28 Kasım 2013 Perşembe

Nefsi sevme; nefsi nefret etme ki;

Hak ve adaletten sapmayasın!

Herhangi bir kişiye, topluma, düşünceye veya ırka karşı duyduğun sevgi ya da nefret, nefsi bir yargı yahut önyargı taşırsa şeytanidir. İnsanı insan yaparak erdemliğe ve halifeliğe ulaşmasını sağlayan peşin hükümlerden ve nefsi duygulardan uzak yargısıdır.

Nefis yani benliğin düzen içinde biçimlenip dengelenebilmesi maksadıyla Allah kurallar indirmiş, böylece kötülüğün elçisi şeytandan sakınılabilmesi adına bencil tutku ve arzulardan alıkonulmasını sağlamıştır.
İnsanın heva ve hevesi, şeytanın kontrolü altındaki nefsidir, bu sebeple insanın iyiliğini istemeyeceğinden Allah’a karşı asileştirir. Ancak nefsinin isteklerini değil de Allah’ın hükümleri dikkate aldığında, nefsin baş edilemeyecek azgınlığa ulaşması engellenir.
       
İnsan bir kul olduğunu bildiği halde nefsini okşayan övgülere karşı pek acelecidir ve vahye aykırı düşünce ve davranışlarından dolayı yapılan eleştirilere tahammülsüzdür. Özellikle lider konumundaki dini ve siyasilerin nefisleri öyle galebe çalmıştır ki, sanki hatadan münezzeh tanrılarmışçasına yanlışlarını kabule yanaşmaz, eleştiride bulunanları ya da daha nazik bir ifadeyle kusurlarını hediye edenleri düşman belleyerek yanından uzaklaştırır.

Vahye ters düşünen, davranan veya siyaset yapan kimseleri nasıl şiddetle eleştirdiğim ve tepki koyduğum malumunuzdur. Velev ki babam ve kardeşim dahi olsa taviz vermeyip adil olmakla emrolunmuş bir Müslüman olarak, asla nefsi bir yargıya gitmem, dün kıyasıya eleştirdiğim birinin vahye mutabık doğrusuna şahit olduğumda da kıyasıya över ve önünde siper olurum. Yaratıcı Allah’ta öyle buyurmuyor mu?

Örneğin; Başbakan Erdoğan’ı vahye aykırı siyaset gütmesinden o kadar çok eleştirmeme ve ağır ithamlarda bulunmama rağmen dik durmaya başlamasıyla destekleyip arkasında olmam, maalesef bazı arkadaşların tepkisini çekmiş; şeriata düşman bir batıla nasıl sahip çıkabildiğimi sorgulayanların yanında neredeyse beni menfaat sağlamakla dahi suçlayanlar olabilmiştir. Doğru! Aslında beni safa çekmek, yanına almak, peşinden sürüklemek, savundurmak çok kolaydır ve bedelsizdir. Yeter ki Kur’an’ın emrettiği yolda olunsun ve azgına karşı dik durulsun!

Eğer insan, dünkü yanlışını ertesi gün doğruya çevirmişse, asla nefsi bir önyargıda bulunmayıp yanında biterim. Dolayısıyla bugün itibariyle küfür safına karşı batıl etkileri taşısa da Başbakan Erdoğan’a destek olmak, her Müslüman ve insanın vesvesesiz yükümlülüğüdür. Özü sağlam olanın söz ve davranışlarındaki aykırılıkları baz alarak kendisini harcamak, kesinlikle doğru değil ve dinen de yasaktır. Önemli olan onu yalpalandığı hakkın yoluna getirebilmektir. Ama özü bozuk olanın söz ve davranışlarındaki doğruları da asla yanıltmamalıdır. Onun için geçerli olan özdür! Boyaları dökülen veya bir kısım tadilat gerektiren bir binayı temelden yıkar mısınız, yoksa onarır mısınız? Ancak sağlam değil ise tadilatınız bir işe yarar mı?

Evet, “Kur’an Müslümanlığı sapıklıktır” diyebilecek kadar vahye savaş açmış F.Gülen ile ne gibi nefsi ve çıkar çatışmam olabilir ki sert bir mücadeleye girmiş olayım? Birçok Müslüman’ın zihin ve kalbini iğfal ederek İslam’dan uzaklaştırıp batılla harmanladığı bir inanca götüren Gülen’i görmemezlikten gelerek aleyhime Allah nezdinde delil mi vermeliyim? Aman ‘hocaefendidir’ toleransıyla küfrüne ortak mı olayım? Onunla ne için mücadele ediyorum; “Müslümansan Allah’ın emrettiği gibi Kur’an’a tabi ol, değil isen Müslüman maskesi takarak müminleri baştan çıkarma” diye! Çünkü Müslümanlar çok çeşitli Lawrence’lere güvenmelerinin bedelini vatanlarıyla ödemişlerdir.
     
Ne zaman ki F. Gülen “Kur’an Müslümanı” olur, işte o zaman tıpkı Başbakan Erdoğan’ın yanında yer almamın ötesinde önünde kendimi siper ederim. Her kim Allah’ın hükümlerine kayıtsız-şartsız itaat ediyor, ya da en azından ayetleri nefsine peşkeş çekerek yorumlara kalkışmıyor ise, safında yer almak Allah’ın hükmüdür. Bir saniye sonrası için hayatta kalma garantim yok ise, dünya nimetlerine karşı imanıma etiket koyabilmem mümkün olabilir mi? Şu yazıyı bitirip dikkatinize sunmaya dahi yaşam teminatım yok ama dünyadan sınırsız beklentilerim olabilmesi; insan olamayacağım gibi zırdeli bir mahlûk olduğuma da açık bir kanıttır.

Nefis, nasıl ki şeytanı cennetten kovdurtup ebedi cehenneme mahkûm etmiş ise, hiçbir konu ve ilişkinizde nefsi davranmayınız. Dolayısıyla ne sevginiz ne nefretiniz ne muhalefetiniz ne de desteğiniz nefsi olmasın! Şeytanın insanlar için bir biçim olduğu idrakiyle düşünce ve tavırlarınızı gözden geçiriniz ki, akıbetiyle karşı karşı kalmayınız. Çünkü Allah için sevmek ve nefret etmek, imanın ta kendisidir.

Hz. Ebu Zer (r.a) şöyle anlatıyor:

Bir gün Allah’ın Resulü (s.a.v) yanımıza çıkageldi ve topluluk halinde oturan bize; “Allah’ın en çok sevdiği ameller hangileridir, biliyor musun?” sordu.

Bir sahabi, ‘Namaz ve zekâttır’ dedi; diğer bir sahabi ise ‘Cihaddır’ cevabını verdi. Bunun üzerine Allah’ın Resulü şöyle buyurdu: “Allah’ın en çok sevdiği ameller, Allah için sevmek ve Allah için nefret duymaktır.” 

Kaynak: Ebû Davud Sünne 3, Müsned 5/146

Hiç yorum yok: