatırımcı ve ihracatçılara hiçbir destekte bulunmamış; devletin politikalarını canı pahasına azimli bir dirençle savunmaktansa, muhatap olabildiği “dış mandallarla” geçiştirmiş; sorunu olan vatandaşlarına bırakın yardım etmeyi kapısından dahi içeri sokmamış; onların haklarını savunup gerekirse en üst düzeyde girişimlerde bulunarak sonuç almaktansa, akıl almaz gerekçelerle başından savmış ve daha niceleri… Bir büyükelçi düşünün ki, sırf sansasyon oluşturabilmek amacıyla Veliaht Prensle olan ticari ilişkimi istismar ederek bir gazeteye satmış ve siyasi bir skandala sebep olarak, karşılığında Nijerya’ya sürgüne gönderilmişti. Bazı gerçekleri tüm ayrıntılarıyla “Akıl mı Kader mi” adlı kitabımda deşifre etmiştim.

Batı kompleksiyle yetişmelerinden peşinen tutsak olmuş, şahsi çıkar ve gururlarını devlet ve millet üzerinde tutarak, hak arama yerine haksızlıklara boyun eğmiş, dolayısıyla geçmişte dünyaya hükmeden Türkiye Halkını asla hak etmedikleri tuvalete mahkûm etmişlerdir. Zaten Osmanlı’dan kalma o onurlu imajla tanınıyor, böylece vakurlu bir mirası onlar sayesinde bitirerek, herkesin kolaylıkla üzerinden geçebildiği sefil bir odalığa dönüşüyoruz. Dün ki Osmanlı hariciyesi veya sokaktaki vatandaşın dünyadaki itibarı ile günümüzün Atatürk diplomatı ve yurttaşını kıyaslayın da “neydik, ne olduk” sorusunun nedenlerine yanıt bulunuz.

Dünyadaki müstemlekeliğimizin yegâne sebebi ve aleyhimize alınan çeşitli kararların, dayatmaların, lobilerin, hakaretlerin, hatta soykırım ve katliam gibi yaftalamaların müsebbibi; fiyakalarından yanına yaklaşılamayan işte bu basiretsiz ve liyakatsiz çöpsel gölgelerdir.
Sadece içki içmesi, dans etmesi, satranç oynaması, diksiyonel konuşması, caka satması ve yalakalık yapmasında fevkalade hünerli vitrin mankenleri; cephede mücadele ettikleri gerçeğini unutarak, yemeyip yediren milletimizin maddi ve manevi imkânlarını keyifle yağmalayabilmekte, ardından çok acı faturalar çıkartabilmektedirler.

AKP’nin 2002 seçimlerinde iktidara gelmesiyle Başbakan Erdoğan’a bir fax göndererek, öncelikle üzerinde durması gerekenin diplomat sorunu olduğunu vurgulamış, alabileceği acil önlemlerle bilinçli ya da bilinçsiz ihanet içinde olan hariciyecilerin tıpkı savaş misali ön safta bulundukları hakikatiyle eğitilmeleri; mutlaka cesur, kararlı, özgüvenli ve gözünü budaktan esirgemeyen temsilcilerle güçlü ve şerefli milletimizin haklarının müdafaa edilebilineceği önerisinde bulunmuştum.

Şüphesiz bir devlet ve milletin gücü, sözü ve caydırıcılığı; ancak temsilcisinin duruşuyla yargılanır.

Makamsal şatafatlarını benliklerinden sanıp, devlet ve milletini tasa etmeyen hiçsel egoistleri tanımlayan en güzel söz: ”Diplomat, kadınların doğum günlerini hatırlayan, ama yaşlarını unutan adamdır.”

Bir diplomatın yanlışı ve acizliği kendisini değil doğrudan temsil ettiği devleti ve halkını bağlar. Onun için diplomatın ne devlet ne de milletinin tek bir bireyine “hayır” deme gibi bir iradesi bulunmamakta, başaramadığı takdirde derhal istifa etmelidir. Dolayısıyla ya oturduğu koltuğun hakkını vermek ya da çekip gitmekle yükümlüdürler. Ancak üzerlerinde yaptırımı olmayan iktidarlar, onları şımartıp hindi misali kabarmalarına fırsat tanımaktadır.

Öyle özel aşçılar, hizmetçiler, şoförler, korumalar ve villalar gibi ayrıcalıklar ancak layık olana verilmeli, benliği kabarıp kendinden başkasını düşünmeyen karmaşık diplomatların yakasına yapışılarak, zillet içinde görev yaptıkları mevkilerden uzaklaştırılmakla kalmayıp, onur adına en ağır cezalara girişilmelidir.

Batı’nın yahut görev yaptıkları ülke yetkililerinin “ne diyeceği” paranoyasıyla söz ve davranışlarda bulunan burjuvazisi züppeler; kendilerini hiç sorgulamayıp, cesur ve hesap soran siyasetçileri dış ilişkilerde sorun oluşturmakla suçlamakta, kriz meydana getirdikleri eleştirileriyle alışageldikleri teslimiyete karşı olabilecek bir bağımsızlığı ve hak aramayı içlerine sindirmeyip, benliklerine övgüler dizen efendilerini gücendirmemeye gayret göstermektedirler.

Türk dışişleri kadroları tamamen lağvedilmeli, abartı da bulsanız aklı ve kalbi adalet atan sokaktaki vicdanlı her vatandaşın onlarla kıyaslanamayacak bir sorumlulukta görev yapabileceklerine şüphe duyulmamalıdır. En azından onlar kadar köklü zarar vermezler!

Geçmiş kabile temsilcilerinin dirayetlerini ve toplumları adına nasıl yiğitçe durduklarını araştırsanız, onlara karşı takındığım sert üslubumu çok görmeyecek, belki de ya asılmalarını ya sürülmelerini ya da hapsedilmeleri isteyeceksiniz. Kaldı ki Türkiye gibi bir ülkenin temsilciliğini yapabilmektedirler! Dünya yaratıldığından bu yana tüm tarihi inceleyin de bir bakın bakalım; bunlar kadar işe yaramaz tavus kuşu yığınlarına rastlayabilecek misiniz? Bir de ABD, İngiltere ve otorite sahibi diğer devletlerin kentlere sığmayıp dağları aşan diplomatların çalışmalarını takip edin de, nasıl cengâverimsi bir atakla görevlerini ifa ettiklerini öğreniniz…

Güncelliğini devam ettiren İsrail aşağılanmasının baş aktörü büyükelçi Oğuz Çelikkol’un açıklamaları, tamamen guruna yönelik ve gerçekleri örtbas eden yalanlarla doluydu. Sözde kapıda 1 dakika bekletildiği, çok sıcak bir karşılama olduğu ve tokalaştığı gibi İsrail’i aklayan yanlı beyanları, tartışılmaz bir kumpasçı olduğunu ortaya koymaktaydı. Oysa kapıda bekletilirken görüntülerden anlaşılan sıkıntısı, ellerini sık sık bağlayarak tepkisel tavırları, sağa sola gidip gelerek yanındaki İsrailliye “daha ne kadar bekleyeceğim” tarzında serzenişleri, ifade ettiği gibi bekletilmesinin 1 dakika değil en az yarım saat olduğu, hiçte dostça ve diplomatça karşılanmadığı, sıradan bir tokalaşma reddini dahi hazmedebildiği belgelenmekteydi. Ayrıca kapıdan itibaren gazetecilerle birlikte Ayalon’un huzuruna kabul edilmesi, ifade ettiği bir karşılanmayla ağırlanmadığını kanıtlıyordu. Görüntüleri dikkatle izlediyseniz; Ayalon, hakaretlerini sıralarken, Çelikkol’un yüzü kızarmış ve suratının kırmızılığı ekranlara yansımıştı. Ama bilseymiş, hemen orayı terk edermiş. Ha, ha, ha…

“İki şey aptallık belirtisidir, söyleyecek yerde susmak, susacak yerde söylemek. “

Eğer Oğuz Çelikkol, böylesi ihanetsel bir utanç ve aptallık sonrası hala görevinde kalabiliyor ise, söz konusu aldatısal beyanlarının arkasında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ve İsrail’le birlikte hazırlanmış krizi kurtarma düzmecesi olduğu alenidir.

Oysa bu necip millet, ne canlar vererek savaşlar kazanmış, lakin her şeyini masada kaybetmiş ve kaybetmeye devam etmektedir.

İsrail Dışişleri Bakanı Liberman’ın “Türklerin İsrail devletine ve dünyadaki en ahlaklı ordu olan İsrail ordusuna ahlak dersi vermeye hiçbir hakkı yoktur” tarihte cesaret edilememiş aşağılamasına, neden henüz bir cevap veya nota verilmemiştir?

Ayrıca Ayalon’un Türk dizilerinden fevkalade rahatsız oldukları şikâyetine katıldığını ifade eden Oğuz Çelikkol’a hesap soruldu mu? Gerçi İsrail Milli Savunma Bakanı Ehud Barak’ın Çelikkol’u takdir edercesine sarılması, merak edilen soruya gerekli yanıtı da vermektedir.

Literatürde dışişlerinden her ne kadar hükümet sorumlu olsa da, pratikte kötü aşçının ev sahibini rezil etmesi misali diplomatların hayati mesuliyetleri göz ardı edilmemeli, mutlaka hak ettikleri karşılığı almalıdırlar. "İyi bir salata yapmak, parlak bir diplomat olmaya eşdeğerdir. Mesele her iki durumda da aynıdır: sirkenin yanında ne kadar yağ koyacağını bilmek." Oscar Wilde

Unutulmamalıdır ki aşçının amacı; misafirlerden çok, ev sahibini mutlu etmektir!

Herkes şu gerçeği bilmelidir ki Türkiye’nin en berbat, en kifayetsiz ve en harami bürokratları; sadece ve sadece dışişleridir. Böylesi süslü, şatafatlı, şanlı ve şöhretli diplomat müsveddeleri olduğu müddetçe; ne alnımız yerden kalkar, ne artıkçılıktan, kölelikten ve paylanmaktan kurtulabilir, ne de yabancı bir düşmana ihtiyacımız olur…

“Altın prangalar demir olanlardan çok daha kötüdür.” M.Gandhi


Hiç yorum yok: