29 Nisan 2018 Pazar

Yalan söylüyor!

Recep Tayyip Erdoğan’a karşı intifada başlatacağını söyleyen Hayrinüsa Gül değil miydi?

"Asıl intifadayı ben başlatacağım!" Hayrinüsa Gül - Abdullah Gül’ün eşi

Cumhurbaşkanı adaylığı ile ilgili konuşan Abdullah Gül, geniş bir mutabakatın ortada olmamasından dolayı Cumhurbaşkanı adaylığının söz konusu olmadığını açıklamış.

Açık bir ifadeyle demiş ki; ne Recep Tayyip Erdoğan ne Ak Parti ne dava arkadaşlarım ne Müslüman Türk milleti ve ümmet ne de uğruna mücadele verdiğim dava umurumda değil! Peki, o dava neydi ki, umurunda olmayabilmektedir?

Açıklamalarında iktidara öyle bir muhalefet etmiş ki; Türkiye’nin barış ve huzura ihtiyacı olduğu bahisle daha çok kutuplaşmanın ve kaygı ortamının olduğunu belirtmiş.

“Ne yani, Müslüman Türk Milleti, dinini ve vatanını muhafaza edebilmek için azgınları, teröristleri, haçlı-siyonist mihrakları ve düşmanlarını dost edinerek kutuplaşmanın önüne mi geçmelidir; iç ve dış şartlar içerisinde büyük zorluklarla karşı karşıya iken kaygı duymamalı mıdır? Kötüye ve insan görünümündeki şeytanlara ‘eyvallah’ mı demelidir?”

Terörist parti PKK/HDP’nin ısrarla Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını istemesi sorgulandığında, başka bir açıklamaya gerek olmayacaktır. Zaten geçmişte Recep Tayyip Erdoğan’ı PKK/HDP ile masaya oturtanda Abdullah Gül idi!    

İsminin yoğun şekilde gündemde olduğunu söyleyen Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısına dikilecek ve Ak Partili seçmenleri böleceği düşünülen bir aday olmasaydı, kendisini kimse takar mıydı? Ya da kendisini kurtarıcı bir tanrı mı görmektedir? Çok ciddi boyutlara ulaştığını iddia ettiği ekonomik sorunlar nedir ki, iflas etmeyip en kalkınmış bir ülke olunabiliyor; hatta meydan okumada ve savaşta ileri atılabiliyor?

Müslüman Türk Milletinin geniş bir mutabakat sağladığı Ak Parti olduğuna göre; Ak Parti’den değil de dâhili ve harici muhalefetin adayı olma istemesindeki amacı nedir? Neden adaylığından Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti hatta millet lehine çekildiğini belirtmemiş de, muhalefet adına mutabakatın gerçekleşmemiş olmasına bağlamıştır?

Neden milletin büyük bir kesimi Erdoğan diyor da kendisini benimsememesinden artıklara muhtaç kalıyor? Oysa yıllarca politika hayatında bulunarak devletin en üst düzeylerinde görev yapmamış mıydı? Neden milleti ikna edemiyor?

Gerek Recep Tayyip Erdoğan gerek Ak Parti ile meselesi olduğu açıklamalarının içeriğinden ve eşinin yıllar önce yaptığı intifada çağrısından dolayı ortada iken; “kimseyle şahsi meselem yok” sözleriyle sadece politikalar ve gelecek vizyonla ilgilendiği bahanesi apaçık bir manipülasyondur.

Oysa hem merhum Necmeddin Erbakan ile yaptığı politika hayatında hem de Erdoğan’la birlik olduğu süreçte Türkiye’yi caydırıcı bir güç olarak görmemiş ve hiçbir riski göğüslemeyip hegemonyasal bazlı bir huzur ve güven aramış; haçlı-siyonistlerin destek ve övgüleriyle refaha ulaşılabileceğini sanmıştır.  

Hem Abdullah Gül hem de Hayrünisa Gül’ün yaptıkları açıklamalarda sürekli “ben, ben, ben” demeleri, millet gönlünden uzaklaşmalarına yegâne sebeptir. 
   
Öyle ki, Ak Partiyi kurup iktidara taşıyarak bugünlere getirenin kendileri olduğunu; zatı şahanelerine saygı duyulmadığı ve o saygının her türlü eleştiri ve tenkitten uzak tanrısal bir aşk ve tazim içermediğini; tanrısal özgür ağırlıkları bulunmasından Ak Parti teşkilatı ve oy veren halktan ayrıcalıklı tutulmadıklarını; Gül’lersiz bir Ak Partinin, devletin ve ülkenin var olamayacağı kibrini; gerek Abdullah Gül gerekse Hayrünisa Gül’ün adlarına hatta gölgelerine dahi kıyamda bulunulmadığını; Ak Partinin kurucusu ve ülkenin kurtarıcıları olarak gönüllerde yaşatılmamaları meseleye kapak olmuştur.

“Ne mutlu o insana ki, kendi liyakatinden bahsetmeyecek kadar mağrurdur.” Montesquıeu

Mutsuzluklarından şikâyet eden kimseler, başkalarının mutsuzluklarını göremeyen ve hallerine şükretmeyen kimselerdir. İnsanın insanı yüceltmesi kibre, gurura ve şirke yol açan şeytani bir felakettir. Dolayısıyla zamanında Gül çiftini arşa çıkaran Ak Partililerin Gül’leri nadasa bırakmaları, öfkelerine ve ayaklanma başlatmalarına sebep olmuştur. 

Hz. Ömer, başarı ve zaferlerden dolayı büyütülen kimseleri Allah’a şirk koşmakla addeder ve böyle bir tehlikeye karşı derhal müdahalede bulunurdu. Hatta halifeliğin Genelkurmay Başkanı ve ömrü savaş meydanlarında geçip hilafet topraklarını genişleterek sayısız zaferler kazanmış Hz. Halid Bin Velid’i sırf bu yüzden görevinin başından almıştı. Gerek siyasetin gerekse ordunun esas görevinin Allah’a hizmet olduğunu vurgulayarak, sultalaşmaya kesinlikle karşıydı. Ancak ülkemizde siyasetin din dışı laik oluşu ve milletin laik çarkta öğütülmüş olmasından şirksiz geçen bir an yaşanmamakta, devletin başındaki, ortasındaki, sonundakiler de şirki, bir ibadetmiş gibi işlemekten haz duymaktadırlar.

İslami düşünen ancak kalpleri kibirle bezenmiş insanları mümin zannedilir ama öyle münafıktırlar ki, “ben” merkezli oluşlarından kendileri olmaksızın her şeyin yakılıp yıkılacağı sanısıyla içten içe sadece kendilerini değil etraflarını da tüketirler.

“Kibir, bele bağlanmış bir taş gibidir; onunla ne yüzülür ne de uçulur.” Hacı Bayram Veli


“De ki: İçinizdekileri gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye kadirdir. “ Al-i İmran 29 

Hiç yorum yok: