29 Kasım 2008 Cumartesi

ABD değil de, Mücahitler mi terörist?

Muhakeme yetilerini tamamen yitirmiş olan günümüz insanoğlu’nun gerçekleri sorgulamadaki akılsızlıkları öylesine olağanlaşmış ki; sevgi, hoşgörü, barış, huzur ve güvenin kaynağı adalet biçilerek, dünyadan silmektedir. Sadist, emperyalist ve barbarların egemen olduğu düzen, hegemonyası altına alamadıklarını, ya dizginlemeye ya da bitirmeye çalışmakta, gerekirse canlı tek bir mahlukat kalmaksızın önüne geleni yakıp yıkmaktadırlar. Caydırıcı olmak ve üstünlük kurmak maksadıyla inanılmaz tehditler ve aşağılık cürümler gerçekleştirmekte; katletmekle, evlerini başlarına geçirmekle veya yurtlarından sürmekle yetinmeyip, en gaddar zulümleri reva görerek, kadın ve çocuklara sapıkça tecavüz ederek, kemiklerini kırarak, kahkahalarla işkence yaparak ve akla hayale gelmeyecek şeytani hunharlıkları işleyerek caniliklerinin meşruluğuna inanılmaz gerekçeler sıralayabilmektedirler.

Gelmiş geçmiş tüm hukuklarda yasal sayılan “nefs-i müdafaa” hakkının mağdurlar, direnişçiler ve özgürlük savaşçıları tarafından kullanılmasını “terör” ile bağdaştıran zalimler, sözde kamuoyunu ikna edebilmek gayretiyle düşünceleri ve dikkatleri manipüle edebilmektedirler. Özellikle insafsızca Müslüman kanı dökmek ve köleleştirmek amacıyla vahşet saçan ABD, İsrail ve İngiltere’ye karşı girişilen her eylem kaçınılmaz bir hak, yani nefsi müdafaadır. Yoksa, Irak ve Filistin’deki canavarlıkları unuttunuz mu?

Ortaya koydukları ütopik bahaneler, sudan sebepler ve yalanlarla Müslüman toplumları işgal eden haçlı ittifakı ve işbirlikçi dostlarının başlarına gelenler karşısında yakınma hakları bulunmamakta, canı yanan toplumlarında eylemcileri değil, ortamı hazırlayıp teşvik edenleri lanetlemeleri, olabilecek bir barış için tek çıkar yoldur. Bir gün, yapılanlara karşılık bilmukabelenin mutlaka gerçekleşebileceği hatırlanılmalı, her devlet, adaletli davranma zorunluluğuna mecbur edilerek, etraflarına etten duvar çektirip en teknolojik silahlarla korutan yöneticilerin, halktan önce ve ziyade korunmalarına asla izin verilmemelidir. Zaten bütün bu gelişmelerin sorumlusu kendileri değil midir?

Bugün, Hindistan’da yaşanan olaylar, gerçekte bir terör eylemi değil, haçlı ittifakının ve işbirlikçilerin yaptıkları eylemlerin en hafifi bir hak arama ve hesap sormadır. Eğer kendileri yaptıklarının hesabını vermiyor, üstelik alkışlanıp saygı görmeye devam ediyorlar ise, bende Mücahitleri alkışlıyor ve diğerleri gibi hiçbir çıkar düşünmeksizin kendilerini feda etmelerinden dolayı saygı duyuyorum. Hindistan’ın, Keşmir’deki Müslümanlara hangi zulümler yaptığı ve yapmaya devam ettiği hala tazeliğini korumakta olup, Hindistan’ı kınamayıp hesap sormayan dünyanın, Mücahitleri de kınaması ve hesap sorabilmesi kabul edilemez. Önce kendin doğru, merhametli ve adaletli ol ki, başkaları da olabilsin. En iyi nasihat, iyi örnek olmaktır.

En iğrenç ve bağışlanamaz olan ise; sözde Müslüman iktidarların, Müslümanlara karşı çok daha düşmansı tavır sergilemeleri ve haçlı ittifakına destek vermeleridir. Ruhlarını şeytana satan bu münafıklar, Müslümanlar acımasızca katledilirken, ırzlarına geçilirken, yurtlarından çıkarılırken, işgal edilirken ve en ağır işkenceler altında inlerken sessiz kalıp, hatta kayırırken, hak arayan Mücahitleri terörizmle aşağılayıp, şiddetle ve nefretle kınayarak lanetlemeleri; nasıl paradoksal bir dünyada yaşadığımızı, kimin, gerçekte kim olduğunun bilinemediğini belgelemektedir.

Haçlı ittifakı, tarihsel gerçekleri de baz alarak Allah yolunda şehid olmanın ebedi bir kurtuluş olduğuna inanan Müslümanlardan öyle korkuyor ve ürküyor ki, kendileri aleyhine hayati tehlike gördükleri bu imanı bertaraf edebilmek veya etkisini tüketebilmek için, başta Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan olmak üzere İslam referanslı iktidarları ve toplumsal önderleri maddi-manevi satın alarak ya da gözdağı vermek suretiyle korkutarak dışlatmakta, dolayısıyla çığ gibi büyümelerinin önüne geçirtmektedir. Oysa acı çeken ve onurlarını kaybedenin odalık iktidarlar değil, Müslümanların kendileri ve hakları olduğu, dolayısıyla Müslümanların haykırışını ve adaletin tesisini de hiçbir şeytani gücün susturamayacağı er geçte olsa anlaşılacaktır.

Geçici çıkarları ve saltanatları uğruna haksızlar karşısında susarak dünyayı şeytanın egemenliğine teslim edenlerin huzur ve güven içinde yaşayabilmeleri kesinlikle mümkün değildir.

Bilinmelidir ki, kim, ne yapış ise mutlaka karşılığını ödeyecek ve zalimler cezalandırılmadıkça, dünyadaki korku, kan, gözyaşı ve çığlıklar her geçen gün artarak tüm kainatı saracaktır.

“Öl ya da ol! İşte bunu bilmiyorsan, zavallı bir misafirsin karanlık yeryüzünde” Goethe

Hiç yorum yok: