15 Nisan 2018 Pazar

İnsan, başına gelenlere müstahaktır…

Lâyık olmasaydı ne musibet ne zulüm ne de cehennem yaratılırdı!

Nasıl ki şeytan, kibrinden dolayı emre boyun eğmemesiyle cennetten indirilmek suretiyle lanetlenmiş ise, insanoğlu da gurur ve kibre kapılmasından aynı akıbete uğramış ancak tevbe imkânı verilmiş olmasından düştüğü zilletten kurtulabilme fırsatı Allah’ın izni doğrultusunda sağlanmıştır.

İsyan etmekle kalmayıp sayısız şikâyetle dövünen insanın inat ve ısrarla vahiy karşıtlığını sürdürmesi barbarlara direnmesini engelleyip diz çöktürmüştür. Böylece insanoğlunu dize getiren beşeri tehditlerin hüküm sürdüğü dünyada ne hak ne de adalet vuku bulabilmektedir.

Şüphesiz nefsin galebe çaldığı bir düşünce ya da hukuk düzeyinde zalimler cesaretlenmiş; egemen devlet anlayışıyla meşrulaşarak zulümler öyle içselleştirilebilmiş ki, halkın adalet çığlıkları illegal bulunarak devlet zorbalığı legalleştirilebilmiştir.

Yaratıcı Allah’ın ayetlerini yalanlayarak onlara karşı kibirlenen herhangi bir insan ve düşünce temiz değildir; masum değildir; iyi değildir. Çünkü o baştan yaratıcısına karşı gelmiş ise; hilkatteki eşine mümtaz olabilmesi mümkün değildir. Bu sebeple Allah’ı ezip geçmeleri akabinde birbirlerine de aynı vicdansızlıkta bulunmuşlar; dolayısıyla musibetlerin binbir türlüsü reva kılınarak başa gelenlere müstahak olmuşlardır. Allah’ın hükümlerini nefsine peşkeş çekip ezeli düşmanlarına diz çökmüş bir insan zillete müstahaktır. İşte böyle bir insanın ne inancı ne ibadeti ne de duası makbuldür!

İmanını en derinlerde yaşayarak fiziki gücü paçavraya çeviren ve dininin mutlakıyetini hayatıyla kanıtlayan bir Müslüman’ın insanlık ölçüsü, Allah’tan gelene sabretmek ve adaletin yerini bulabilmesi için zalime karşı çıkmaktır.

Adalet ancak Allah’ın rızasını kazanabilmek maksadıyla güdülen bir doğruluktur! Adalette nefsi bir çıkar, kayırım, önyargı, acıma, gözetme, kincilik, üzülme, müsamaha, haksızlık etme, kaçınma, hislere uyma ve lehte bir düşünce yoktur.  

Ne var ki, Allah’ın adil olması gibi insan adil olmadığından her türlü meşakkat, haksızlık ve adaletsizliği hak etmekte; dolayısıyla döktüğünü yalamasından zehri yiyebilmektedir. Ki, ebeveynlerin tükettiği o zehir çocuklara da sirayet ettiğinden felaketlerden hiç kimse kurtulamamaktadır.

Ne zaman ki akıl karıştırıcı detaylara değil sonuca odaklanabilirse, ölüm gibi musibetlerin de özü idrak edilebilir. İyi yahut kötü detay sonucu doğurur ama detayı bilmek sonucu asla etkileyemez.  Dolayısıyla sonuçta ölüm vazgeçilmez ise, detay değil nasıl ölündüğünün önemi vardır. Fevkalade ince bir çizgi olan fark kavranabilindiğinde sonrası anlaşılarak ya sevinilir ya da üzülünür.

Çocukların, kadınların, yaşlıların, hastaların ve masum insanların katledilişleri bir ölümdür. Ancak o ölümlerin hak mı yoksa batıl mı olduğu canları alan Allah’ın takdiriyle açığa çıkarılarak ya ebedi bir cennet ya da cehennemle sonuçlanmaktadır. Dolayısıyla asıl olan detay değil, sonuçtur!

Mümkün olan bir şey, başlı başına bir şeyi yoktan var edemez. Çünkü o, kendinin malik olmadığı bir şeyi kendi dışındaki şeylere verme imkânına sahip değildir. Nasıl ki, sıfırdan pozitif bir sayı türetmek mümkün değilse,  mümkün olmayan bir şeyden de yeni bir şey meydana getirmek mümkün değildir. Bunun için muhakkak harici bir sebebe yani bahaneye ihtiyaç vardır ve ancak o sebeple etlenip varlık kazanabilir. Bu harici sebep kendiliğinden mevcut değilse, elbette bir başkasına ihtiyaç duyacaktır. Ve bu sebepler zinciri neticede bütün sebeplerin ana sebebi durumunda olan bir sebebin varlığını zaruri kılacaktır. Dolayısıyla aracı sebepleri yani bahaneleri ya da detayları etkin ve yaratıcı bir güç olarak addetmek, insanoğlunun düştüğü en korkunç yanlış ve tuzaktır.

Dürüst olmayan insanın sapan kimseden zarar görmesi meşrudur; adil olmayan insanın adaletsizliğe duçar kalması meşrudur; nefsini rehber edinmiş insanın zulme reva olması meşrudur;  zalimi yok etmeyen insanın çektiği eziyet meşrudur; yaratıcısı Allah’a itaat etmeyen insanın uğradığı zillet meşrudur; huzur ve güveni Allah’ta değil de beşerde arayan insanın başına gelen bela meşrudur; Allah’ın indirdiğine değil de beşerin yalanlarına güvenen insanın sıkıntı, acı ve gözyaşları müstahaktır!   

“Biz dilesek, elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat,  »Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım» diye benden kesin söz çıkmıştır.  Secde 13

“Bizim ayetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete giremeyeceklerdir! Suçluları işte böyle cezalandırırız! “ A’raf 40 

“Bir ülkeyi helak etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşılarına emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke, helake müstahak  olur; biz de orayı darmadağın ederiz.” İsra 16


“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.” Maide 105  

Hiç yorum yok: