22 Nisan 2018 Pazar

Görüyorsunuz; anlatmaya gerek yok…

Ama gözleri olduğu halde göremeyen; kulakları olduğu halde işitemeyen; kalpleri olduğu halde hissedemeyen ve aklı olduğu halde muhakeme edemeyenlere nasihat gereksimi kaçınılmazdır

Aklıyla muhakeme edebilecek bir iradeye sahip olamayanın gördükleri, bilgisi ya da tecrübesi hiçbir işe yaramamaktadır. Dolayısıyla akıl, göz, kulak ve kalp doğrudan iradeyle orantılıdır!
İçinde her şeyin cereyan ettiği dünya gibi namütenahi geniş bir laboratuara sahip insanoğlunun yaşadığı süreli hayatı muhakeme edemeyip ya da muhakeme edebilmesine rağmen iradesince kontrol altına alamaması akılsız veya ahmak mı; yoksa kader mahkûmu olduğuna mı kanıttır?

Bir saniye sonrasının belirsizliği kabul edildiği veya olasılıklarla tahmin edildiği halde fanilikten ibaret dünya nimetleri, geçici makam, şöhret, para ve iktidar hırslarının dizginlenememesi akılsal yani iradesel değil, kaderseldir. Dolayısıyla elde edilmek istenenlerin yahut sahip olunanların lütuf ya da lanet olabileceğinin kestirilememesi, özgürlük iddiaların çöpsel döküntüler olduğuna bir delildir.  
  
Aklın bilimsel tanımının tüm kurallarına haiz ve görsellikte başarı elde etmiş olanların gerçeğe odaklanamamalarının sebebi nefis, diğer bir ifadeyle benliktir. Oysa akıllıya benlik güdüsü yakışmayacağı her ne kadar tartışılmaz ise de, maalesef bilgileri, kariyerleri, unvanları, popülariteleri ve kazanımları sanki akıllı olduklarına dair bir üstünlükmüş gibi yanılgı doğurmaktadır.

İster din, ister bilim, ister siyaset, ister askeri, ister sanat alanlarında olsun sultalaşan kimselerden hakkaniyet ve erdemlik beklenemez. Benlikleri kabartan başarı, zafer, şan, iltifat ve övgüler böbürlenmeye; dolayısıyla hata ve yanlışı reddetmelerine neden olmaktadır ki, böylece en dahiler, bilgeler, liderler, âlimler veya kahramanlar da tanrılaşma sürecini başlatmaktadır.

Gerek Hz. Ömer’in; “Benim için insanların en sevimlisi, bana hatalarımı hediye edendir” sözleri, gerekse Benjamin Franklin’in “Düşmanlarınızı sevin çünkü kusurlarınızı yalnız onlar açıkça söyleyebilir” ifadesi; bilgi, makam, güç ve iktidarlığı nefisten aşağı tutmalarından önce yaratık yani kul bir insan olunduğunu özenle vurgulamışlar; hata ve kusurdan dolayı hilkatteki diğer eşlerden hiçbir farkın bulunmadığının altını çizmişlerdir.

Unutulmamalıdır ki her düşünce, rejim ve devlet, otoritesi doğrultusunda totaliterlik taşır. Aksi takdirde varlığı mümkün değildir! Öyleyse yaratıcı Allah’ın otoritesine özgürlük mazeretiyle karşı çıkılabiliniyor da, yaratık beşeri güçlerin otoritesi nasıl kabul edilebiliyor? Neyin doğru veya yanlış, iyi veya kötü olduğunu Allah’ın hükümlerinde değil de beşeri yasalarda aramak akılla bağdaşabilir mi?

Bilinmelidir ki, önemli olan fanilik değil, bakiliktir! 
  
Aslında ne gökyüzünde ne de yeryüzünde anlaşılmayacak hiçbir gizlilik yoktur; muhakeme sorunu ya da noksanlığı vardır. Zaten vuku bulan herhangi bir olayın gizliliği olamaz!  Ki, ölüm, tartışılabilmesi mümkün olmayan en somut olay olmasına rağmen idrak edilememektedir. Çünkü detaylarla yani vesveselerle aklı karışan insan, sonucu kavrayamamaktadır.
Her insan, yeryüzünde meydana gelen iyi veya kötü, güzel veya çirkin, doğru veya yanlış, sıkıntı veya mutluluk, acı veya tatlı tüm oluşumları kolayca irdeleyebilecek fıtratsal bir yetiye sahiptir. Zaten bir kısmı tecrübe edinmiş; bir kısmı da şahit olmuş bir altyapıya mükelleftir.  

Lakin olayların muhakemesi ancak otokritik ile mevcuttur! Dolayısıyla yaşadıklarını otokritik yapmayanın muhakemesi mümkün olmadığından olaylara kör, sağır ve idraksiz kalınmaktadır.

Alenen belli olan bir olayın açıklanmasına ihtiyaç yoktur. Çünkü o, yeterince açık olduğundan tartışmaya mahal bulunmamaktadır. Tıpkı görünen köyün kılavuz istememesi gibi!

Ne var ki, ortada apaçık duran bir gerçeği çeşitli bahanelerle eğip bükmeye çalışma amaçlı açıklamada bulunan vesvesecilerden dolayı karışan akıllar yalanı rehber edinmişlerdir.

İnsanın yaşayarak, görerek, işiterek, tadarak, hissederek ve şahit olarak edindiği tartışılmaz tecrübeler ve olayların doğuş, geliş ve bitiş aşamalarındaki deliller; akış sürecinde oluşan sebeplerin zincirsel bir halkayla birbirleriyle olan bağlılıkları; etkileri ve tahmin edilemez bir refleksle olaylarda yerini almaları; plân, program ve hesapta olmadığı halde aniden ortaya çıkan menfi veya müspet sebeplerin kökten değişikliğe neden olan araçsal varlıkları; zihin sistemini bloke ederek muhakeme gücü ve iradeyi etkisiz kılan düşünce ve duyguların kontrol edilemeyen kadersel varlığı; eğitsel çizgide kabiliyet gösterdiği sanılan zihin ve duyguların ani dönüşümleri; fikirsel ve inançsal değişiklikler; düşüncede olgunlaştırılan bilgilerin fiiliyata geçirilememesi veya farklı formasyonda gelişim göstermeleri; istenmeyen veya nefret edilen acıtıcı, ürkütücü ve yıkıcı olayların sahiplenircesine yaşanılması; daha birçok sayısız oluşumlar, körlerin, sağırların, hatta geri zekâlı olarak nitelendirilen kimselerin dahi anlayabileceği net bir berraklıktadır. 

Dolayısıyla insanın kendi iradesiyle hiçbir başarı, güç ve yaptırıma sahip olamadığı, yalnızca kendine verilenlerle yetinmeye mevkuf bir kul olduğu gerçeği apaçıktır. İddia ettiği bir özgürlüğe ve hâkimiyete zerre kadar sahip olmadığını bizzat yaşayarak defalarca tecrübe edinen insan, saptırılmış benliğinin kadersel yazgısından ötürü geçici üstünlüğünü veya acizliğini iradesinden bilebilmektedir. Gerçekleri kabul edip etmemek, kavrayıp kavramamak, yapıp yapmamak iradesel bir yaptırımı olmadığından, her ne kadar aydınlatılsa, delil ve mucizelere şahit olunsa da inanılamamakta ve ısrarla karşı konularak yalanlamaya devam edilebilmektedir.

Neredeyse herkesin bukalemun misali sürüngenlere dönüştüğü seküler-laik bir dünyada öyle cebelleşiyoruz ki, lehine sandığının aslında seni yok etme emelleri taşıyan samimiyetsiz bir canavar olduğunu idrak edemiyor, öldürmekten beter mahvettiğini kavrayamıyoruz.

İşine geldikçe, baş edemedikçe ve zorda kaldığında somut doğa olaylarına bakarak yaratıcı Allah’ı zoraki olsa da tanıma mecburiyetinde kalan seküler-laik düşünceli insanın edinilmeye değer bilginin ne olduğunu biliyor musunuz; beyin hücreleri çalıştırılarak elde edilen bilgidir. Peki, o nedir diye soracak olursanız teori, kuram ve hipotezlerden oluşmuş sanal bilgidir,

Gördüğüne, işittiğine, hissettiğine yabancı olan insan; neden yaratıcısı ALLAH’a ve kendine yabancı olmasın ki!

(Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler. Bakara 171

“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır. A’raf 179

“Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” Furkan 44  

(Resûlüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin. Al-i İmran 26

Hiç yorum yok: