7 Mart 2018 Çarşamba

Ölümünden sonra kim gelecek…

İnsanoğlu yaratıldığından beri sürekli tartışma konusu olan “kim gelecek” sorusu beşeri tanrılaştıran bir hezeyandır.

Yaratıcı Allah’ın ruhsal oluşu fiziki idollere ihtiyaç duyurmuş; imanlı veya imansız her düşünce düzeyinde şirk doğurmuştur.

İnsanın maddeden üstün varlığı her ne kadar kendisine herhangi bir inisiyatif hakkı sağlamamış ise de, kimilerine göre özgür yahut cüzi bir iradeye sahip olunduğu savıyla benlik güdülmesine neden olunmuştur.
  
Ancak insanın diğer canlılardan üstün yaratılması, onun her şeyin üstesinden gelebilecek veya dilediğini yapabilecek özgür ya da cüzi bir irade yanılgısını doğurmuştur.

Denizde boğulmaya ramak kalmış bir kimseyi düşünün. Boğulmak üzereyken can havliyle çırpındığı ve son nefesini vermeye saliseler kala tam derin sulara gömüleceği sırada aniden bir tahta parçası yahut başka bir cismin ellerinin arasına tutunmasıyla karaya çıkmak suretiyle ölmekten kurtulmuş olması, nasıl ve kimin iradesinin tezahürüdür? Nasıl oluyor da cansız bir nesne, bir adamın hayatını kurtarma başarısı gösterebiliyordu? O adam, neden hayatını kurtaran o cisme kurtarıcı edasıyla minnet duyup baş tacı yapmak suretiyle şükranlarını ifade etme yerine bir tekme atarak kıyıya terk edebiliyor? Ya kendisini o cisim yerine bir insan kurtarmış olsaydı vereceği tepki, şüphesiz ömür boyu sürecek tazimsel bir vefa olurdu. Oysa söz konusu cisim de insanın yaptığını gerçekleştirmemiş miydi? Öyleyse insan ile cismin arasındaki fark, birinin ruhlu diğerinin ruhsuz olmasının dışında nedir? Her halükarda sevk edip kurtaran Allah değil midir?  

Bir Müslüman olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan, katıldığı bir etkinlikte "Tayyip Erdoğan döneminde iyiyiz ama Tayyip Erdoğan'dan sonra ne olacak bunu iyi düşünmemiz lazım" diyebilmiştir.

Oysa kendileri kimlerdir ki, yaratıcı Allah’ın Mutlak İrade’sinde olan takdirini bilmezlikten gelerek, gelecek ile kaygı duymak suretiyle kader karşıtı bir yargıda bulunabilinmektedir?

Allah’tan dahi iyi düşünenin olmadığını ikrar ederler ama kendilerini Allah yerine koyarcasına irade koymaya kalkışırlar. Hâlbuki yaratıcı Allah dilemedikten sonra kul olan insanın ne iyilik ne de kötülük yapabilecek bir gücü olmadığı gibi, bir başkasını getirebilme kudreti de bulunmamaktadır. Öyleyse tüm hayr ve şer yani iyilik ve kötülük Allah’tan geldiğine göre; herhangi bir iradenin yaptırımı kesinlikle yoktur.

Nice peygamberler, topluluklar, liderler ve bilginler gelip geçmiş; her birinin ölümü akabinde yenileri gelmiştir. Her canlının eceli olduğu âlemde kâinatın kaderini elinde tutan Allah, iyi ya da kötü olanı bilgisi dâhilinde nüfuz ettirerek hükmetmiştir.

Hz. Peygamber Efendimizin döneminde dahi aynı vesveselere kapılan bir kısım insan, fayda veya zarar verenin Allah olduğu imanını yitirmelerinden hataya düşmüşler, Hz. Muhammed sonrası için telaşa kapılmışlardı.

Ki, bu öylesine gizli bir şirktir ki, ana-baba-eş-evlat ve kardeşini kaybedenler bile aynı duyguyla endişe hatta korku yaşamakta, Allah yokmuşçasına küfre boylayabilmektedirler. Sanki öncesinde sahip olduklarını sağlayan, bakan, huzur ve güven veren Allah değilmişçesine isyansı bir absürtlükte bulunabilinmektedir.

Şüphe, imanı öldüren öyle bir zehirdir ki, yaratıcı Allah ile yaratık insan arasında tenakuz doğurandır. Oysa dilediğini yaparak hükmeden Allah ise, insanın hükmedecek bir gücü var mıdır ki, istikbali yani geleceği ile ilgili bir iyilik takdir edebilsin?

Maalesef hâkimiyetin Allah ile kul arasında paylaştırılması böylesi hezeyanları meşrulaştırmış, iman ile küfrün birarada tutulmasından şirk türemiştir. Temel dayanağı vahiy olan ile olmayanlar arasında iman farkı olması gerekirken aynı paralelde düşünülebilmesi bazen doğrudan bazen ise dolaylı bir Mutlak İrade reddini mukim kılmıştır.  

Aslında iktidarın ‘o kitap’ yani kader mi; yoksa nefis mi sorgusu; kimin “Tanrı” kabul edildiği gerçeğini ortaya çıkmaktadır.

“Şu halde (işin gerçeği) öyle (umdukları gibi) değil! Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, şüphesiz onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter ve kimse bizim önümüze geçemez. Me’aric 40,41

“ Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim geri dönerse, Allah'a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.  Muhammed 144

“Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler.“ Zümer 30 

“Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa «Bu Allah'tan» derler; başlarına bir kötülük gelince de «Bu senden» derler. «Hepsi Allah'tandır» de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar! Nisa 78

(Resûlüm!) De ki: «Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?» De ki: «Allah'tır.» O halde de ki: «O'nu bırakıp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz?» De ki: « Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu? » Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir. Rad 16


“De ki: Doğrusu ben (kendi başıma) size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim.” Cin 21

Hiç yorum yok: