22 Ağustos 2018 Çarşamba

Ne için yaşıyorsun?

İnsanın bu soruya vereceği yanıt, kendisini ya aydınlığa ya da karanlığa çıkaracak öyle bir otokritiktir ki, farazi bilimsel tüm teorileri, sosyal kuramları, psikolojik hipotezleri ve politik yani gelecek ile ilgili abartıları, et ve kemikten ibaret bedeni doyumları boşa çıkarmaya yeterdir. 

Daha kim olduğunu bilmeyen insanın et ve kemik yığınından ibaret bedenine güvenerek ahkâm kesebilmesi, ruhsal bir gerçek olduğunu doğrudan yahut dolaylı olarak inkâr etmesindendir.

Öyle ki, kendisi gibi bedenleştiremediği Allah, ruh, melek ve cin gibi varlıkları ya tamamen ya da kısmen reddederek bedenini, beynini ve hücrelerini öne çıkarması, fiziksel kompleksin egemen olma ihtirasından kaynaklanmaktadır.

Hâlbuki yaşanılan gerçekler karşısında sayısız olay ve delilleri bizzat tecrübe edinmesine rağmen inkârsı fikirlerindeki ısrarcılıkları, yine de gerçekleri saklamaya yeterli olmamaktadır.

Çünkü dünya öyle bir laboratuardır ki, idrak için başkaca bir kanıta ihtiyaç yoktur. Ancak insan, yaşadığı dünyayla ilgili somut bilgileri “ikinci sınıf bilgi”; farazî aleminin ütopik düşlerini ve karşılığı olmayan felsefi ve bilimsel teorileri de “birinci sınıf bilgi” olarak kabul etmektedir. Onun için önemli olan bilginin hakikat mi yoksa hilaf mı olduğu değil, beyin hücreleri çalıştırılarak elde edildiği mi; vahiysel mi olduğudur.  Bu sebeple benliğince yani nefsince özgür olduğu bahisle yaratıcı olabilme vasfına ulaştığını sanmaktadır. 

Oysa aklı olan insanın muhakeme yetisi yok mudur ki, bizzat içinde yaşadığı hayatı idrak edememekte, hiçbir dayanağı ve yaptırımı olmayan bahanelerin peşine takılıp gören bir kör, duyan bir sağır ve hissetmeyen bir kalbe sahip mahlûk olabilmektedir? Bir an olsun kritik yaparak kendini, gelişmeleri, düzenleri, her türlü olayı tattıkları ve gözlemledikleri dünyayı hiç sorgulamıyor mu?

Lakin bir kısmın inanıp iman etmesi; bir kısmın inkâr etmesi; bir kısmın şüphe içinde olması; bir kısmında inandığı halde iman edememesi, haklarında yazılan kaderden başka bir şey değildir. Yoksa muhakeme edebilen hiçbir insanın itirazı olamayacağı gibi, şımararak sevinip böbürlenebilmesi de mümkün değildir. Çünkü o, her ne şartlarda olursa olsun bir ölüdür!

Bunca düşüncelere, olaylara, eğitimlere, yasalara ve bilime karşılık ölümün, olumsuzlukların, musibetlerin ve kötünün önüne geçilemediği apaçık ortada ise, Allah’ı, vahyi ve kaderi reddeden yahut eğip büken tüm anlayışların çöpsel yığınlar olduğu; dolayısıyla sinir kütlesi kümbetsel beyinlerde dolgu malzemesi vazifesi gördüğü anlaşılmaktadır.

Vahyin tüm açıklığıyla vurguladığı ve kaderin yalınlıkla neticelendirdiği ölümü, eceli, hastalığı, kaybı, yoksulluğu, kötüyü, korkuyu, suçları, felâketi ve vahşeti durduramayan seküler bilim ve politika; bırakın bütün bunları, en sıradan menfiliklerin bile önüne geçememekte, buna rağmen benliklere hitap eden teoriler ve fiziki görüngelerle toplumlar etkilenebilmektedirler. İnsan için en keskin son, en acı ve dehşet olan ölüm, hastalık ve ecel karşısındaki acziyeti, şüphesiz muhakeme edebilen akıllara somut bir ipucudur.
 
Eğer ölümle her şey sona erebiliyor, hastalık ve musibetlerin kahır sonuçları engellenemiyor ve eceller belirlenemiyor ise; seküler-laik-demokratik düşünce ve pozitif bilimin üstünlüğü ve yaptırımı nedir?

Ey insan! Doğarken ölümle nişanlanan sen; ölümü tanıyabilmek için yaşayan sen; ölümle birlikte sözde sahip olduğun kuvvet ve kıymetleri yitiren sen; kendine yakıştıramadığın çulsuzlarla toprağa gömülen sen; ölmekten ya da öldürülmekten kaçıp kurtulamayan sen; ecelini ne ileri ne de geri getiremeyen sen; meçhullüğünü aktifleştiremeyen sen; bilgin ve makamınla övünürken ölüme çare bulamayan sen; sonu belli olan sen.

Öyleyse neye güveniyor ve elinde ne var ki, “ben” diyerek böbürlenebiliyor; Mutlak İrade’yi ve ölümü küçümseyebiliyorsun?

“Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı. Bunun üzerine: Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır, dedik.” Bakara 36

 “Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri ayetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar bütün mucizeleri görseler de iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Fakat azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onların ayetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir.” Araf 146

“Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!” Ankebut 64


 “Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” Münafikun 11

Hiç yorum yok: