25 Nisan 2018 Çarşamba

Bahane öyle bir örtüdür ki…

Gerçeği eğip bükerek görünmez kılan bir aldatıcılıktır!

Bahane, diğer bir ifadeyle mazeret, korkuyu doğuran öyle bir hastalıktır ki, insanın kendi kendini aldatmasıyla kalmayıp yaratıcı Allah’ı da kandırabilmek maksadıyla öne sürdüğü sebeplerin tümü; hak ve adaleti ortadan kaldıran bir salgındır.

Özlerinde taşıdıkları bahanelerle sonucu gizlemeye çalışan hırsızlar ve sokak sersilerinden daha beteri politikacılardır. İçlerindeki halk ruhu, şeytanın ruhundan farksız olup, nefsi çıkarları için her kötülüğe ve şerefsizliğe uygun mazeret uyduranlardır. Bu sebeple kesinlikle mantıklarına güvenilmemesi gereken politikacılar, siyasetçi olmadıklarından ancak kendi avantajlarının kölesidirler.

Kazananın hep kumarhane olması gibi seküler-laik bir düzende kazananın da hep mazeretler olması; gerçeğin idrak edilememesine; hak ve adaletin tesis edilememiş olmasına bir nedendir.

Güttükleri ilkeleri nefsi menfaatlerinden dolayı çiğneyen politikacılar öyle bozulmuş insanlardır ki, onlardan daha korkuncu yoktur. İhanetlerini mazeretlerle sıvaladıklarından çirkinliklerini yani hainliklerini kapatabilmektedirler.  Dolayısıyla ne dinleri ne vatanları ne de millet umurlarında olmadığından sinsilik ve kahpelikte öyle ileridirler ki, hasım oldukları dindarlık ve vatanperverlikte bile timsal kesilirler.

Seküler-laik bir düşünce düzeyinde lider ve partiler ne olursa olsun tamamı aldatma üzerine inşa edilmiş yapılar olmalarından, dalavere yapma ve ikiyüzlü davranma karakteri taşırlar. Ahlak ve erdemlikten soyutlanmış olmaları temsilcisi oldukları halkta güvensizlik doğursa da, şeytani manevralarla fahişeden daha kötü olduklarını, kamuflaj ustalıklarıyla ikna edici bahanelerle örtbas ederler.  

Oysa politika değil de siyaset yapılmış olunsaydı; şeref ve utanma duygusu taşınır, vahyin güttüğü evrensel amaçlar doğrultusunda ahlaki bir değer ortaya konarak, hak, adalet ve dürüstlük dışı tavırlardan ölümüne kaçılmak suretiyle hafif olan şeyler misali su yüzüne çıkmazlardı.

Siyasi eylemdeki temel özellik; halkı yükseltme yolunda sürekli bir çaba, rakipleriyle değil bizzat kendileriyle cenkleşme, daha büyük ve derin bir saflığa, bilgeliğe, iyilik, sevgi, hak ve adalete yönelik doymak bilmez bir istekle yoğunlaşmaktır.

Kendi özel çıkarlarını en iyi bir şekilde değerlendirebilmek için ürettikleri bahanelerle halkı mümkün olduğu ölçüde kendilerini incitebilecekleri alan dışına itmeleri, aslında başka bir söze ihtiyaç bırakmamaktadır.

Zaten Türkiye’nin içine girdiği seçimde çevrilen entrikalar, politikacı gerçeğini kanıtlamaktadır. Dindarının dinsiz; dinsizin dindar; düşmanın dost; dostun düşman; teröristin vatansever; vatanseverin terörist; solcunun sağcı; sağcının solcu ile yekvücutluğu her ne kadar Türkiye lehinde bir mantıkla manipüle edilmiş olsa da, ilkesel şerefsizliğin ta kendisidir.
“İki yanlış bir doğru etmez ama iyi bir mazeret eder.” Thomas Szasz
Amacı hak olanın batıl safta hakka kavuşabilmesi mümkün değildir. Çünkü ortağı, müttefiki ya da birleşiği batıl olan, onun dini yani ilkesi altındadır.

Bir çarkın eşiğinde dönen dünyada fiziki her olay görünebiliyor, işitilebiliyor ama kavranılamıyor. Zaten sorun, görünen ya da işitilende değil, muhakeme yani idrak edilememektedir. Bir şeyi görmek ya da işitmenin orantısı ancak idrakle mümkündür. Dolayısıyla idrak edilemeyen her şey, tıpkı öküzün trene bakması ve koyunun kaval işitmesinden farksızdır.  

Aldatmanın her ne kadar mazereti yok ise de, maalesef Türkiye’de nasıl mevcut olduğu aşikârdır.  Olmamış olsaydı; o kadar yığın var olmaz ve aldatıcıların peşinden koşulmazdı.

“Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak. Enam 112


“Artık o gün, zulmedenlerin (beyan edecekleri) mazeretleri fayda vermeyeceği gibi, onlardan Allah'ı hoşnut etmeye çalışmaları da istenmez. “ Rum 57 

Hiç yorum yok: