29 Ocak 2010 Cuma

Milletten af dileyeceğine neyi savunuyor?

İnsani ve hukuki değerleri ihlal eden sanıkların işledikleri suçlardan pişman olup af dilemesiyle ilgili uzlaşma müessesesi; başta ABD ve Almanya’da işletilmekte, böylece tövbe eden suçluların tekrar suç işlemeyecekleri vicdani kanaatiyle suçuna göre az bir cezaya çarptırılmaları, hata ve yanlış yapan insanları yeniden topluma kazandırabilmelerine önemli bir imkân sağlamaktadır. İslam’ın kuvvetle altını çizdiği ikrar ve pişmanlık duygusu ruhsal ya da bilimsel adıyla psikolojik normları dikkate almakta, ABD’de görülen davaların % 90’nını teşkil ederek karşılıklı uzlaşmayla sonuçlandığı ve yadsınmayacak sonuçlar alındığı kayıtlarda mevcuttur. En tehlikeli ve en acımasız insan; suçunu itiraf etmeyip gücü veya bilgeliğiyle inkâra kalkışan, suçunu kamufle edecek istismarlara sığınarak, sömürü yahut tehditle kendini aklamaya çalışandır.

Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un ihanetsel ve katliamsal “Balyoz Planı” ile ilgili açıklamasında; kurumunda görevli barbar subayları yereceğine toz kondurmamacasına savunarak insanlığı, hukuku ve adaleti doğramış, dolaylıda olsa suçu meşru gösteren ve devamını teşvik eden her türlü desteği sağlamaktan kaçınmamıştır. Zaten sorunda budur, yoksa yapılmış ya da planlanmış hata ve yanlışlar değildir…

Başbuğ, milletin kalbi TSK’ni istismar ederek; “Demokratik yönetimlerde en önemli olan husus, iktidarların seçimlerle demokratik yöntemlerle el değiştirmesidir. Ve bu düşünceye herkesin de yürekten inanması gerektiğini değerlendiriyoruz. Ben Silahlı Kuvvetleri olarak bundan rahatsızlık duyuyorum, Türk milletinin de rahatsızlık duyduğu kanaatindeyim. O zaman kim bundan menfaat sağlıyor?" ifadeleri, açıkça anlaşılacağı üzere caniliği örtbas edip hedefi şaşırtmaktan öte hiçbir gaye taşımamaktadır. Ayrıca dogmatik olarak irticalandırdıkları vahiy ve etnisite düşmanlıkları öyle had safhada ki, putperest ideolojilerinin dışında hiçbir inanç, düşünce ve ırka yaşam hakkı tanımak istemedikleri sabıkalarına yer gök şahittir.

Menfaat sağlanıyor manipülasyonuyla dikkatleri ataistlerin düşman saydığı hükümet, AKP ve irtica adına Müslüman gruplara yöneltmeye çalışması, insafsızca sömürdükleri TSK ile haklı çıkabilme ve katliamsı isyanları görmemezlikten gelme duygu ve düşüncesiyle hareket etmekte, kendilerinin bir sabır sınırı olduğu tehdidiyle duyarlı ve haksızlıklara tahammülsüz halkımızı sindirmeye kalkışarak, asla iflah olmaz ve yola gelmez amansız düşmanlıklarına devam edeceklerini vurgulamaktadır. Şüphesiz milletin sabır sınırını da sorgulamaları ve içinde yanacakları ateşi körüklemekten kaçınmalarını da düşünmeliler.

Elbette yiğit TSK başka ordularla mukayese edilemez, cesareti ve ahlakı sorgulanamaz. Acaba Başbuğ, milletimizin herhangi bir ferdinin böyle bir kuşku içinde olmasından şüphe mi duyuyor ki, yapmayı düşündükleri canilikle hiçbir ilgisi olmayan bir istismara girişiyor? O tehdidi ve yiğitliği; neden İsrail, “Türklerin İsrail devletine ve dünyadaki en ahlaklı ordu olan İsrail ordusuna ahlak dersi vermeye hiçbir hakkı yoktur” aşağılamasında gösteremediğini açıklayabilir mi? Sürekli kendi hükümeti ve milletine dikleneceğine, neden saldırgan yabancılara karşı cesaretlenemiyorlar?

Başbuğ’un ısrar ve öfkeyle kirlikleri kamuoyuna ve yargıya intikal ettirerek milleti faciadan kurtaran yetkililerini hedef alarak, tıpkı mafya ve yasa dışı örgütler misali bilgi sızdıranların, yani ihbarcıların cezalandırılması ve ordudan atılması üzerinde durması, Genelkurmay Başkanlığının; halkın, cumhurbaşkanlığının, hükümetin ve meclisin emrinde legal bir kurum olup olmadığının tartışılmasına yol açmaktadır. Madem her çalışma hukuk kuralları içinde sürüyorsa; neden gizli örgütlerin gösterdiği tepkiyi ortaya koyarak, deşifre olan isyancı subaylarıyla değil de halkı uyaran kahraman üyelerini cezalandırmaktan övünç duyuyor? Kahraman ihbarcılara karşı işlettikleri yargıyı; neden isyancı barbarlara karşı çalıştırıp, aksine koruma altına almışlar?

Millete karşı katliamı ve yasal hükümeti devirme girişimlerini ihbar eden subayların hain sayıldığı bir kurumunun dost veya legal olabilmesi mümkün mü?

Başbuğ’un hain ajanları yakalamış bir komutan edasıyla gururla açıkladığı kahramanlarla ilgili yaptırımlar, tüyler ürperticidir. ”Bugüne kadar TSK içinde çeşitli şekillerde bilgi sızdırmasıyla ilgili, sağa sola, basına, medyaya, nereye derseniz deyin, kişilere bilgi sızdırması kapsamında açılan soruşturma adedi 61'dir. 61 adet bilgi sızdırması iddiasıyla şu anda açılan soruşturmamız vardır. Bunlardan 9 tanesi kovuşturma safhasına, yani yargı safhasına dönüşmüştür. Yani 9 konu mahkeme tarafından devam ediyor. Bir tanesi sonuçlandırıldı ve bu mahkemenin sonuçlandırdığı karara göre, bir kişi, bir subay evet onu da söylüyorum size, 3 yıl hapis aldı ve o Silahlı Kuvvetlerden ilişiği kesildi. Ve şuanda 10 kişi de bu kapsamda çeşitli rütbelerde tutukludur. Silahlı Kuvvetleri olarak benim öncelikle üzerinde durmam gereken konu, bizim bu bilgi sızdırması konusunda imkânlarımızı, tedbirlerimizi, yapılanmalarımızı arttırırken, bu konularda hata yapanları, çeşitli şekillerde olabilir hata yapanlar, bunları mutlaka bulup yargıya götürüp sonuçlandırmamız lazım." Ya kanlı eller ve zalim yürekliler hakkında açılan soruşturmalar, hapisler, ordudan atılmalarla ilgili hiçbir açıklaması yok mu? Neden deşifre olan üst rütbeli teröristleri de yargıya götürmüyor? Diyeceksiniz ki Ergenekon ve Kafes planlarıyla ilgili ne yaptı ki şimdi yapsın?

Eğer söz konusu katliam ve istila planları düzmece ise; neden bilgi sızdırdığı gerekçesiyle 61 subay hakkında soruşturma, hapis ve ordudan atılma cezası verildi? Bu korku ve panik niye?
Dün akşam bir televizyon kanalında “Balyoz katliamı”’nın senarist komutanı Org. Çetin Doğan’ın sözde günah çıkaran paradoksal şizofren davranışları, bunlar mı İstanbul’a çökecek ve haçlılara kök söktüren şerefli milletimizi tepeleyeceklerdi sorusunu aklımdan geçirerek, ürkek pireleri nasıl da ejderhaya dönüştürebildiğimizden utanç duydum. Diğer taraftan konuştuklarında mangalda kül bırakmayan, böbürlenerek ahkâm kesen o anlı-şanlı rütbelilerin ve akademisyenlerin hapis yatmamak için doktorlara yakararak sahte raporlarla nasıl hastanelere sığındıklarını da unutmamak lazım.

Ayrıca ikrar ve inkâr arasında gidip gelerek akıl almaz tezat içeren hal ve tavırları halkımızın dikkatinden kaçmamakta, ne kadar çabalasalar ve TSK’yı sömürseler de kalplerinde sakladıkları kini ve içten içe nefret ettikleri Müslüman milleti, fırsat ve güç bulduklarında tepeleyeceklerine şüphe yoktur.

Başbuğ, Silahlı Kuvvetler olarak öncelikle üzerinde durması gerektiği konunun ihanetleri sızdıran subaylar olduğunu vurgulaması, bundan böyle ordudan temizlenen vatanperverlerin akabinde tamamen yer altına çekilecek olan müdahalelerin daha çetin ve şiddetli süreceğine bir işarettir. Ancak meclis kararının üstündeki Anayasa Mahkemesinin de hiçbir kayırıma olanak sağlamayacak sivil yargıda yargılanmalarına set çektiği bir kuruma kim dokunabilir sorusuna tek yanıt; haksızlıklara hiçbir dönemde boyun eğmemiş olan kahraman TSK’dir.

Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ı devirme adına milleti kan denizine dönüştürenlerle ilgili eleştirileri Silahlı Kuvvetlere karşı yürütülen bir faaliyet olarak nitelendiren Başbuğ, devlete de düşen görevler olduğunu beyan edip, düşünce ve tekliflerini Cumhurbaşkanına ve Başbakana ilettiğini ifade ederek, gerekli tedbirlerin alınma zorunluluğunu dile getirdi. Acaba Cumhurbaşkanı ve Başbakan yasasal ve kuvvetsel bir dokunulmazlığa sahip Genelkurmay’a ve azgın darbecilere müdahale edemeyeceğine göre; barbarca yapmayı düşündükleri başkaldırılara sessiz kalmayan halkı susturmada mı etkin olacaklar?

Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, milletimizin ve cesur zaferlerimizin kaynağı olan Allah’a iman ve şehitlik şerbetiyle ilgili damardan girerek; “‘Allah, Allah’ diye askerine hücum ettiren bir ordu nasıl Allah’ın evi camiye bomba attırmayı düşünür” sorusu, işte ısrarla vurguladığım Genelkurmay’ın Anıtkabir Tapınak Şövalyeleri ile Müslüman TSK’nin farkını ortaya koymaktadır. Evet, onlar ‘Atatürk Atatürk’, TSK’de ‘ALLAH ALLAH’ diye bağırlarını açarlar. Bu sebepten dolayı zalim senaryolarını eyleme dönüştürememişler, Atatürk adına katletme, zulmetme ve esir etmeyi düşündükleri onurlu milletimizin şerefli kanlarını dökememişlerdir. Sürekli hain planlar yapmışlar ama Müslüman TSK’dan korkularından mastürbasyonla yetinmişlerdir.

Org. Başbuğ, vicdansız lanetliler diye suçladığı muhatabı haksızlık karşısında susarak dilsiz şeytan olmayı reddeden millet mi, yoksa emri altındaki şövalyeler mi?

Çıkıp erdemce özür dilesinler ve bir daha halka, seçtiği hükümete ve meclisine karşı emanet verilen gücü kullanmayacaklarına tövbe etsinler ki, vicdanlı ve bağışlamayı inancının gereği bilen merhametli milletimiz de, kendilerini affetsin, dolayısıyla sağlanacak uzlaşmayla ne TSK’i tahrip olsun, ne de yerle bir edinilen güven sorunun derinleşmesin. Tanrı olmayıp, yaratık birer insan olmalarından hata ve yanlış yapabileceklerini ikrar etsinler ki, onlara karşı oluşan güvensizlik ve tedirginlik ortadan kaybolsun. Acaba benlik ve gururlarını yenebilecekler mi?

“Dostluğu öldüren en tehlikeli silah itimatsızlıktır.” Hz. Ali


Hiç yorum yok: