3 Kasım 2013 Pazar

Yeni bir Atatürk için çok geç kaldılar…

“Allah’ı da, Sultan’la birlikte tahtından indirdik” meydan okumasıyla övünen CHP, 72 yıldır sürdürdüğü Atatürk etkisinin yitirilip halkın özüne dönmesi üzerine, acil bir Atatürk arayışına girerek Mustafa Sarıgül’e iltihak etti. Neden Mustafa Sarıgül?

Sosyalist, Kapitalist ve Kemalist Mustafa Sarıgül adlı binbir surat politikacının kendini Allah’a, Resulüne, İslam’a ve Kur’an’a adamış bir şeriatçı misali ağzından i'lâ-yı kelimetullah’ı düşürmemesi,  kimliğini bilmeceleştirmiştir. Kemalist, Budist, Hümanist, Müslüman, Musevi ve Hıristiyan gibi birçok maskeyle dolaşan Sarıgül kimdir?

Mustafa Sarıgül kâfir mi, münafık mı, mümin midir? Mustafa Sarıgül, Lawrence maskesiyle Müslüman milletimizi hançerleyecek ve geçmişi tekerrür ettirecek gizli bir düşman mıdır? Eğer Mustafa Sarıgül, sosyalistliğinden ve Kemalistliğinden vazgeçmiş bir tövbekâr ise, vahiy karşıtı CHP’de ne işi vardır? CHP’nin Mustafa Sarıgül’ü sindirmesindeki amaç nedir?

Mustafa Kemal Paşa, 7 Şubat 1923 çarşamba günü Balıkesir Zağanos Paşa Camii'nde çıktığı hutbede şunları söylemişti.
 
"Ey Millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın esenliği, sevgisi ve iyiliği üzerinize olsun.

Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Temel kanunu, hepimizce bilinmektedir ki, yüce Kuran’daki manası açık olan ayetlerdir.

İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. En mükemmel dindir.

Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. Eğer akla, mantığa ve gerçeğe uymamış olsaydı, bununla diğer ilahi tabiat kanunları arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü tüm evren kanunlarını yapan Cenabı Hak'tır.

Arkadaşlar;

Cenabı Peygamber çalışmasında iki yere, iki eve sahip bulunuyordu. Biri kendi evi, diğeri Allah'ın evi idi.

Millet işlerini Allah'ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber'in mübarek yolunda bulunduğumuz bu dakikada milletimize; milletimizin bugününe ve geleceğine ait hususları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde Allah'ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna eriştiren Balıkesir'in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu fırsat ile büyük bir sevap kazanacağımı ümit ediyorum.

Efendiler;

Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmasının gerekli olduğunu düşünmek yani konuşup tartışmak, danışmak için yapılmıştır.

Millet işlerinde her kişinin zihnini ayrı ayrı faaliyette bulunması zorunludur. İşte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz ve bağımsızlığımız için, özellikle egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Milli amaçlar, milli irade yalnız bir kişinin düşünmesinden değil, milletin bütün kişilerinin arzularının, emellerinin sonuçlarından ibarettir.

Bundan dolayı benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.

Hutbeler hakkında sorulan sorudan anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin şekli, milletimizin duygusal fikirleri ve lisanı ile medeni ihtiyaçlarıyla uygun görülmektedir. Efendiler, hutbe demek topluma hitap etmek, yani söz söylemek demektir.

Hutbenin manası budur.

Hutbe denildiği zaman bundan birtakım kavram ve manalar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi söyleyen hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber'in hayatta olduğu mutlu dönemlerde hutbeyi kendisi söylerdi.

Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek, dört halifenin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamberin, gerek dört halifenin söylediği şeyler o günün sorunlarıdır, o günün askeri, idâri, mâli ve siyasi, sosyal konularıdır. İslam toplumunun çoğalması ve İslam ülkeleri gerilemeye başlayınca, Cenabı Peygamber'in ve dört halifenin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin söylemelerine imkân kalmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım kişileri memur etmişlerdir. Bunlar herhalde en büyük ve ileri gelen kişiler idi. Onlar camilerde ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için bir şart lâzımdı. O da milletin lideri olan kişinin halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece önemlidir. Çünkü, her şey açık söylendiği zaman halkın beyni faaliyet halinde bulunacak iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak millete ait olan işleri milletten gizli yaptılar. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünün gereklerine ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, Halife ve Padişah sıfatını taşıyan despotların arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi.

Hutbeden amaç halkın aydınlatılması ve ona yol gösterilmesidir, başka şey değildir. Yüz, ikiyüz, hatta bin yıl önceki hutbeleri okumak, insanları cahillik ve çağın gerisinde bırakmak demektir. Hatiplerin normal olarak halkın günlük kullandığı dil ile konuşmaları gereklidir. Geçen yıl Millet Meclisi'nde söylediğim bir nutukta demiştim ki "Minberler halkın akılları, vicdanları için bir ilim irfan kaynağı, ışık kaynağı olmuştur. " Böyle olabilmek için minberlerde söylenecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, ilim ve fen gerçeklerine uygun olması lazımdır. Hutbeyi verenlerin siyasi olayları, sosyal ve medeni olayları her gün izlemeleri zorunludur.

Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış aşılamalar yapılmış olur. Bu nedenle, hutbeler tamamen Türkçe ve günün gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır."

Cumhuriyet manipülasyonuyla CHP Diktatörlüğünün kurulma sonrası Mustafa Kemal’in yerini Atatürk almış, Mustafa Kemal’in tam aksi vahye, İslam’a ve Hz. Muhammed (s.a.v) düşman, Müslüman Halkına gaddar bir Atatürk doğmuştu.

Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum.” Andrew Mango – Atatürk

 “Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Onun için din ve namus telakkisini kaldırmalıyız. Partiyi bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz” Atatürk- Kazım Karabekir, Paşaların kavgası s 159

 “Evet Karabekir, Arap oğlunun yavelerini (saçmalıklarını) Türk oğullarına öğretmek için Kur’ân’ı Türkçeye çevirttireceğim. Ve böylece de okutacağım. Ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler.” Atatürk

“Zaman hızla dönüyor, milletlerin, toplumların, bireylerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkâr etmek olur. Benim, Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır.“ İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi

 “Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların ve sâirenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis, Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanlarını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü, Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu Arap fikri, Ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa, hayatlarını Allah kelimesinin, her yerde yükseltilmesine hasretmeğe mecburdular. Bununla beraber, Allah’a kendi milli lisanında değil, Allah’ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacatta bunacaktı. Arapça öğrenmedikçe Allah’a ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk milleti birçok asırlar ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin adeta bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur’ân’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler.” Medeni Bilgiler (Yurttaşlık Bilgileri) - Gazi Mustafa Kemal Örgün Yayınevi 2003 Sayfa 28- 29, El yazıları Sayfa: 298,299,300

"Muhammed uzun bir devirdeki tefekkürlerin mahsulü olan ayetleri lüzum ve ihtiyaçlara göre takrir ediyordu." Atatürk-1931

"Muhammed’in din dediği şey, bilinmeyen inanç dizgelerine ve gizle karışık emellere kör bağlılıktan başka bir şey değildir. Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerin cehaletlerinin yardımıyla, utanmaksızın tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur. Tüm dönemlerde toplumun kutsallaştırdığı boş düşüncelerden tehlikesizce sıyrılmak imkânsızdır." Atatürk

"Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kuran denir. İslam ananesinde bu ayetlerin Muhammed’e Cebrail adında bir melek vasıtasıyla Allah tarafından vahiy, yani ilham edildiği kabul olunur. Muhammed birdenbire Allah’ın resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır. O, Arapların ahlak ve adetlerinin pek fena ve iptidai ve ıslaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları ıslah için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur."  Atatürk

"Arabistan'ın muhtelif yerlerinde insan heykellerinden ve nebat resim ve suretlerinden ibaret ağaçtan ve taştan putların muhafazasına mahsup yerler vardı. Muhammed'in neş'et etmiş olduğu Mekke'de ki Kabe denilen mabet bu yerlerin en büyüklerinden idi. İbrahim oğlu İsmail ile birlikte Kabe'yi bina etmişlerdi. Cebrail kendilerine o zaman beyaz ve mücella olan Haceriesvedi getirmişti, bu taş sonradan günahkarların ellerini sürmelerinden dolayı kararmıştı. Bunların hepsi, bittabi sonradan uydurulmuş masallardır." Atatürk

"Prensiplerimiz, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz." Kaynak: Atatürk, Cumhuriyet Halk partisi Programı, Söylev ve Demeçleri / cilt 1 / sf. 389

"Ben size manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur."  Kaynak: Atatürk, 1933, Milli Eğitim Bakanı Dr.Reşit Galip'e hitaben, İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi

Bu kadar açık ve tartışılmaz kanıtlar doğrultusunda Mustafa Kemal ile Atatürk aynı şahıs olabilir mi? Atatürk, Mustafa Kemal Paşa’yı şehit edip yerine geçen bir İngiliz ajanımıydı? Yoksa Mustafa Kemal, tıpkı cennette yaşayan şeytanın ‘ben’ demesiyle lanetlenerek ebedi cehenneme gark olma dönüşümü misali Atatürk olmasının akabinde dinden mi çıktı? Mustafa Kemal, devleti kurana kadar Müslüman maskesi takıp sonradan mı İslam’a ve halka ihanet etti?

Mustafa Sarıgül’ün stratejisi olan riyakârsı bu taktiğin karşılık bulabilmesi, gerçeğe ulaşma yolunda ciddi ilerlemeler kaydeden Müslüman milletimiz tarafından kabulü bayağı zor görülmektedir. CHP, her ne kadar Mustafa Sarıgül’ü yeni bir Atatürk yapmak istese de hakikatlerin her geçen gün deşifre olmasından dolayı ilerleme kaydedebilmesi mümkün değildir.

Artık CHP, özünde zehir olarak telakki edip Türkiye’den atabilmek için çağdaşlık, aydınlık, özgürlük ve demokrasi maskesi altında savaştığı İslam ile girişeceği barış inandırıcı olmayacağından inkârda kronikleşmiş seçmenleriyle yetinecektir. Dolayısıyla değil Mustafa Sarıgül, Atatürk’ü dahi kabrinden kaldırma güçleri olsa yine de umutlarına kavuşamayacaklardır.

Bilinmelidir ki, CHP asla minnetle değil lanetle anılacaktır. Çünkü Allah, zatına, Resulüne ve kitabına savaş açanlara ve iman etmiş müminlere zulmedenlere lanet yağdırır. Dolayısıyla lanetlinin ardına takılanlarda paylarını alırlar!
  

“Allah ve Resulünü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır.” Ahzab 57

Hiç yorum yok: