9 Kasım 2008 Pazar

Adalette kıyım

Yargıdaki kararların her geçen gün toplumumuzda oluşturduğu güven erozyonu adaleti baltalamakta, bazı yargıçların söz, davranış ve vicdanları; insanlık erdem ve faziletini biçmektedir. Rüşvet, kayırma ve bölücülüğün çığ gibi büyüyerek kararlardaki adaletsizliği meşrulaştırması, laikliğin koruyucusu olan yargının sorgulanmasını ve eleştirilmesini zorunlu kılmakta, yargı üyelerinin mutlaka dokunulmazlıktan arındırılıp, adalet adına yaptırımlara çarptırılmaları kaçınılmaz tek çıkar yol olmaktadır.

Özellikle köktenlaik yargı üyelerinin din düşmanlıkları “kişiye özel yargı"yı hukuklaştırmakta, böylece kendilerinden olmayanlara karşı hasmahane kararları, ideolojilerinin kaçınılmaz bir sonucu olarak, sözde haklı çıkmalarına yasallık kazandırmaktadır. İman ve inançsız bir vicdandan; doğruluk, adalet ve merhamet beklenebilinir mi? Devlet ile halkı bütünleştirenin, barışı, eşitliği, güveni ve huzuru sağlayanın “adalet” olduğu gerçeğini göz ardı yapan devletlerin nasıl yıkıldıkları, tarihin tecrübelerinde mevcuttur. Adaleti titizlikle ayakta tutmayıp; gerek inançları, gerek ırkları, gerek sınıfları, gerekse tabiiyetlerinden dolayı haksızlık ve kayırıma giden sistem; ancak terörü, isyanı, kaosu ve suç imparatorluklarını üretir.

Tarafsız ve yansız olması gereken devlet ve dolayısıyla yargı; benlikle üreyen laik, Kemalist veya başka bir radikal ideolojiyle hukuklaşmış ise, içinde yaşadığımız haksızlık ve adaletsizlerden başka olumlu bir gidişatın var olabilmesi mümkün değildir. Laiklik ve irticadan başka hiçbir söylemi ve hedefi olmayan yargının toplumuzun vicdanlarını delen, yıkan ve bölen kararlarda rol oynamaları, bağımsızlık gerekçesiyle halkın seçtiği hükümetlerin ve meclisin aldığı hükümleri uygulamayarak tepki göstermeleri veya yorumlarıyla bertaraf etmeleri; doğrudan başıboş kalıp diledikleri gibi karar almalarına, dolayısıyla sorunların çözümlenmeyerek büsbütün kötüleşmesine, eşitsizliğin, kötülüğün ve adaletsizliğin yaygınlaşarak kök salmasına neden olmaktadırlar.

Geçmiş ilkel çağlarda dahi eşine rastlanmayacak birçok vahim ve affedilmez örneklerle dolu yargı kararlarına, alkollü bir ABD yüzbaşısının ölüme neden olan trafik kazasıyla ilgili tüyler ürperten kararı, adaletsizliğin, vicdansızlığın ve kayırmacılığın hangi boyutlarda olduğunu kanıtlamaya yetmektedir.

Adana’da alkollü araç kullanan bir ABD subayının araç hakimiyetini kaybederek bariyerlere çarpıp karşı yola geçmesi ve karşıdan gelen bir otomobile çarpıp gencecik bir Türk’ü öldürmesi, şüphesiz apaçık bir cinayettir. Tüm dünyadaki devletlerin ceza hukukları incelendiğin de; bu tür olayların tamamı cinayet sayılıp, 20 yıldan az olmamak üzere hapisle cezalandırıldığı, şeriat hukukunda ise idama çarptırıldığı bir hüküm iken, Türkiye’nin laik ceza hukukunda ve laik hakimlerin vicdanlarınca alınan karar ise; bilirkişilerce de 8’de 8 kusurlu bulunarak, bir Türk’ü öldüren suçlu bir ABD’linin bir gün dahi hapis yatmamasının altında yatan gerçek nedir? İşte bu sorunun cevabı bulunduğunda; milletimizin nasıl yok edici bir tehlikeyle karşı karşıya olduğu da anlaşılacaktır.

Eğer söz konusu suçlu ABD’li, kendi ülkesi ABD’de yargılansaydı; birinci derece araç cinayetiyle yargılanacak ve alacağı cezada asgari 20-30 yıl arasında olacaktı. Dünyaca ünlü Paris Hilton adlı milyarder bir aktristin, şöhretine ve kariyerine bakılmaksızın, sadece alkollü araç kullanmaktan hapse atıldığı unutulmamış olsa gerek.

Laik devlette kişilerin vicdanlarıyla baş başa bırakıldığı ilkesi, bu tür adaletsiz ve haksız kararlar alan vicdanları; acaba hangi statüye koymaktadır? Böylesi bir vicdana, insani vicdan denilebilinir mi? Kendi vatanında haksız yere öldürülen o Türk vatandaşı, ABD vatandaşından daha aşağı veya bir hayvanla eş değer miydi ki hakkı savunulmadı, merhamet güdülmedi ve cinayet işleyen ABD’li suçlu bir gün olsa bile hapis yatırılmadı?!?

Artık sözün bittiği yerde, başka ne söylenebilinir ki…

Hiç yorum yok: