14 Ağustos 2013 Çarşamba

Atatürk, nutkunda ‘öldürün’ demezmiş…

Atatürk, nutkunda ‘öldürün’ demezmiş…

“Kanla yapılan devrimler daha muhkem olur” sözüyle işlediği cinayetlerden gururlanan Atatürk, aralarında gazilerinde bulunduğu onbinlerce vatandaşını katleden değil miydi ki, devrimlerinin korunması için gençlere; “taşla, sopayla ve silahla saldırarak” rejimin muhafazası için Bursa Nutku ile vasiyette bulunmuş olmasın?

Atatürk’ün 1933 yılındaki Bursa nutkunda gençlere hitaben; “Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, 'Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır' demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır" açıklamasının doğru olmadığını öne süren bazı muhafazakâr gazeteci ve tarihçi yazarlar, sanki Atatürk ‘karıncaincitmez’ bir hümanistmiş gibi böylesi hukuksuz bir beyanat veremeyeceği iddiasıyla sözlerini inkâra çalışmaktadırlar.

Vatandaş ve bürokratı olduğu Osmanlı Devletine isyan ederek gerilla direnişiyle yıkıp halkın onayını almaksızın ceberutla batılı devrimleri şiddete başvurmak suretiyle gerçekleştiren Atatürk,  kanun ve hukuk tanımaz bir devlet adamı olarak gençliği sokağa dökecek ve polis, savcı, hâkim vs. devlet görevlilerini dinlememeye teşvik edecek bir konuşma yapması fıtratının bir sonucuydu. Çünkü kendiside Osmanlı’ya karşı aynı yolu izlemişti.

Atatürk, ilke ve inkılâplarına sahip çıkan bir Meclis’i meşru görür; hele Allah’ın, Peygamberin, Kur’an’ın anılacağı ve millet dileğinin egemen olacağı bir Meclis’in ve hükümetin ortadan kaldırılması meşrudur. 

Peki, haksız mı?

Her düşünce ve rejim; ideal ve davaları doğrultusunda kendini var etmek, muhafazada bulunmak, egemen kılmak, baki kalmak, sarsılması ve yıkılmasını önlemek maksadıyla şiddet ve savaşı kaçınılmaz sayar. Buna da zorunludur. Aksi takdirde ayakta kalabilmesi ve müdahalelerin etkisinden kurtulabilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla Atatürk devrimleri adına ‘ölme ve öldürme’ yeminleri yaparak mücadeleye kalkışan Kemalist’lerin elle, taşla, sopayla ve silahla isyanları, diğer din, düşünce ve rejimlerde olduğu gibi hukuk sistemlerince gayrimeşru olsa bile fıtraten meşrudur. Bedel ödemeyi göze alanların eylemleri, başkaları için anormal olsa da kendileri için normaldir.

Barış için savaş, egemenlik için otorite, gerek din gerek vatan gerekse bedeni yaşam için ölmek yahut öldürmek, iyilik için kötüyü yok etme, suça karşı ceza, haksızlığa karşı direniş, batıla karşı mücadele; var olabilmenin ana amaç ve gayesidir. Daha açık bir ifadeyle ideolojik ve nefsi bir müdafaadır. Yoksa insanı tanıma idrakine ulaşamamışların absürt hümanist teoriler, sosyolojik ve psikolojik kuramlarla insanın derinlerindekini denetleyebilmesi, diledikleri düşünce ve davranışa yönlendirebilmesi mümkün değildir. Öyle olsaydı silahlara ve savaşa son verilirdi. Basit bir nefsi öfke uğruna isyan ederek adam öldürebilen insanı tahlil edemeyenlerin kestikleri ahkâmlar da dolgu malzemeleridir.

Yaratıcı Allah, yarattığı insanların sinelerindekini bildiğinden cezayı, şiddeti, savaşı yahut cihadı farz kılmış, yeryüzünde hak ve tek din ve rejim Allah’ın oluncaya kadar mücadeleyi emrederek, ölmeyi ve öldürmeyi buyurmuştur. Şimdi, (haşa) Allah yahut Atatürk zalim de, insanı et-kemik ve beyinden ibaret biyolojik makine yahut çiçekteki saksı sanan seküler hümanistler mi merhametli? Onun için mi azan nefisleri adına vicdan ve sınır tanımaksızın sadistlik, haksızlık ve adaletsizlikte yarışıyorlar?

“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” Tevbe 111

Yeryüzü ve gökyüzünde yaratılmış her kul, görevlerini ifa etmektedirler. Nasıl ki şeytana kötülüklerin elçisi olma hesabıyla kızılamaz ise, o şeytana ve dostlarına karşı savaşanları da yeremezsiniz. Kötünün isyan edip öldürme fiili olduğu gibi, iyinin de mukabelede bulunma hakkı tartışılmazdır. Ancak bu kuralları kimin koyması gerekliliği, şeytanı ve insanı yaratan ve ne yapabileceklerini bilen varlık tarafından belirlenirse; huzur, güven, hak ve adalet tesis olur.

Mesele Kemalist’lerin, PKK’nın, İsrail, ABD, Suriye ve Mısır ordularının öldürme ve katliamları değil, kendini Allah’a ve insanlığa adamamış olanların karşı koymamaları ve onlar gibi öldürmemeleridir.
Allah; Bakara 191, Nisa 89, Nisa 91, Tevbe 5 gibi birçok ayette, Müslümanlara karşı savaş açan asilerin bulundukları ve yakalandıkları yerde öldürülmelerini emretmiş, hak ve adalet düşmanı kötü ile hiçbir şart ve koşulda işbirliği yapılmamasını, dost ve yardımcı edinilmemesini emretmiştir.

Dolayısıyla ölme ve öldürme; barış ve yaşam gibi hayatın olmazsa olmaz sonucudur. Önemli olan nefsin için haksız yere herhangi birinin öldürülmemesi, seçtiğin safın hak mı batıl mı olduğudur. Ne var ki tagut yani batıl yolda savaşanlar nefisleri için kıyıma girişmelerinden, hak safında olanların hiçbir acıma duygusuna kapılmadan ve karşısındaki azgının insan olduğu yanılgısına kapılmadan öldürmesi Allah’ın bir hükmüdür.

Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.“ Maide 33

Allah’ın ayetlerini eğip bükerek hümanistlik adına batıllaştıranların Atatürk’ün Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla” mücadele edilmesi vasiyetini de yalanlayarak, Kemalistleri de aynı çizgiye çekme çabaları, dünya yaratıldığından bu yana başarılı olamamış, vadenin gelmemiş olması öyle sanılmasına neden olmuştur.

Hak ile batılın savaşı kıyamete kadar sürecek, hiçbir güç hak ile batılı uzlaştıramayacaktır. Dolayısıyla batıl safta yer alan Kemalistler ile Hak safta yer alan Müslümanların gerek fikri gerekse fiziksel çatışmaları bitmeyecek, Müslüman milletimizi kendi dinlerine çevirebilme baskı ve tehditlerine imkân tanınmayacaktır. Münafıkların fetvalarıyla Kemalizm’e boyun eğilmesiyle hem Atatürkçü hem Müslüman olunabilmesinden vahiy temelinde iflah olunamamıştır. İslam dininde zorlama yoktur ama Kemalizm’de vardır.

"Çünkü onlar eğer size muttali olurlarsa, ya sizi taşlayarak öldürürler veya kendi dinlerine çevirirler ki, o zaman ebediyyen iflah olmazsınız." Kehf 20



Hiç yorum yok: