5 Nisan 2018 Perşembe

Sana ne dünyadan…

Hem dünyanın hem de kaderin sahibi ALLAH ise, sen kimsin!

Belirlenmiş eceli gelene kadar kendisine lütfedilen kuvvet ve kıymetleri emanet olarak kullanan insan ancak bir misafirdir.

Öyleyse bir misafirin sahiplenme hakkı olabilir mi?

Ev sahibinin kurallarına uymakla yükümlü misafirin inisiyatif güdebilmesi mümkün değildir. Ya da ‘neden’ diye sorabilmesi; bir şeyi değiştirmeye veya başkalaştırmaya girişebilmesi; isteklerini nefsi doğrultusunda kabule zorlayabilmesi; dilediği gibi serbestliğe başvurabilmesi; düzen getirebilmesi; meydan okuyabilmesi; ev sahibini dışlayabilmesi; malik olmaya çalışabilmesi; kendine sınırlar çizerek mutlak olmaya kalkışabilmesi; bağımsızlıktan yani özgürlükten dem vurabilmesi; ev sahibini takmayabilmesi; hâkimiyete niyetlenebilmesi;  nefsini üstün kılabilmesi…

Dünyanın sahibi Allah, dileseydi ne bir kötü ne bir asi ne bir inkârcı ne bir kaos ne bir suçlu ne bir terörist ne bir düşman ne de bir musibet yaratırdı. Hatta insanları başıboş öyle hür bırakırdı ki, hiçbir kural ve sınırlama getirmeyerek olmasını istedikleri her şeyi olduruverirdi. Diğer bir ifadeyle zatına ortak kılarak tanrı yapardı.  

Ama O, kulları olarak yarattığı insanlara dedi ki, her ne kadar dünyayı emrinize verdiysem de sahip değil sadece misafirsiniz; misafirliğin gereği indirdiğim hükümlere göre varlık sürdürün; haddi aşacak hiçbir düşünce ve davranışta bulunmayın; yalnızca emirlerimi yerine getirin.

Dünyada sahiplik iddiasında bulunan insanın nasıl misafir olduğu ölümüyle aşikârdır. Yeryüzünde ve gökyüzündeki her şeye muktedir olan Allah’a karşı elinden hiçbir şey gelmeyen insanın emanetsi gücüyle sahiplenme benliği öylesine azgındır ki, fayda yahut zarar verme yetkisinin kendinde olduğunu sanmasıyla nefsi kafasının nasıl sapkın düşünceler ürettiğine delildir. Oysa Allah, noksan bir şey mi yapıyor ya da adil bir hayat mı vermiyor yoksa düşünmekten aciz midir ki, insanın daha iyisini yapması, vermesi ve düşünmesi meşru sayılabiliyor?
  
Öyle ki, insanın sahip olduğu nefis öyle zayıftır ki, sorunların üstesinden gelebilmek ve yanlışları bertaraf edebilmek için sürekli yasalar çıkartır ama yanlışları daha da arttırarak bindiği dalı keser.

İyi-kötü; güzel-çirkin; doğru-yanlış; hayır-şer; sıkıntı-mutluluk; hastalık-sağlık; korku-güven; doğum-ölüm gibi her şey Allah’ın bilgisi dâhilinde olup, neyin ne olacağını, nasıl sonuçlanacağını ve nelere yol açacağının takdiri sadece kendisinindir.

Lakin insan, sanki Allah bilmiyormuşçasına öne geçme hadsizliğiyle dilediği bir dünya meydana getirebilmek için öyle hevese kapılır ki, yalanlarıyla beterin daha beterine müstahak olur.

Bir şeye sahip olmak, o şeye sahip olana sahip olmak demektir. Yaratılmış bir beşerin yaratıcısı Allah’ı güdebilmesi imkânsız ise, dünyaya ve içindekilere sahip olabilmesi de mümkün değildir. 
   
Allah’tan gayri ardına takıldıkları beşeri önderlerini güçlü, bilici, kurtarıcı yapmakla kalmaz; Mehdi, İsa gibi çeşitli efsaneleri çıkararak dünyayı kötülükten kayıracaklarına umut bağlarlar.
Peki, Allah yok mu; Allah bilmiyor mu; Allah görmüyor mu; Allah adil değil mi; Allah dengeleyemiyor mu; Allah rahim ve rahmet sahibi değil mi; Allah kötülüklerin üstesinden gelemiyor mu; Allah’ın fayda vermediğine bir başkası fayda verebilir mi; dünyanın sahibi Allah değil mi; Allah’ın tahtında başka bir ortağı mı var ki, kötülük yaratabilyor; yapanlar ve beklenenler Allah’ın iradesini yenebilecek tanrılar mı; ‘o kitap’ı değiştirebilecek güçleri mi var; hayır ve şer Allah’tan değil midir?

Asıl acayip olan Müslüman kimlikli müsveddelerin Kur’an’da mevzusu dahi yer almamış Mehdi adlı bir efsaneye inanmış olmalarıdır. Ki, öyle sapkındırlar ki, hem Allah’a inandıklarını söylerler hem de Allah yokmuşçasına Mehdi adlı bir mite güvenirler. Oysa elçi olarak kıyamete dek Hz. Muhammed gönderilmemiş midir; Hz. Muhammed’in son peygamber olmasına rağmen ne kurtarıcılık gücü, ne fayda yahut zarar verme yetkisi ne de hidayete ulaştırma inisiyatifi vardı! 

Dilediğine şefaat ederek kurtarma gücü bulunmayan Hz. Muhammed gerçeği Kur’an ile apaçık ortadayken; dünyayı kurtaracağı iddia edilen Mehdi, ahiret için ne yapacak?

Öyleyse Mehdi’den kastettikleri bir tanrı değilse kimdir?

Dünya ancak sahibi olan ALLAH’ın işidir. Dolayısıyla insana düşen kulluğu gereği Allah’ın hükümlerine kayıtsız-şartsız itaat etmektir!

(“Resûlüm!) de ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir? «Allah'a aittir» diyecekler. Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız! de." Müminun 84-85

“Ahiret de dünya da Allah'ındır.” Necm 25
“Doğru yolu göstermek bize aittir. Şüphesiz ahiret de dünya da bizimdir.” Leyl 12-13
“Gerçekten senin için ahret dünyadan daha hayırlıdır.” Duha 4
“Fakat siz (ey insanlar!) ahiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde dünya hayatını tercih ediyorsunuz. A’la 16-17
“Azana ve dünya hayatını ahirete tercih edene, şüphesiz cehennem tek barınaktır.” Nazirat 37-38-39

“Her şeyi alt üst eden o büyük felaket geldiği vakit, insan dünyada iken ne için çalıştığını hatırlar. Cehennem de gören her kişiye açıklığı ile gösterilir. Nazirat 34-35-36

“Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve onun eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar (haktan) uzak bir sapıklık içindedirler. İbrahim 3

“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttaki olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hala akıl erdiremiyor musunuz? “ Enam 32

Hiç yorum yok: