12 Şubat 2018 Pazartesi

Geçmişle yüzleş ki…

Kaderden kaçabileceğin düşüncesiyle geleceğin tutsağı olmayasın!

Geçmiş insanlar ne başarabilmiş ki, gelecektekiler umut verebilsin?

İlk insanların yaşamları için elzem olan ihtiyaçları ne ise, günümüz insanlarında da geçerliliği aynen sürmekte; bunun dışında gelişen ve modernleşen makyajsı yeniliklerle daha rahat ve gösterişli bir hayatın devamlılığına çalışıldığı aşikardır.  Ancak onca bilim, teknoloji ve reformlara rağmen ecel durdurulamamış, hastalıkların üremesi önlenememiş, sağlıklı bir yaşam verilememiş; musibetler engellenememiş, kötülükler yok edilememiş, nefisler dizginlenememiş ve dilenilen düzenler kurulamayıp ilk çağdaki insanlardan daha kötü şartlarda yaşam sürdürebilen ve katledilen toplulukların var olabilmiş; sorunlar çözülemeyip bilakis artmış; niyete karşın küresel bir istikrarla dilenilen seviye elde edilememiş; eşitlik, barış, huzur, güven, zenginlik, adalet, mal ve can mutlakıyeti sağlanamamıştır.

Öyle ki, güneş dünyadan binlerce kat büyüktür ve bu devasa kütle yakıt olarak kullanılabilecek hidrojenden oluşmuştur. Güneş, her gün 700 milyar tonluk hidrojeni yakıt olarak kullanır. Japonya’ya atılan bomba yalnızca bir kilodan az uranyumu enerjiye dönüştürdüğü halde koca bir şehri yok etmişti. Güneşin akıl almaz güçlü olmasının nedeni her saniyede dört milyon ton hidrojeni saf enerjiye dönüştürmesidir. Her gün uyandığımızda güneş bu enerjiyi yayıyor; Hz. Adem yaratıldığında da aynı şey; Hz. Musa kızıl denizi ikiye yardığında da; Kharun hazineleriyle beraber yere battığında da, Hz. İsa doğduğunda da; Hz. Muhammed Medine’ye hicret ettiğinde ve miraca yükseldiğinde de; Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde de; Çin’de ilk hanedan kurulduğunda da; Firavunlar saltanat sürdüğünde de, Uzay Çağı olarak nitelendirilen günümüzde de…

Geçmişi önemsememenin, reddetmenin ya da inkarda bulunmanın karanlığa götüren nasıl bir aşağılık kompleks olduğu maddenin; dolayısıyla bedenin varlık süreciyle kanıtlıdır.

Şöyle ki! Bütün maddelerin ilk var olduklarındaki toplam miktarı ne ise, kullanılıp çöpe atıldıkları ya da gömüldüklerinde de miktarı aynıdır. Mesela, havada var olan oksijenin daha sonra orada olmaması onun yok olmuş olması değildir. Herhangi bir metale yapışmıştır. Çünkü soluduğumuz havada çeşitli gazlar vardır ve bu gazlardan bir kısmı metale yapışmıştır. Havayı ölçerseniz biraz hafiflemiş olduğunu, demir parçasını tartmanız halinde ise biraz ağırlaşmış olduğunu görürsünüz. Havanın yitirdiği ağırlığa tamamen eşit miktardadır.

Fransız bilim adamı Lavoisier’in bir kutu içinde yaptığı deney sonrası paslanmış bir metalin yitirilen hava kadar öncekiden daha ağır olması, gerçekte hiçbir şeyin yok olmadığını, sadece şekil değiştirdiğini ortaya çıkarmıştır.

Tıpkı enerji, yani ruh gibi yaratıcı Allah, yarattığı evrene gerekli olan sabit miktarda madde koydu. Yıldızlar büyüyüp parladı; dağlar oluşup çarpıştı; rüzgâr ve buzlarla aşındı; metaller paslanıp dağıldı. Ama bütün bunlar olurken evrendeki toplam madde miktarı asla değişmedi; bir gramın milyonda biri kadar bile değişmedi ve sonsuza dek değişmeden kalmaktadır. Mesela, bir şehrin ağırlığı hesaplansa, sonra bu şehir kuşatma altında kalıp binaları yıkılsa, bütün dumanlar, küller, yıkılmış surlar ve tuğlalar toplanıp tartılsa, ilk ağırlıkta bir değişim olmaz. Hiçbir şey kaybolmaz, en küçük toz zerreciğinin ağırlığı bile!

Öyleyse tartışılan nedir ki, geleceğin galebe çalmış olabileceği varsayılabilmektedir?

Allah’ın yarattığını insanların kullanabileceği hale getirmek nasıl ki bir icat değil keşif ise; Yaratıcının etkisi ve yönlendirmesi altında olan akıl da özgür ve mutlak bir güç değildir.

Mümkün olan bir şey, başlı başına bir şeyi yoktan var edemez. Çünkü o, kendinin malik olmadığı bir şeyi kendi dışındaki şeylere vermek imkânına sahip değildir. Nasıl ki, sıfırdan pozitif bir sayı türetmek mümkün değil ise, mümkün olmayan bir şeyden de yeni bir şey meydana getirmek mümkün değildir. Bunun için muhakkak harici bir sebebe ihtiyaç vardır ve ancak o sebeple etkilenip varlık kazanabilir. Bu harici sebep kendiliğinden mevcut değil ise, elbette ki bir başkasına ihtiyaç duyacaktır. Bu sebepler zinciri neticede bütün sebeplerin ana sebebi durumunda olan bir sebebin varlığını zaruri kılmaktadır.   

İlk neden, ilk gerçekliktir. Yaratıcı Allah’tan ilk ruh ve akıl ortaya çıkar. Çokluk, ruhla ve akılla başlar. Bundan da âlem ve nefsin akılları türer. Her akıldan da, o aklın özü ve cismi oluşur. Akıl, cismi ruhsuz hareket edemeyeceğinden, akıllar sırasının ilkinde Etkin Ruh bulunur. Ondan da dünya ile ilgili nesnelerin maddesi, cisimlerin biçimleri, insan özleri ve bilgileri doğar. Etkin Akıl, tümünün yöneticisidir. Yaratılış önsüzdür ve yeri de maddedir. Madde, soyut ve tüm varlığın öncesiz olanı, nefsin eylem alanı, sınırı ve tüm parçaların kaynağıdır. İlk akıl, kendisini ve zorunlu varlığı bilir. Buradan ikilik doğar. İlk akıl kendinde olanaklı, ilk varlık için ise zorunludur. Her soyut âlemin ilk kımıldatıcısı vardır. İlk kımıldatıcıları eyleme sokan ruhtur.

İnsan zihninin özü, bilmektir, ancak insan her zaman biliyor değil ya da bildiğini yapabiliyor demek değildir. İnsan aklı, bilebilmeye yetilidir, fakat insanın bilme tarzı yalnızca mümkündür. İnsan zihni gerçekte herhangi bir bilgi olmadan, ancak bilebilme gücüyle bezenmiş olarak yaratılmıştır. İnsan zihninde bilginin varoluşu için, iki öğenin zorunlu olduğunu belirtir. Duyusal nesneleri algılamamızı sağlayan duyular ve algıladığımız bu nesnelerin suret ya da imgelerini bellekte saklama gücü ve soyutlama yoluyla nesnelerdeki özü ya da tümel unsuru yakalama yetisidir. Lakin söz konusu yeti, insan zihni tarafından kendiliğinden gerçekleşmeyip, Allah’ın yani Etkin Aklı’nın bir eseridir. Etkin Akıl, bilgi sahibi olabilmesi için insan zihnini aydınlatır. Allah, bundan dolayı insanın yaratıcısı ve buna ek olarak, insan bilgisindeki aktif güçtür. Buradan da anlaşılacağı üzere; tüm insanlarda hepsinin birden pay aldığı tek bir Etkin Akıl vardır. O’da Yaratıcı Allah’tır; diğer bir ifadeyle kaderdir.

Geçmiş ile gelecek asla birbirlerinden ayrılamaz; çükü yaradılış ve kulluğu itibariyle insan aynıdır yani kadersel ağ ile örtülüdür. Her ne kadar makyajın getirdiği değişim geçici bir yanılgı doğursa da, öz aynı olduğundan özün dışına çıkabilmek ancak başka bir öz yaratmakla mümkündür.  
   
“Sizden önce nice (milletler hakkında) ilahi kanunlar gelip geçmiştir. Onun için, yeryüzünde gezin dolaşın da (Allah'ın ayetlerini) yalan sayanların akıbeti ne olmuş, görün! Al-i İmran 137

“Onlar, kendilerinden önce gelip geçmiş toplumların (acıklı) günlerinin benzerlerinden başkasını mı bekliyorlar? De ki: Haydi bekleyin! Şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim. Yunus 102

“Onlar bu sözü (Kur'an'ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? Mü’minun 68


(Onların durumu) kendilerinden az önce geçmiş ve yaptıklarının cezasını tatmış olanların durumu gibidir. Onlara acıklı bir azap vardır. “ Haşr 15

Hiç yorum yok: