2 Nisan 2018 Pazartesi

Yalancı olan dünya değil, insandır!

Kendini nefsine hapsetmiş insan, öyle düşler âleminde yaşamaktadır ki, dünyayı yalan görür ama nasıl bir yalancı olduğunu idrak edemez.

Düşüncesinde bile özgür olamayan insan, fiiliyattaki tutsak iradesiyle öylesine özgür olabildiği iddiasında bulunur ki, yalancılığın bayraktarı şeytan dahi yanında masum kalır.

Dünyadaki olumsuzluklar, kötülükler ve musibetler gerekçe gösterilerek, failin dünya olduğu savı apaçık bir imansızlık ve küfürdür. Çünkü dünya Allah’ındır; dünyada var olan menfi-müspet her şey adalet üzerine yaratılmış olup, her şey ekilene göre biçilerek karşılık bulmaktadır.

Hiç kimse, hiçbir yerde ve hiçbir zaman güven içinde olmadığı gibi tehlike içinde de değildir. Çin’de ki bir kelebeğin kanat çırpışı, Karaibler de kasırgayı tetikleyebilmektedir. Her an, her şey olabilmekte, güneşli bir havada fırtınaya yakalanılırken, fırtınanın akabinde parlayan bir güneş veya olağanüstü bir mutluluk seni sarabilmektedir.

Bir felâketten kurtulmanın sevinciyle coşarken, başka bir tuzağın seni beklediğini bilemiyorsun. Ya da bir musibetin acısından veya zilletinden inlerken kalkınmana neden olabilecek bir rahmetin ortasına düşebileceğini tahmin edemiyorsun. Zaman ilerledikçe belirsizlik zannedilen olaylar güncelleşiyor; gülerken ağlayabiliyor, ağlarken gülebiliyorsun. Zenginken fakir, fakirken zengin; mahkûmken iktidar, iktidarken mahkûm olabiliyorsun. Bilgeyken sürünebiliyor, ümmiyken yücelebiliyorsun. Sağlıklıyken hasta, hastayken sağlığa kavuşabiliyorsun. Menfi yahut müspet, lehte yahut aleyhte süregelen bütün bu değişimlerin yaşandığı dünya şer midir; hayır mıdır?

Nefsi değil dünya için batsın diyerek temize çıkabileceği hezeyanıyla temennide bulunan bir kimse, şüphesiz ahiret ve cehennem için de ‘batsın’ diyebilecek bir düşünce ve duyguya sahiptir. Çünkü dünya hayatında sabır olduğu gibi bir de azap vardır, ahirette ise bitmek tükenmez daha şiddetli ve ebedi azaplar; sonsuz mükâfatlar vardır. Dolayısıyla iyi-kötü, hak-batıl, doğru-yanlış ve gerçek-yalanı yaratarak, hem hayrın hem de şerrin binbir türlüsünü imtihan maksatlı “o kitap”’ın da yazan Allah’ın hiçbir şey umurunda değildir. Çünkü O, kâinatın yegâne Tanrı’sı ve adilidir!

Hem Allah’a, insanlığa, vicdana ve adalete savaş açmış batıl çarkın içinde yer alacaksın; hem de çifte standart ve ikircikli yaklaşımlarla şikâyet ederek adaletin olmadığından dem vurup, batsın bu dünya diyeceksin.

Kıyamete dek ne bu dünya batırılabilir; ne “o kitap” değiştirilebilir; ne şeytan yok edilebilir; ne kötülük durdurabilinir; ne batıllığa son verilebilir; ne de dilenilen bir düzen kurulabilir!

Oysa İslam’ın yani adaletin vuku bulabilmesi için hak yolda batıla karşı cesaretle savaşabilseydi, iyinin kötüye karşı zaferi kaçınılmaz olur, böylece suçlunun dünya değil kendilerine fiyat etiketi koymuş insan müsveddelerinin olduğu muhakeme edilebilirdi.  Daha dünyanın ve içindekilerin kime ait olduğunu bilmeyerek lanet yağdıran bir aklın adalet feryatları, tıpkı gökten sağanak halinde boşanan, içinde yoğun karanlıklar, gürültü ve yıldırımlar bulunan yağmura tutulmuş kimselerin durumundan farksızdır.

Haksızlık ve adaletsizlikleri işleyen batıl güçleri kendilerine rehber ve ortak edinip küfür çatısı altında birleşmeyi hazmedebilenin ne sözlerine ne de vicdanına güvenilebilinir. Eğer gerçekten hak ve adalet arayışında olunsaydı; zulme uğrayan yüz binlerce kadın ve çocuğa duyarlılık gösterebilseydi; dünyayı ahiret karşılığı satar, adalet adına Allah yolunda savaşılabilecek nükleer bir imana sahip olunabilinirdi.  
Şüphesiz her şeyi gözetip koruyan, iyi ve kötü her olayı takdir eden Allah, dileseydi gerek geçmişte gerek günümüzde katledilen insanlara ilişmezdi. Lakin dünya, ahirete geçisin imtihansı bir süreci olmasından iman edenlerle etmeyenlerin açığa çıkabilmesi maksadıyla her türlü iyiliği ya da kötülüğü sebepler ve aracılılarla meydana getirmekte; dolaysıyla hakkın batıl ile mücadelesini şart koşmaktadır. Hakkı Allah yaratıp batılı başka bir tanrı yahut şeytan mı yarattı ki, küfrü bir ayırıma gidilebilmektedir? Ancak görevleri sadece kulluk ve Allah’ın hükümlerini yerine getirmek olan halife insan, kötülüğe ve adaletsizliklere karşı koymak yerine lanetlerle ya dünyayı ya da kaderi suçlama kolaylığıyla sıvışabileceklerini ve aklanabileceklerini sanmaktadırlar. Oysa kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr edenden daha berbat kim vardır?

Haksızlık ve adaletsizliklere karşı gözlerini, kulaklarını ve kalplerini kapatanlar, nefislerinin yani küfürlüklerinin gereğini yapmaktadırlar. Ya iman ettiklerini iddia edenlerin gözleri açık olmalarına rağmen körlüklerine ne demeli! Nefsi çıkarları adına aslan kesilip de tüm güçlerini kullananlar, sıra hak ve adalete gelince ağlaşarak beşeri güçlere karşı duydukları korkulardan dolayı çığırtkanlıktan öteye gidemezler. 

Dünya, Allah’ın izniyle iyilik ve kötülüğün hüküm sürdüğü bir denge üzerinedir. Safların birbirleriyle savaşı ezelden beri devam etmekte, kendini Hakka ve adalete adamamış olanların iyiliği egemen kılmadaki korkuları, kaçışları ve ihanetleri, diz çöktükleri kötülülerin safından iyilik temennisinde bulunma gibi adi bir riyakârlığı doğurmuştur. Bedel ödemeden bir somun ekmeğe dahi sahip olamazken; iyilik, hak ve adalet benzeri bir erdemliğe kavuşabilmek mümkün müdür? Dolayısıyla geçmişte nasıl Hakk yol için canını ortaya koyarak, küfür ehlinin zalim elini sıkmayarak uzlaşmaya ve pazarlığa girmemiş iman ehli çıkmış ise, dünyadaki adaletsizliklere son verecek Müslümanlar da mutlaka var olacaktır. Çünkü ALLAH vardır!

Halife olarak yaratılmış insan, hem dünya hem de ahiret için öyle bir yüz karası olmuştur ki, nefsini tatminden öte hiçbir şeyi umursamamakta; ne faniliği ne de ölümü gerçeğin açık perdelerini görmesine kâfi gelmemektedir. Öyleyse suçlu olan dünya mıdır; insan mı?

“Şüphesiz ahiret de dünya da bizimdir.” Leyl 13

“İnsanlardan kimi Allah'a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki: Kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O, dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu, apaçık ziyanın ta kendisidir.” Hac 11 

“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.” Hadid 22

“Bilmez misin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah’a aittir; dilediğine azap eder ve dilediğini bağışlar. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.” Maide 40


“Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.” İsra 72

Hiç yorum yok: