3 Ağustos 2017 Perşembe

Müebbet ceza bir ödüldür…

Vahiyde yeri olmayan öyle bir mükâfattır ki, kötülüğü cesaretlendirerek azmettiren; imtiyaz sağlatan;  güven bahşeden; mağdura bakımı üstlendirilen; haksızlık ve adaletsizliği mukim kılan; vicdanları doğratan; salıverilmesi her an mümkün olan; insanlığı yitirten; iyilikle eşdeğer tutulan; fitneciliği ve caniliği körükletendir.
Eğer devlet hukuku, millet hukukunun önüne geçerek tahakküm altına almak suretiyle müstebitlik uyguluyor ise, o millet bir köledir. Devlet ancak milletin vicdana dayalı hukukuyla inşa edildiğinde adil bir hüviyet kazanır.
Fitnenin başı vicdanı reddeden devlettir! Milletin vicdanını değil, nefsin veya sömürgeci güçlerin mantığını ilke dinmiş bir devlet, milletini yok edebilecek öyle bir tahrip gücüne sahiptir ki, silahların hatta nükleer bombaların vereceği zararlardan çok daha dehşetlidir.
Kâinatın ruhu, devletin temeli, toplumun gıdası, ülkenin güveni, saadetin anahtarı, insan hayatının vazgeçilmez değeri, kötülüğün düşmanı, var olmanın prensibi adalettir. Dolayısıyla vicdani bir adalet, hiçbir çıkara meze yapılmayacak öz bir besindir.

Geçmişten bu yana birçok isyan ve işgalle karşılaşarak sayısız saldırıya ve ihanete uğramış Türk Milleti, 15 Temmuz darbe girişimiyle bir kez daha devleti tarafından ihanete uğramıştır.
Amansız ve acımasız darbecilere karşı canlarını vererek dâhili ve harici hainleri püskürtmek suretiyle devletlerini muhafaza eden Türk Milleti, kendilerini katleden darbecilerin idam edilmemeleri karşısında ihanetin dibini yaşamışlar ama övgülerle, ödüllerle, anıtlarla, iltifatlarla ihanet örtülmeye çalışılmıştır.
Öyle ki, 15 Temmuz’da atılan mermiler ve bombalarla millet kıyasıya vurularak canlarını verirken, seçilen milletvekilleri TBMM’de ne yapıyorlardı biliyor musunuz; genel kurulun hemen altındaki sığınaklara kaçarak saklanmışlardı. Ancak milletin gözünü boyayabilmek için sözüm ona kabadayılıkları görsel iletişimlerle abartılarak anlatılırken, saklandıkları sığınaktan hiç söz etmeyip görüntü verilmemesi, idrak edebilenlere apaçık bir kapaktır.
Darbe girişimin yapıldığı haberini alınca, başta oğlum olmak üzere damadım, yeğenim ve Belçika’dan eşi ve çocuklarıyla beraber ziyaretime gelen arkadaşımı Boğaziçi köprüsüne yollamış ve hainleri püskürtmeden geri dönmemeleri talimatı vermiştim.
Aradan birkaç saat geçmesi akabinde darbeyi yapmak isteyenin FETÖ güruhu olduğunu öğrenmiş; devletin başı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın milleti sokaklara davetini işitmiştim. Ama ne acıdır ki, cumhurbaşkanının çağrısı üzerine millet yollara dökülüp kurşunlara, toplara ve füzelere kalkan olurken, milletin seçtiği vekiller ise sığınaklara kaçıp saklanabilmişlerdi. Acaba devlet ve vatanın korunmasında söz konusu vekiller muaf mı tutulmuşlardı?  
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tek bir sözü üzerine sokaklara çıkarak canlarını veren millet, aylardır darbecilerin idam edilmelerini istemelerine rağmen diretilmedeki maksat nedir diye sorulacak olunursa, anlaşılan milletin köle, devletin tanrı olduğu işaretidir.
Söz ile değil eylemle varlık kazanamayan devlet, milletin buyruğu altında girmediği; hukuku, devlet hukukundan üstün tutulmadığı; asi ve katil işgalcilere idam getirilmediği; müebbet cezalarla ödüllendirilmeye devam edildiği; mağdurun hakları gözetilmeyip vicdani adalet sağlanmadığı; manipülasyonlar sürdürülüp idamlık suçluların mükâfatlandırıldığı; nutuklara değil fiiliyatlara geçilmediği sürece bir daha yakınlarımı hiçbir müdafaaya göndermeyeceğim.
Olacakların yanında 15 Temmuz darbe kalkışması çok hafif kalır ama milletvekillerinin umurlarında değil. Çünkü onlar, canlarını kurtarabilmek için sığınakları olduğunu sanıyorlar.  
Millet ölürken, vatan savunmasından kaçarak dehlizlerde saklanan milletin seçtiği vekillerin idam cezasını yasalaştırmak istemeleri söz konusu değildir.
Aslında bu gerçek, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadelerinde de aşikârdır. Hani, diyor ya; “İdam ile ilgili yasa tasarısı meclisten geçerse, ben onaylarım diye! Partinin genel başkanı olarak; madem milletin talebi olan idam cezasına taraftar ve MHP’nin de verdiği destek aleniyse, sözünün başka kalbinin bambaşka olmasının dışında kendisini tutan nedir?
Artık idam cezasının getirilmesinden başka bir çare yoktur. Aksi takdirde 15 Temmuz’da olduğu gibi milletten bir savunma beklenmemelidir. Öyle ya, millet ne kadar aptal ve köle sanılsa da, sığınaklarda saklanan vekilleri kadar değildirler.  
15 Temmuz darbe girişimi sırasında canlarını veren milletin evlatları nasıl sözleriyle değil amelleriyle alçaklara karşı durarak canlarını vermişler ise, onlarda aynısını yapmak zorundadırlar. Oysa taarruzu savuşturması gereken devletti, meclisti; millet değil! Çünkü milleti korumakla ve müdahaleleri etkisizleştirmekle yükümlü devlet ve meclistir.     
Hiç kimse ama hiç kimse, katillerini müebbet cezasıyla ödüllendiren bir devletten hele de meclisten asla razı olmaz!     
Kim, kimin adına ve hesabına mücadele ediyorsa, mükâfatını ondan alır! Dolayısıyla 15 Temmuz’da darbecilerine karşı yapılan mücadelede kazanılan beşeri ödüller, devlet ve meclisin imansızlığına yani vicdansızlığına bir kanıttır.

“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şâhidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır. “ Nisa 135 

Hiç yorum yok: