28 Mart 2018 Çarşamba

Öyle yontularak eğilip bükülmüşüz ki…

Hıristiyan ve Yahudiler gibi Allah’ı gökyüzüne yerleştirip yeryüzündeki hâkimiyeti beşere teslim etmişiz.

Düşünün ki, İslam topluluğunun önderi olarak rehber edinen Recep Tayyip Erdoğan dahi parti mitingindeki Al-i İmran Suresi 12. Ayetini motive amaçlı dikte eden partili gençleri uyararak, okunmamasını siyasi toplantı gerekçesiyle karşı çıkıp, “Nerede ne okuyacağımızı bilelim. Türbede miyiz, camide miyiz yoksa siyasi toplantıda mıyız” sözleriyle seküler-laik’lerden farksız bir tepkide bulunabilmiştir.

Öyleyse siyaset bir kenef midir ki, ayet okunması yasak olabilsin?

Hatırıma yıllar önce yargılandığım mahkemedeki hâkimin ayete karşı tepkisi geldi. Savunma amaçlı okuduğum Türkçe mealli ayete fevkalade kızmış ve mahkeme salonunda ayet okuyamayacağı söyleyerek, şahsımı tutuklamakla tehdit etmişti. Ben de kendisine okuyabileceğimi ve Allah dilememiş ise tutuklayamayacağı ifade etmiştim.

Geçmişte İslam karşıtlarından dolayı binbir cefayla karşılaşan Müslümanlar, bugünde seküler-laik çarkında yontulmuş Müslüman görünümlü politikacıların yanlışlarından çekmektedirler.

Oysa Al-i İmran Süresi 12. Ayet;(Resûlüm!) İnkâr edenlere de ki: Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası kalınacak ne kötü bir yerdir!“

Erdoğan sözlerini şöyle sürdürdü; “Onları siz bana bırakın. Bunları inşallah kabristanlarda okuyun. Ama siyasi bir toplantıda bunları bize bırakın. Nerde neyi okuyacağımızı iyi bilelim. Bize eyvallah. Siz onları bize bırakacaksınız. Tamam mı? Buralara nasıl geldiğimizi de iyi bilelim. Türbede miyiz, camide miyiz, bunları ayıracağız. Yoksa bir siyasi toplantıda mıyız? Bunu da ayıracağız. Unutmayın biz bu milletin tümünü kucaklayacağız. Hepsini istisnasız. Benim gencim gayet güzel ayet okuyor ama ayeti okuyamayanlar da var. Onları da katacağız. Onları da buraya alalım.”

Partili gençlerin ayeti Arapça diliyle okumuş olmalarının bahane edilmesi bir manipülasyon değil midir? Öyleyse kendisi Arapça bilmeyenleri mazeret göstereceğine mealini açıklasaydı ya! Ne ayetler kabirde, ne türbede ne de camide okunsun diye indirilmiş; Allah’ın kucaklamayıp dışladığı küfür ehli, adalet dışında kesinlikle Müslümanlarla eşdeğer tutulamaz; aynı çatıda barındırılamaz.

Diğer taraftan bir yere gelmek iradesel değil tamamen kadersel, yani Allah’ın er-Rahman, er-Rafi ve el-Müzil sıfatlarındandır. Onun için Müslüman bir kimse başarıyı kendinden bilmemelidir. Ki, en azılı kâfirlerin dünya nimetlerinin en alasına sahip olabilmeleri mi, ayetlerden kaçınmaya neden olmaktadır?

Ayrıca Allah’ın kucaklamayıp lanetlediğini nasıl bir kudretle hidayete ulaştırıp kucaklayabilmektedir? Yaratıcı Allah, insanoğluna uyarı amaçlı gönderdiği peygamberlerine bile kullarını bırakmamışken; Cumhurbaşkanı Erdoğan, peygamberler üstü bir güce sahipmişçesine kendisine bırakılmasını talep edebilmektedir? Acaba kendisini fayda ya da zarar verebilme gücünde mi görüyor?

Yaratıcı Allah’a ve dinine lütfedercesine tanıdıkları kutsallık payesiyle siyaset ve dünya işlerini vahiyden öyle hileyle dışlamışlar ki, gökyüzünde Allah’ı, yeryüzünde de beşeri egemen kılarak, dolaylıda olsa kendilerini yeryüzü tanrısı yapmışlardır. Lakin düştükleri ikilem çukurunda debelenmekten sakınamamışlar; başarılarını iradelerine, başarısızlıklarını da doğa yahut kadere yükleyerek acizliklerini ikrar etmekten de kaçınamamışlardır.    
Dini siyasetten ayırmanın amacı, Allah’ın anayasası yan, Kur’an’ı reddetmek değil ise, nedir? Eğer Allah’ın karşısında “ben” de varım demek ise, Allah’a karşı açılan bir egemenlik savaşı değil midir?  
Ruhsuz bir bedenin ölümünü engelleyemeyerek yenilmesi gibi dinsiz bir siyasette de beden misali çerçöptür ama nefislerinin ısrar ve inatlarından Allah’ın mutlak hükümranlığına teslim olmamak için cambazlıkta sınır tanımamaktadırlar. 
İşte gerçek ile yalanı ortaya koyan doğrular denizi, din ve siyaset ayırımıyla ilgili öne sürülen düzmeceleri kanıtlamakta, böylece din ile siyasetin birbirlerine zıt ve düşman değil, bir bütün olduğunu ispatlamaktadır. Diyeceksiniz ki, ruh ile bedeni ayrı ve bağımsız kuvvetler hatta ruhu tamamen reddedip bedeni mutlak kılmaya çalışan düşünce, neden din ile siyaseti ve bilimi savaştırmasın?
Şimdi kendimize bir soralım; dini siyasetten ayırabilmek mümkün müdür? Din kutsal da, siyaset kutsal değil midir? Siyasetin amacı insanlığa hizmet olduğuna göre; siyaseti kutsal bulmayan bir düşünce şeytani değil midir?
Ancak siyaset gibi ulvi bir devlet ve millet yönetimini nefse odaklatarak materyalistleştirip dinden koparmak suretiyle politiğe dönüştürülmesi, neden din ile siyasetin düşman kılındığına açık bir yanıttır.
Dolayısıyla dinsiz siyaset tamamen batıldır, nefsidir, şeytanidir! Yaratıcı Allah’ın değil nefsin egemenliğini talep edenlerin şer için yarıştıkları düzende hayra ulaşabilmek imkânsızdır. Bu sebeple siyasetin değil politikanın at başı olduğu âlemde riyakârlık, hilekârlık, yalancılık, sömürücülük, manipülasyon, aldatıcılık, sahtekârlık, şirk, haksızlık ve adaletsizlikler meşrulaşmıştır.

Herhangi bir hata yahut yanlışlık kabul edilircesine tepkisiz ve görmemezlikten gelinmemelidir ki, doğrular zehirlenmesin.

 “Tek olarak yaratıp, kendisine geniş servet ve gözü önünde duran oğullar verdiğim, kendisi için (nimetleri önüne) serdikçe serdiğim o kimseyi bana bırak!Müddessir 12-14

“Artık sen onları bırak ve bekle. Zaten onlar da beklemektedirler.” Secde 30

“Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak. En’am 112

“De ki: Doğrusu ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim.” Cin 21

“Tehdit ederek, inananları Allah yolundan alıkoyarak ve o yolu eğip bükmek isteyerek öyle her yolun başında oturmayın. Düşünün ki siz az idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın ki, bozguncuların sonu nasıl olmuştur! A’raf 86


(İnsanlar) kendi aralarında (din ve devlet) işlerinin birliğini bozdular. Hâlbuki hepsi bize döneceklerdir.” Enbiya 93

Hiç yorum yok: