15 Ağustos 2018 Çarşamba

Müslüman Türk asla korkmaz…

Eğilmez; beşeri yaptırımlara diz çökmez; tehditlere boyun bükmez; paniğe kapılmaz; baki ahiret hayatını fani dünyaya satmaz; para gibi bir eğretiliğe pirim vermez; hak ve adaletten yüz çevirmez; özünün beden değil ruh olduğuna iman eder; ölüme değil ölümsüzlüğe koşar; başarı ya da zaferi dünya değil ahiret için umursar; lafı değil eylemi içselleştirir; yaşamdaki maksadın ölümü tanımak olduğuna inanır; doğarken nişanlı olduğu ölümle şehadet ile evlenir.

Şüphesiz korku, fıtratın bir gereğidir. Ancak iman etmiş Müslümanları diğerlerinden ayıran beşer yani insandan değil yaratıcısı ALLAH’tan korkulmasıdır.

İman ehli ecdadı yüz yıllarca Allah’ın düzenini yeryüzünde hâkim kılabilmek amacıyla kıtalar aşarak fetihler gerçekleştirmek suretiyle hak ve adalet için küfre karşı amansız mücadeleler vererek şehit düşmüşken; varislerinin abd, Rusya, ab gibi batılların hegemonyası altında yaşamayı kazanç ve şeref addetmek, Müslüman Türklere yakışık kalmaz.
 
Oysa ecdat da nefis sahibiydi; onlarında canları ve dünya nimetlerinden istifade etme imkânları vardı; onlarında hayalleri, kazançları, ticaretleri, unvanları, evleri ve malları vardı; onlarında ana, baba, eş, çocuk, torunları ve bir arada yaşama heyecanları vardı; onlarda haksızlık ve adaletsizlik karşısında susarak dünyanın ücra köşelerine seferler düzenlemekten imtina edip nefislerinin derdine düşebilirlerdi; onlarda Allah’ın hükümlerini evirip çevirerek nefislerine peşkeş çekebilirlerdi; onlarda Allah yolunda cihad etmek yerine nefisleri uğruna koşuşturabilirlerdi; onlarda zenginlik, debdebe ve caka peşine takılıp gösterişte yarışabilirlerdi; onlarda barış manipülasyonuyla barbarların arzu ve isteklerine uyup müstemlekeliğe razı olabilirlerdi; onlarda Allah’ın düşman kıldığı batılla dost olup çatılarının altında toplanabilirlerdi;  onlarda çıkarlarını gözeterek, mazlumları canavarların dişlerine terk edebilirlerdi; onlarda mal ve can endişesi taşıyıp hayatta kalabilmeyi kollayabilirlerdi; onlarda keyfi ve zevki almasını bilirlerdi; onlarda eşleriyle birlikte sefa sürüp şehvetin doruğuna çıkabilirlerdi; onlarda imani yükümlülükleri terk edip ekonomi kazanç hırsıyla barbarlarla sarmaş dolaş olabilirlerdi; onlarda ekonomik tehditlere boyun eğerek şerefsiz bir rahatlık sürebilirlerdi; onlarda zalimlikte had tanımayan vicdansızlarla gülüp eğlenebilir ve kahkahalarla gelirlerini kutlayabilirlerdi; onlarda çocuklarını Allah yolunda cihada göndermek yerine okullarda eğiterek kariyer edinebilirlerdi; onlarda yaşamak varken şehid olmak istemeyebilirlerdi; onlarda Allah’ın emirlerini uygulamak yerine mazeretler üreterek kolayca sıvışma yolu arayabilirlerdi; onlarda nasıl olsa Allah affeder diyerek şeytanın tuzağına düşmek suretiyle İslam’ı nefislerine uydurabilirlerdi; onlarda eş ve çocuklarının akıbetlerini dert edinip mücadeleden kaçınabilirlerdi.
.
Müslüman Türk Milleti’nin rabbi ALLAH ise, abd, Rusya, Çin, Avrupa, bm, nato ve diğer beşeri güçler kimdir ki, Allah’a ortak koşulabilsinler!

Fitnenin adam öldürmekten daha büyük günah olduğu açıkça buyrulduğu halde; bizler, küfrün çıkardığı fitnenin üzerine öyle atlıyor ve imanımızı yitiren bir azgınlıkla özümsüyoruz ki, balıklama dalarak şeytanın tuzağına düşüyoruz. Küfrün taktiği olan akılları karıştırarak savaş kazanma hilesi, ne acıdır ki, sözde Müslümanları çarçabuk kuşatabilmekte, böylece zillete mahkûm olunmaktadır.

Mahlûku insan, Müslüman, halife ve şerefli kılanın beden değil ruh olduğu gerçeğini idrak edememişlerin düşünce ve sözlerine itibar öyle ziyandır ki,  esaret ve yenilgi için başkaca bir sebebe gerek bırakmamaktadır. 
      
Beşeri güçlü kılan Etkin Ruh’un mutlak varlığına iman etmemiş bedenler, her ne kadar canlı kalabilmeleri için ruhla bütünleşmiş olsalar da, Etkin Ruh’un yardım ve desteğinden mahrum kalmış olmalarından maddi güçler karşısında peşinen bir korku ve mağlubiyet psikolojisi içindedirler.

Bu, insanlığı hatta iman etmiş kalpleri çökerten öylesine zehirli bir hastalıktır ki, bedeni yani maddi gücü bulunanın zayıf olanı elimine edeceği önyargısını doğurduğundan, doğrudan ya da dolaylı olarak kula kulluğu meşrulaştırmakta, ruhi kuvvet ve üstünlük yok sayılmaktadır.

Hâlbuki tarihte nice güçlü toplum ve devletlerin, kendilerine göre zayıflarca nasıl sabun köpüğü misali yerle bir edilip dünyadan silindikleri kanıtlarla ortadadır. Dolayısıyla güçlü olan beden değil ruhtur! Velev ki, o ruh, tek bir bedende olsa dahi Etkin Ruh ile dayanışma içinde olmasından tüm dünyaya diz çöktürebilecek kudrettedir. Böylece Etkin Ruh ile vahdaniyet içinde olmayan insan ya da süper güç olarak sanılan devletler, görünüşte ne kadar güçlü olursa olsunlar zayıftır ve iman etmiş bir ruhun karşısında yok olmaya mahkûmdurlar. Dolayısıyla Müslüman devletlerin ve Müslüman Türklerin tarihleri apaçık delillerdir.

Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı Yiğit Bulut gibi seküler öyle Türkler vardır ki, küfrü imanla özdeşleştiren hedeflerini amaç edinmelerinden haddi aşmış olmalarına asla kanılmamalıdır. Müslüman hiçbir Türk, küfrü imana tercih edebilecek bir imparatorluğun içinde ve ortağı olmamış; olabilmesi de mümkün değildir. Olabilmesi ya Rusların İslam’ı kabul etmesi ya da Türklerin İslam’dan çıkmasıyla orantılıdır.

Tarihin hangi döneminde Ruslar, Müslüman Türkler ile dost olmuş ve sadakatte bulunmuş ki, günümüzde yahut gelecekte Rus-Türk İmparatorluğu gibi bir tez muteberlik kazanabilsin? Ki, Rusya’nın nasıl bir İslam hasmı olduğu; Müslümanları ve Türkmenleri acımasız katlettikleri malumdur.

Ancak çıkarcı bedeni beyinler, fırsatı kazanç sayarak geleceğe öyle ihanet etmektedirler ki, beterin daha beterine müstahak kılmaktadırlar. Dolayısıyla haçlı- siyonist abd ile Rusya’nın hiçbir farkı bulunmamaktadır.

Dünün abd boyunduruğu altındaki Türkiye’nin bugün abd’ye kaşı Rusya ve diğer beşeri güçlerden medet umarak yaptırım sahibi görebilmesi,  ancak insan siluetindeki zayıf ve sapkın kafalı mahlûkların hezeyanlarıdır.

Müslüman Türk milletinin Allah’tan ve dini İslam’dan gayri hiçbir dostu, desteği ve rehberi yoktur; bu sebeple batıl hiçbir ortağa, güç birliğine ve yardımcıya ihtiyacı bulunmamaktadır.

Dün olduğu gibi yarında Allah’ın kâfi geleceğine imanı tam olan Müslüman Türk Milletinin kafaları karıştırılsa da, asla batıllaştırılamaz!

“Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Allah'ın her şeye gücü yeter.” Al-i İmran 189

“Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kafidir. Nisa 45

Hiç yorum yok: