25 Ocak 2010 Pazartesi

Katletmeyi planlayacağınıza, neden sınır dışı etmiyorsunuz?

Aslında geçmişteki barbar putperestleri incelediğimizde Anıtkabir Tapınak Şövalyelerinin akıl ve duygularına şaşırmamalı, uluları Atatürk’ün de aynı düşünce ve emellerle Osmanlıya ve millete karşı nasıl bir düşmanlık ve acımasızlıkla katliamlar yaparak, münhasır şanına dikta bir Cumhuriyet kurduğu ve Türkiye’nin resmi bir tanrısı olarak herkesin kayıtsız itaati ve sadakatinin hükme bağlandığı unutulmamalıdır. Böylece Atatürk Cumhuriyetinin bekası için merhametten soyutlanmış putperestler, hiç kimsenin gözyaşına bakmaksızın her türlü vahşeti mubah sayabilmekte, sözlü ve yazılı belgelerle deşifre olduğu gibi ırkçı ve zalim ataları Cengiz Han misali antiataistlerin topyekûn katlini meşru addedebilmektedirler. Oysa hiçbir devletin baki kalmadığı, yalnızca Hakk ve adaletin sonsuzluğunu bir kavrayabilseler…

Hedefi tüm dünyayı istila ve herkesi yok etmek olan Cengiz Han ve dünyayı titreten büyük devleti Moğol İmparatorluğundan geriye ne kaldı? Öncesinde bir hiçken, tarihteki en büyük kara imparatorluğunu, Almanya sınırlarından başlayarak büyük okyanusa kadar uzanan devasa Moğol devletini kuran Cengiz Han; tıpkı Atatürk gibi felâket, cani, kahraman, askeri deha ve yarı-tanrı olarak tanımlanırdı. Müslümanlar, Ruslar, Çinliler ve Batılılarca; milyonların katili, acımasız bir zalim, en merhametsiz işgalcisi; Moğollar için ise gücün, bağımsızlığın, barışın, aydınlığın ve hâkimiyetin temsilcisiydi.

13. yüzyıl Avrupalılarına göre; Cengiz Han ve orduları cehennemden geliyordu. Onlar Yunan mitolojisinin ölüler diyarı Hades’te günahkârların cezalandırıldığı Tartarus’tan gelen Tatarlardı. Atatürkçüler de Tartarus gibi dipsiz kuyu olan Anıtkabirden fışkıran vicdansız putperestlerdir.

Moğollar, işgal ettikleri her yeri yakıp yıkarak taş üstünde taş bırakmayan, kundaktaki bebek, çocuk, genç, yaşlı, kedi köpek demeden her canlıyı hunharca boğazlayan, her kadına tecavüz edip öylesine acımasız ve merhametten yoksunlardı ki, ele geçirdikleri hiçbir canlıyı sağ koymamakta ve parçaladıkları cesetleri, yeryüzünde yaşayan hayvan dahi bırakmadıkları için akbabalara yem ediyorlardı. İşte Anıtkabir Tapınak Şövalyelerin “balyoz” adlı darbedeki yapmayı düşündükleri caniliklerin ilham kaynağı da Moğollardır. Ancak yaşama ve iktidar olma hakkı kendilerinindir, ötekileri ölmek ve tutsak olma zorundadırlar…

Irkını yüceltip benliğini tanrılaştırarak Hakk ve adaleti umursamayan uluslar, lâyık oldukları cezaya öyle çarptırılıyorlar ki kader, hiç ummadıkları doğasal veya insansal bir gücü başlarına belâ edip, ya tek canlı kalmamacasına ya da büyük bir bölümünü acılar içinde hezimete uğratarak silip süpürmektedir. O gün galip olan ve hükmeden güç, daha sonra başka bir aracı güç tarafından yok ediliyor. Çünkü araçsal tüm güçlerin arkasındaki mutlak güç, her zaman ve her mekânda varlığını göstererek çarkı döndürmektedir.

Müslüman milletimiz ve Kürt halkının nasıl bir işgal ve tehdit altında olduğu Genelkurmay’ın gaddar planlarıyla anlaşılmış, itiraf ettikleri söz konusu “balyoz eylem planının “ bir seminerde açıklandığı, Genelkurmay Başkanlığının 2003-2006 yılları arasındaki Tatbikatlar Programında bulunduğu, maalesef resmiyet kazanabilmiştir.

Şifreleri çözebilenler için Genelkurmay öyle bir ipucu verdi ki, Plan Seminerinin gayesi, dış tehdide ilişkin olarak hazırlanan Harekât Planlarını geliştirmek ve ilgili personelin eğitimlerini sağlamaktır.”

Peki, kim bu dış tehdit? Plandaki eylemlerden de açıkça anlaşılacağı üzere tek muhatap; MGK’nın da yasalaştırdığı irtica adına Müslümanlar, bölücü adına Kürtlerdir…

Müslümanları ve Kürtleri milletten saymayıp tamamen istilacı dış güç mantığıyla değerlendiren Anıtkabir Tapınak Şövalyeleri, cesaretle ikrar edemedikleri felsefelerini, üstü kapalı dolaylı tanımlamalarla 1. Derece tehlikeli ve amansız düşman kategorisinde sınıflandırarak, herkesin sandığının aksine yabancı bir dış tehdit imajı vermeye çalışmaktadırlar. Aptal halk anlamasın diye de, sözde açık sularda kendi jetimizi düşürerek Yunanları dış düşman olarak manipüleye kalkışarak, asıl hedeflerindeki Müslüman ve Kürtleri kırmaktır.

Artık Genelkurmay’ın ne içeride ne de dışarıda hiçbir güvenirliliği kalmamış, dolayısıyla dışarıda hem TSK hem de milletimizi vahim bir töhmet altına sokmuş, içeride de etrafa ördükleri dikenli tel ve duvarlarla açık bir toplama kampından farksız namlu ucunda yaşamaya mahkûm kılmışlardır.

Müslümanları ve Kürtleri gerginliği tırmandıran düşman taraflar ilan eden Genelkurmay, balyoz adıyla yapılan söz konusu seminerin de bu senaryo içerisinde uygulanacağını açıklayabilmiştir.

Atatürk’ün seküler Atatürk Cumhuriyetini kurarken çektiği besmele; “Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Onun için din ve namus telakkisini kaldırmalıyız. Partiyi bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur." ilkesini nas kabul eden şövalyelerden insani bir davranış beklenebilir mi?

Vahşi kıyım sonrası kuracakları hükümet ve seçecekleri bürokratların ya CHP’li ya da mason olmalarını ısrarla vurgulamaları, CHP ve masonların da kanlı isyandaki tartışılmaz konumlarını ve desteklerini belgelemektedir. Müslüman ve Kürtlerden arındırılmış bir Türkiye’de sağlamayı düşündükleri “Milli Mutabakat”, herhalde bir avuç barbardan fazla olmayacaktır.

Artık asker ve sivil şövalyelerin Türkiye Halkı için ezeli tek düşman oldukları hafızalara kazanmıştır. Bundan böyle terör, kaos, isyan, komplo, cinayet, tehdit ve bilumum kötülüklerin merkezi; Anıtkabir Tapınak Şövalyeleridir.

Oysa kalplerinde zerre kadar bir vicdan, akıllarında atomcuk bir muhakeme yetisi bulunmuş olsalar; Müslümanları ve Kürtleri katletmek, işkence etmek, stadlara gömmek ve kardeşi kardeşe vurdurmak yerine vatandaşlıktan çıkarıp sınır dışı ederler, dolayısıyla işlemeyi düşündükleri vahşeti planlamazlardı. Ancak Müslüman halkımız ve TSK olmaksızın bir hiç olduklarını, İstiklal savaşlarında kurşunlara ve bombalara bedenlerini siper eden Mehmetçiklerin boyun eğmeyeceklerini hesap etmiş olmalılar ki, şeytansı ihanetlerinden geri adım atmak zorunda kalarak, vazgeçmişlerdir. Zaten korkaklıkları inkâr, hile ve sinsiliklerinden aşikârdır. Onlar savaşmaz, güvenli köşelerine çekilir, kahpece milletin evlatlarını birbirine kıydırarak seyrederler.

Hak etmedikleri TSK gibi bir gücü yönetiyormuş görünerek, bilim-kurgu âlemlerindeki harp oyunları, plan tatbikatları ve seminerlerle o rütbeleri kazanmadılar mı?

Bu sebeple onların rütbelerine, kalıplarına, nutuklarına asla aldanmayın…

“Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar hiç anlamazlar. Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kütükler gibidir. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onların canlarını alsın. Nasıl olup da döndürülüyorlar?” Münafikun 3-4.

Hiç yorum yok: