11 Ağustos 2013 Pazar

Düşünce ve ifade özgürlüğü isyan ve cinayet midir?

Sekülerizmin türettiği laik, demokratik veya pozitif anlayışlar; yaratıcının mutlak kuralları ve otoritesini elimine ederek aklı ve iradeyi üstün kılmak, düşünce ve ifade özgürlüğü manipülasyonuyla Allah’ı, Resulünü ve dinini tartışmayı, eleştirmeyi, kınamayı ve düzenden dışlamayı meşrulaştırma amacı taşıyan bir güdümdür.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesiyle düşünce ve ifade özgürlüğü gibi insanı insan yapan fıtratı bir hakkın legalleştirilmesi, dine karşı din dışı rejimlere ve düşüncelere meşruiyet sağlama taktiğidir. Nasıl ki yemek yeme, su içme, yürüme, görme, uyuma, kaşınma ve rüya özgürlüğü gibi doğal bir davranış yasallaşamayacağına göre, insan adına düşünce ve ifade özgürlüğü içinde yasal bir teminata ve yaygaraya ihtiyaç yoktur.

Şüphesiz din de olduğu gibi din dışı rejimlerde de kendini tehdit ve bertaraf edebilecek her özgürlük sınırlandırılmakta ve otoritece sansür uygulanmaktadır. Ne var ki nefret, kışkırtma ve şiddetin kime karşı ve kimin lehine işlendiği baz alınmakta, böylece düşünce ve ifade özgürlüğü formlaştırılmaktadır.
Her ne kadar seküler anlayış, fertlerin düşünce ve ifade hürriyetlerine sözde hak getirdiğini iddia etse de, toplumda fitne ve fesat çıkaran özellikle medya, gazeteci, sanatçı ve yazar gibi seslerin önlerini açarak kaosa, infiale, isyana ve cinayetlere zemin hazırlamakta ve ideolojik egemen güçler lehine halkın seçtiği hükümetler üzerinde baskı ve tehdit kurarak, dine karşı darbeyi bile meşrulaştırmakta hatta demokrasiyle de özdeşleştirebilmektedirler. 

Sonuç olarak bir hak olarak tanındığı iddia edilen düşünce ve ifade özgürlüğü, doğrudan ilahi yaptırımlara karşı hilesel bir azmettiriciliktir. Hiçbir insanın düşünce ve ifade özgürlüğü gibi bir hakka ihtiyacı yoktur, zaten yaratıcı tarafından konulan hükümler çerçevesinde fıtratsal hürriyete haizdirler.
Dünyadaki gelişmeleri bir tarafa bırakıp Türkiye’den örneklendirirsek, düşünce ve ifade özgürlüğü adına tartışılması dahi mevzubahis olmayan toplumsal değerlere saldırılarak girişilen fitnenin nasıl sonuçlar doğurduğu malûmdur. Milletin Müslüman kesimine düşman Aziz Nesin adlı bir yazarın çıkardığı fitne ile Türkiye’yi götürmeye çalıştığı içsel çatışmanın ne bedellere mal olduğu hatırlanmalıdır. Lakin kendisi suçlu bulunmak bir yana yargısına dahi gerek görülmemiş, fitnenin adam öldürmekten daha korkunç bir günah ve suç olduğu, düşünce ve ifade özgürlüğü lehine gayrimeşru sayılmıştır.

Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden adlı azgın bir bölücü, “laik olmayan insan, insan değildir; onların kanından şüphe ederim” aşağılayıcı fitnesine hiçbir yaptırım uygulanmamış, kendisine, “laik olan insan, insan değildir; kanlarından şüphe ederim” bilmukabeleye karşılık 5 ay 16 gün hapis cezasına çarptırılmıştım. Açıkça anlaşılacağı üzere; söz konusu düşünce ve ifade özgürlüğünün Müslümanlara değil Müslüman karşıtlarına sağlanan bir hak olduğu kanıtlıdır. Amaç Allah’ın ayetlerini, yani sosyal, ekonomik ve siyasal hükümlerini etkisizleştirmek!

PKK, Ergenekon, Balyoz ve bağlı terör örgüt üyesi gazeteci, sanatçı ve yazarların ülkeyi birbirine katan fitneleri, düşünce ve ifade özgürlüğü adına dokunulmaz ve masum addedilmekte, ya ilişilmemekte ya da haklarında verilen cezalar gayrimeşru bulunabilmektedir. Oysa kaosa ve infiale neden olan asıl suçlu oldukları aşikârken, insanı tanrı yapan seküler yasalardan dolayı mermiden çok daha felaket tahribata yol açan gazeteci ve yazarların fitneleri, özgürlükle bağdaştırabilinmektedir. Milletin birliği ve bütünlüğü adına katiller ve teröristlerden daha ağır cezalara uğratılması zaruri olan politikacı, gazeteci ve yazarlar, üstelik kahramanlıkla payelenmektedirler.

Basına tanınan özel haklar, bir ülkenin sonunu getiren öyle bir fecaattir ki, ani bir deprem yahut bir felaketten çok daha yıkıcı ve yok edicidir. Her nefsin başında bekleyen şeytanı tetikleyen kışkırtıcılık, bir lâhzada ülkeyi kan gölüne çevirmekle kalmaz, gelecek nesilleri dahi ortadan kaldırır.

Başkalarının hakları diye bahsedilen sınırlar, sadece sokaktaki vatandaşlara uygulanan müeyyidelerdir. Doğrudan yahut dolaylı olarak özel dokunulmazlık haklarına sahip olan politikacı, gazeteci, yazar, sanatçı ve bilumum aydın etiketli provokatörler, asıl korkulması gerekenler olmalarına rağmen, propagandalarıyla yığınları isyana teşvik edebilmektedirler. Tıpkı kod adı Gezi Parkı isyanlarında olduğu gibi!

Fitne öyle bir belâdır ki, sevgi, saygı, tahammül ve vicdanı yıkıp biçen bir tırpandır. Sıradan ama dehşet veren bir örneklendirme yaparsak; kadına özgürlük propagandasıyla estirilen furyadan aile yapısı çökmüş, eşlerin birbirlerini öldürmeleri, boşanmaları, kavgaları, kin ve nefretleri artmış, sabır denen erdemlik yok edilmiştir. Özgürlük zehri zihinleri ve kalpleri iğfal etmiş, “ben özgürüm” narasıyla eşler birbirlerini düşman belleyerek kılıçlarını kuşanmıştır. İzin istemeyi esaret; baba, koca ve kardeşe saygıyı baskı; sabrı ahmaklık; tahammülü kölelik gören zihniyet, insanlığı asileştirmiştir.

Örneğin benim gibi milyonlarca erkek, karısından izin almadan adım dahi atmamaktadır. Acaba benim gibiler de “erkeğe özgürlük” naraları mı atmalıdır? Amaç huzurlu, tartışmasız ve birlikte bir yaşam ise, “sen haklısın” demekle köle mi olunuyor?

Özgürlük nefsin yegâne dostu, şeytanı en mutlu eden fitnedir. Çünkü şeytan, gerçeğin değil yalanın peşinde koşanlarla beraberdir. Ki, o hayal uğruna ne insanlar ölüyor, katlediliyor, işgal ediliyor, sakat kalıyor, binbir türlü musibetle boğuşuyor, sabır, huzur ve güven yok oluyor.

Düşünce ve ifadede özgürlüğü cesaretiyle fitneciler, seküler yasaların kendilerine tanıdığı hakla herhangi bir cezalandırmaya çarpılmadan kurtulmakta, tuzağa düşenler en acı bedelleri ödemektedirler. Ne için?

İnsan gibi üstün bir varlığın düşünce ve ifade özgürlük talebi, onun bir insan olmadığına delildir. Çünkü insan hem düşünür hem konuşur, ancak fitne çıkaramaz. Nasıl ki görme, tatma ve işitme için özgürlük ihtiyacı bulunmuyor ise, neden düşünme ve ifade için mücadele edilip meydan okunuyor? Allah ve ayetlerini acze uğratabilmek!

Aslında düşünce ve ifade özgürlüğü değil de fitne ve fesat çıkarma özgürlüğü dense, daha yerinde olmaz mı?

Fitneyi meşrulaştıran rejimler, toplumların helakine sebep olan düşmanlardır. Düşünce ve ifade özgürlüğü gerekçesiyle fitne ve fesat çıkaranlar, kötülerin en kötüsüdür. Allah’ın Bakara Suresi 191. Ayette fitnenin adam öldürmekten daha kötü olduğunu vurgulamasının doğruluğunu yaşadığımız dünyada çekmekteyiz.

İnsan, öylesine nefsinin esiri, kendinin düşmanı ve şeytanın dostu olmuş ki, yeryüzünde bir fitne kalmayıncaya ve tehdit yok edilinceye kadar mücadele etmesi gerekirken; düşünce ve ifade özgürlüğüyle intihara yeltenmiş, fitne ve fesatla barış, huzur ve güveni doğramıştır.


“Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! Son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.” Enfal 39

Hiç yorum yok: