24 Şubat 2018 Cumartesi

Öldüren ALLAH’tır!

Ölen ise beşerdir; onun için beşerin, başka bir beşerin canını alabilecek bir inisiyatifi ve kudreti bulunmadığından iyi ya da kötü yolda ölen kim varsa O’nun takdirindedir.

Doğumda nasılsa öldürmede de araç olan insan sadece bir mazerettir. Gerek çocuk, gerek genç, gerek yaşlı, gerek hastalıklı veya sağlıklı, gerekse kadın ve erkek olsun yaşatan kim ise, şüphesiz öldürende O’dur. Hele uyurken gerçekleşen cüzî ölüm ile gündüzün gerçekleşen dirilme apaçık bir kanıttır.

Ecelleri geldiğinden çeşitli gerekçelerle ölen insanlar; ölüm detayına göre ya Allah’ı ya da hilkatteki eşlerini sorumlu tutmaktadırlar. Oysa Allah, yaratılan her canlının eceli geldiğinde öleceğini; insan ve hayvan ya da çocuk ve yaşlı veya hastalıklı ve sağlıklı yahut güvenli ve tehlikeli ayırımı yapmayacağını açıkça bildirmiştir. İnsanın sorumluluğu ise mazeretten yani kıvılcımdan öte olmadığını, dolayısıyla zaten gerçekleşecek ölümde bir araç olduğu vurgulanmıştır.

Lakin mazeret olan faillere müeyyide uygulanmasını indirdiği hükümlerle bildirmiş; her ne olursa olsun o hükümlerin baz alınmasını şart koşmuştur. Ancak insan, sanki (haşa) Allah’mışçasına hükümlerden yüz çevirip failleri “insanlık ayıbı” bahanesiyle öyle affetmiştir ki, vahyi cezaların caydırıcı bir çözüm olamayacağı hezeyanlarıyla kötülüğün elçisi şeytanı hakim kılabilmişlerdir. Hâlbuki yaratan, öldüren ve yönlendiren zaten kendileri olmuş olsaydı; başta şeytan olmak üzere tek bir kötülük ve ölüm vaki bulmazdı. 
.
Yaşam ve ölüm ile ilgili fiziki bir dünyada bir de üstü örtülü ruhsal bir giz vardır. Ancak o giz, fiziki olmadığından kimine göre aleni, kimine göre ise ütopiktir. O gizin dünyaya düşen gölgesini algılayarak idrak edebilenler ile edemeyenler arasında süren kıyasıya fikri veya fiziki çatışma, dünya var olduğundan itibaren süregelmektedir.

Biri insanı yalana; diğeri gerçeğe götüren oluşumda verilen kararın doğrusu; vahyi veya vahiy dışı bir kıyasla mümkündür. Ancak vahiy dışı yani seküler-laik düşünceler gizin içine giremediğinden iddialarının tamamı yalan ve asılsızdır.

Herhangi bir çıkar adına öldüren yahut katledenler övünüp sevinmemelidirler. Çünkü onların iradeleri öldürmeye muktedir değildir. Oysa ölenler, ecelleri geldiği için ölmüşlerdir. Ecelin ne bir dakika ileri ne de geri konamayacağı âlemde, hiçbir beşerin diğerinkinin canını almaya gücü yoktur. Bu sebeple kendileri de ecelleri geldiğinde öleceklerdir. Ama yatakta ama sokakta ama taşıtta ama hastanede ama depremde ama savaşta ama Allah yolunda ama nefis yolunda!

Ne zaman ki insan, bildiği tek şeyin hiçbir şey bilmediği gerçeğini kabullenerek kulluğa razı olur; işte o zaman bedenin ya da maddenin içinde ne olduğu sorusuna da yanıt bulabilir.

Halen kâinattaki maddelerin yüzde doksanın görünmez olduğunu itiraf eden nefis yani pozitif bilim, “Karanlık Madde” olarak tanımladığı görünmezliği çözemediği aşikârken; nasıl ve neyiyle yaratıcılık vasfını kendine yakıştırarak ahkâm kesebilmektedir?

Suç, karışıklık, savaş, bela, açlık, cinayet, felaket, sömürü, haksızlık ve adaletsizlik, nefret ve kin, huzursuzluk ve güvensizlik had safhada olup binbir türlüsünün işlendiği dünyada, herkesin kendi çıkarına çalıştığı düşünce düzeyi aleniyken; kime, nasıl ve neyine itimat edilebilir; insanlık adına var olabildikleri düşünülebilir; mal ve can güvenliklerini teminat altına alabileceklerine inanılabilir?

Vahye göre değil kendi arzu ve isteklerine izafeten düzen getirenlere güvenebilinir mi? 

Öyleyse yaşatacak, öldürecek, durdurabilecek, engelleyebilecek, dönüştürebilecek, değiştirebilecek, çözebilecek,  uzatabilecek, kısaltabilecek ve verdiği söz ya da vaatte bulunabilecek bir güce sahip olmayana; GÜÇ denilebilinir mi?

Gücü mutlak olmayan bir güç, güç değil; yarım bardak suya sokulan kalemin kırık görüntüsüdür.

Nice insan vardır ki, intihar ettiği ve savaş başta olmak üzere her türlü tehlikenin içinde bulunduğu halde ölememiş; sarp ve sağlam kalelerde yaşadığı, hasta olmayıp sağlıklı kalabilmek için her türlü devaya başvurduğu, etrafında kendisini koruyan binlerce muhafız bulunduğu halde ölebilmiştir.

İslam Devleti’nin Genelkurmay başkanı Halid Bin Velid, Allah yolunda savaştığı yüzlerce muharebede şehid olamadığı için pek üzgündü. Bir gün ölüm döşeğinde iken başucuna gelen sahabeye şunları söylemişti.  

Ömrüm savaş meydanlarında geçmiştir.
Vücudumun herhangi bir organı yoktur ki, ok ve kılıç yarası almamış olsun.
Lakin canım yatakta çıkıyor.
Müjdeler olsun!
Allah yolunda savaş yapmaktan kaçan korkaklara.  

“O, hem dirilten hem de öldürendir. O, herhangi bir işin olmasını dilediği zaman yalnız «Ol!» der, o da oluverir. Mü’min 68

“Ve O, yaşatan ve öldürendir; gecenin ve gündüzün değişmesi O'nun eseridir. Hala aklınızı kullanmaz mısınız! Mü’min 80

“Öldüren de dirilten de O'dur.” Necm 44
“Geceleyin sizi öldüren, gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten O'dur. Sonra dönüşünüz yine O'nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir. En’am 60
“Allah'a birtakım benzerler icat etmeyin. Çünkü Allah (her şeyi) bilir, siz ise bilemezsiniz.” Nahl 74

(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı (onu). Ve bunu, müminleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. “ Enfal 17 

Hiç yorum yok: