8 Kasım 2017 Çarşamba

Hilkatteki eşine asla boyun eğme…

Ki, insanlıkla şereflenmiş olabilesin!

İnsanlıkla şereflenmek ancak yaratıcı Allah’a sadakatle orantılıdır. Çünkü şan ve şeref sahibi kılınarak yaratılan insan, diğer yaratılanların birçoğundan üstün kılınmaları hasebiyle yaratıcıları Allah’a öyle borçludurlar ki başkasını, zatına müsavi kılarcasına boyun eğemez.

Ubudiyet yani kulluk ya da diğer bir ifadeyle bağlılık, güven ve itaat, yalnız ve yalnız yaratıcı Allah’a duyulması gereken bir haktır; mükellefiyettir ve mecburiyettir.

Bedenen insan görünümünde ama ruhen mahlûka dönüşmüş yığınların cirit attığı dünyada iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, gerçeği yalandan ayrılamaması öyle bir ucubeliği doğurmuş ki, insanlık silinmiştir.

Hak ile batılı yani gerçek ile yalanı muhakeme edebilen akılların olmamasından nefsinin hizmetine giren insan numuneleri, pisliğin üzerine konmuş sinekler gibidirler. Bu sebeple pislikten çıkıp temizlenememekte; üzerini pislikle örttükleri hak ve adalet ışığına kavuşulamamaktadır.
   
İnsanoğlunun nefsini fevkalade etkileyen ve çağdaş hüviyet kazandıran yaratıcılık hırsı, biyolojik ruhsuz bir beyni ve fiziği odaklandırmış; böylece insanın bir kul yani yaratık değil özgür ve egemen tanrısal bir akıl ve irade sahibi olabileceği hezeyanını doğurmuştur. Allah, ruh, melek, cin ve şeytan gibi göksel varlıkların ya tamamen ya da kısmen inkâr edilmeleri, sınırlarının daraltılmaları veya bilinçaltının ürettiği hipotezler olarak değerlendirilmeleri, benliksel kompleksin egemen olabilme ihtirasından kaynaklanmaktadır.

Her ne kadar yaşadıkları gerçekler karşısında sayısız olay ve delillerle karşılaşmasına rağmen fikrindeki ‘benlik’ ısrarcılığı, yine de pratikte yaşadığı gerçekleri saklamaya yeterli olmamaktadır. Böylece “beyinci tanrısal” varlıklar olarak yalanlarını sürdürseler de, ölümle birlikte doğruya erişmektedirler.

Ölümlü bir insanın sahipliği, hâkimiyeti, dilediğini yapabilecek bir iradesi ve hilkatteki eşine boyun eğebilmesi mümkün olabilir mi? Ki, beşere boyun eğmek bir şirktir!

Oysa insan, halifelikle yüceltilmesine rağmen aklıyla bizzat içinde yaşadığı gerçek hayatı idrak edebilmesi gerekirken; hiçbir dayanağı ve yaptırımı olmayan abartıların peşine takılarak gören bir kör, duyan bir sağır ve kavrayamayan bir kalbe sahip olabiliyor? Çünkü özgür değil, hakkında yazılmış kaderin bir kulu yani tutsağı olmasındandır!

Mutlak İrade’nin boyunduruğu altındaki bir kul, başka bir kula boyun eğebilir mi? Eğebiliyorsa; ya kulluğu inkâr etmiş veya eğip bükmüş bir sapkındır; ya yaratıcı Allah’ın kendisine hükmedemediğini sanan bir mühürlüdür; ya da kendisini Allah’tan güçlü ve üstün gören bir kibirlidir. 

İnsanoğlunun sahip olup böbürlendiği geçici güç ve kudretlerinin bir kısmını ya da tamamını kaybettiklerindeki tavırları, tıpkı üzerine ölü toprağı serpilmiş ruhsuz cesetlerden farksızdır. Fıtratı gereği; anlık ve sürekli olmayan güçlere, cazibelere, makamlara ve rütbelere; benliklerini azdıran ödül ve iltifatlara karşı müthiş zaafları, yaşadıkları gerçekleri anlaşılmaz kılmakta, ancak yenilgilerine kadar süren rüyaları; mal, sağlık ve can gibi ağır bedeller ödemelerine dek uyanamamaktadırlar. Gerçi ani şokla uyansalar da acı dindikten sonra yine uykuya dalabilmektedirler. Neden fikirlerinde meydan okudukları yaratıcı Allah’a ve kadere karşı güçlerini kanıtlayamamaktadırlar?

Muhakeme edebilen hiçbir akıl, kula kulluğa geçit vermez! Ancak kula olan kulluk pratikte aşikâr ise de, sözde herkes tanrısından bahsederek kula kulluk yapmadığını vurgular. Oysa kula kul olmak ve özellikle Allah’tan başkasını tanrı edinmemek sözle değil pratikle kanıtlıdır.

Oysa söze değil eyleme ve yaşanılanlara bir bakıp otokritik yapıldığında; yaratan, yöneten ve yönlendirerek kaderi elinde bulunduran Allah’a mı, yoksa beşere mi kulluğun gerçekçi olduğu anlaşılmaya çalışmalıdır.

Eğer ölümle her şey sona erebiliyor, hastalık ve sakatlıkların kahır sonuçları engellenemiyor, eceller belirlenemeyip durdurulamıyor ise; seküler-laik düşüncelerin ve pozitivist bilimin üstünlüğü ve yaratıcılığı nedir? 

Unutmamalıdır ki, insan bir yaratıktır ve yaratıcısı Allah’ın dışında herhangi bir kul yani hilkatteki eşleri tarafından güdülebilecek düşüncelere rağbet etmeyecek bir üstünlükte yaratılarak ruh, akıl ve kalple donatılmıştır. Ancak kim olduğunu bilmeden yahut irdelemeden kendisini öyle pisliğe konmuş bir sinek misali hayvanlaştırmış hatta daha sapkınlaştırmış ki, kula kulluk yapmayı imtiyaz belleyerek yaratıcısı yerine yaratığın önünde boyun eğmeyi kazanç edinebilmiştir.

“De ki: Ey cahiller! Bana Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz.” Zümer 64

“Ey Peygamber! Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır. Ahzab 1

“Kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah'a güvenip dayan, vekîl ve destek olarak Allah yeter.  Ahzab 48

“O halde, (hakikati) yalan sayanlara boyun eğme!” Kalem 8
“Artık Rabbinin hükmüne (boyun eğip) sabret; onlardan hiçbir günahkâra, yahut hiçbir nanköre boyun eğme. İnsan 24

Hiç yorum yok: