15 Şubat 2018 Perşembe

Dışarısı düşman; içerisi hain…

İşte yedi düvel bu olsa gerek!

Allah resulü, nasıl ki kâfir münafıktan yetmiş kez daha tehlikelidir buyurmuş ise, hain de düşmandan o denli daha büyük bir felakettir.

Seküler-laik düşünce doğrultusunda benlikleşen insanlar, kendileri olmak yani Allah’a kul olmak yerine hilkatteki eşlerinin güdümünde olmayı öyle sindirmişler ki, insanlığı tarumar etmekle kalmayıp itilip kakılan etiketli köleliğe rızalığı modernlikle özdeşleştirebilmişlerdir.

Düşmanla barış adına bir arada yaşanılabilir ama doğruyu eğip bükecek bir uzlaşmaya girişilemez. Hele hainle bir hava dahi teneffüs edilmez!

Nasıl ki merkezi sinir sisteminde herhangi bir hücre tahrip gördüğünde organlar atıl hale gelebiliyor ise, hak ve adalet adına mahkûm olmuş bir düşünce ya da rejim de aynıdır.
İnsanoğlu yaratıldığından itibaren hak ile batıl savaşı hiç sönmemiş; Allah adına yapılan İstiklal muharebeleri hiç bitmemiş ve kıyamete değin sonlanmayacaktır. Çünkü cinsi ve insansı şeytanların varlıkları sürmektedir.

Kulluğu doğrudan yahut dolaylı olarak reddeden insanlar öyle zayıftırlar ki, gücü, hile ve ihanetlerde aramalarından hainliği meslek edinmişlerdir.

Kanalizasyonda temiz bir yer bulabilmek nasıl imkânsız ise, yanlışla yani küfürle inşa edilmiş bir düzende insan bulabilmekte fevkalade zordur. Herkesin birbirinden beter ve çıkarı için çalıştığı bir düzende insan kalınabilmenin mümkünsüzlüğü vahiyle de açıktır. Dolayısıyla kötüyü türeten düşünce hainliği meşrulaştırmakta; iyinin hâkim kılınabilmesi de duçar kalabilmektedir. 
              
Cesedi görsellikte ölümsüzleştirebilmek maksadıyla çürümesini engellemeye çalışmak nasıl kendisinin bir ölü olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor ise, hain-düşmanla girişilen insani bir muhabbet, hoşgörü, tolerans ve davranış da kendisini alçaklıktan kurtarıp yüceliğe ulaştırmamaktadır. Yapılan makyajsı müdahaleler ya da hümanist yaklaşımlar her ne kadar gerçekten uzaklaşmaya neden olsa da, gelecekte daha korkunç ahlaki ve politik öldürücü salgınlara zemin hazırladığı tartışılmazdır.

Hakikat ışığına körelmiş seküler-laik insan, karanlığı aydınlık sanarak öyle koşturmaktadır ki, fiziki körlerden çok daha karaltıda yaşadığını bile fark edememektedir. Dolayısıyla karanlığa alışmış bir insan, aydınlığa ihtiyaç duymadığından hakikat ışığına odaklanamamakta; böylece karanlıkta düşünen ve dolaşan mahlûk olmayı özümseyerek batıl yoluna devam etmektedir. Batılın aydınlık değil karanlık bir yol olduğunu birçok ayetiyle bildiren Allah’ın doğru hükmü, bilimde dahi “gözün karanlıkta da aydınlık gibi görebildiği” tespitle ortaya konmuştur.  

Kimi insan karanlıkta yaşamaya alışıktır; kimi insana aydınlığı gösterdiğinde gözleri kamaştığından kaçar; kimi insan karanlıktan ok gibi çıkarak aydınlığa kavuşur; kimi insan aydınlıktayken karanlığın cazibesine kapılarak karanlığı aydınlık zanneder; kimi insan biyolojik gözle değil gönül gözü ile gördüğünden aydınlıktan çıkmaz; kimi insan hem aydınlık hem de karanlık içinde bir gölge gibi yaşar; kimi insan ise yaşadığı karanlığa ışık huzmesi sızmasıyla aydınlığa ulaştığını sanır. 

Gücü ve iktidarları tüketip bitiren her ne kadar hainler ise de, dünya,  hakkı ve adaleti egemen kılabilmek için insanlığa zulmeden barbarları ortadan kaldıran iman ehline ev sahipliği yapmış öyle bir âlemdir ki, hiçbir şart ve koşulda hainlerin emellerine ulaşamadıkları; muhtemelen ulaşmış olsalar dahi kalıcı olamadıkları bir tarihtir.  

Karanlığa yani batıla karşı hakkı yani aydınlığı hâkim kılabilmek için nice topluluklar ve milletlerin şehadete koşmalarından insanlık süregelmiş; ALLAH’ın bayrağına sarılmış yiğitlerin küfrü püskürtmelerinden hak düzen muhafaza edilmiştir.

İslam milletleri arasında Müslüman Türk Milleti, varlığı boyunca haçlı-siyonist barbarlara karşı savaşarak Allah’ın bayrağını burçlara asıp hak ve adaleti sağlamış ama içindeki hainlere gerekli müeyyideyi uygulamamasından zillete düşerek yenilgiye uğrayabilmiştir.

Düşmanı yenilgiye uğratmak, Müslüman için fevkalade kolaydır. Ancak içerdeki hainler öyle virüstürler ki, yenilmeye mahkûm düşmanlara galebe çaldıracak manipülasyonlarla akılları karıştırmaktadırlar.

Etrafındaki düşmanlardan çok daha beter hainlerin sarmaladığı Türkiye, şüphesiz imanlı neferleriyle her zorluğun üstesinden gelebilecek bir şehadet aşkı taşımaktadır. Müslüman her Türk ya da diğer mensuplar, şehitliği kabullenmiş vakurlu bir halde zaferi kendileri için değil Allah adına istemiş olmalarından ölümü hiç mi hiç tasa etmemekte; dolayısıyla haçlı-siyonist kahpeler gibi dünyada değil ahirette kazanacakları mükâfat için sevinçle canlarını vermelerinden küfre karşı iman üstün gelmektedir.

 Afrin’de gazi olan yaralıların tedavileri sonrası tekrar cepheye gitme arzuları, hatırıma Çanakkale Savaşında yaralı düşen bombacı Mehmet Çavuş’u getirdi. Seddülbahir ve Conkbayır'ın mücahit kahramanlarından biride bombacı Mehmet Çavuş 'tu. Anadolu çocuğu olan bu kahraman, atası Sultan Alparslan ve askerlerinin Malazgirt Savaşı’nda gösterdiği cesaret misali İngilizlerin siperlerimize fırlattığı el bombalarını korkusuzca hemen yakalar, karşı tarafa fırlatır ve kazdıkları kuyulara gömerdi.

Savaş esnasında yaralanan bu yiğit delikanlı, yatmakta olduğu hastaneden tabur kumandanına yazdığı mektupta şöyle diyordu: "Sağ kolumu kaybettim, zararı yok, sol kolum var. Onunla da pekâlâ iş görebilirim. Beni müteessir eden şey; yaramın kapanmamasından dolayı kıtama iltihak edemeyip düşmanla çarpışamamaktır. Hastaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için beni mazur görünüz, affediniz muhterem kumandanım."

İşte nice savaşlarda galebe çalan Müslümanlar, bire karşı on hatta yüz düşmanı yerle bir etmişlerdir.

Yedi bin kişilik ordusuyla yetmiş bin kişilik düşmanı kendi topraklarında yenerek Batı Avrupa’yı fethetmek suretiyle Endülüs Devleti’ni kuran Tarik Bin Ziyad’dan tutun da; kırk bin kişilik askeriyle yetmiş bin kişilik Doğu Roma ordusunu hezimete uğratıp Anadolu da İslam-Türk Devleti’ni kuran Malazgirt fatihi Sultan Alparslan gibi sayısız iman ehlinin referansları ortadayken; ne ABD ne Rusya ne Çin ne AB ne CHP ne HDP ne de başka bir düşman yahut hain asla zincir vuramaz.

Her Müslüman bir askerdir; ölümsüzdür; ölümü etkisiz kılıp şereflendiren şehadetidir!

“Ya Rabbi! Sana tevekkül ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihad ediyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir. Bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret.” Sultan Alparslan

“Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kafir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur. Enfal 65

“Allah kuluna kâfi değil midir? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah, kimi saptırırsa artık onun yolunu doğrultacak biri yoktur. Allah kime de hidayet ederse, artık onu saptıracak yoktur. Allah, mutlak güç sahibi ve intikam alıcı değil midir?” Zümer 36-37


 (Resulüm!) De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah'tır." O halde de ki: "O'nu bırakıp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz?" De ki: "Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?" Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir.” Rad 16

Hiç yorum yok: