26 Eylül 2012 Çarşamba

Kocasının cesedinden nemalanmaya kalkan kadın…


Öyle bir kadındır ki, sanki şeytanın dünyadaki fiziki siluetidir.

Tarihin hırslarıyla dağları delen namlı kadınlarını dahi geride bırakan Semra Özal, ölümüne bir kulaç kala bile iflah olmayıp dizginleyemediği azgın nefsi uğruna 19 yıl önce tepelediği kocası Turgut Özal’ı kabrinde bırakmaması, insan mı yoksa şeytan mı olduğu sorusuna yanıt vermektedir.

Yaşamının hiçbir döneminde milletin manevi değerlerine önem vermeyip, Müslümanlarca bağırlara basılan Turgut Özal’ın CHP despotizmini yıkıcı reformları çıkartmasına ayak direten ve dini özgürlüklerle ilgili devrimleri engelleyen Semra Özal, siyasette Turgut Özal ile tıpkı bir muhalefet partisi gibi dalaşarak hem azim ve cesaretini kırmış hem de ANAP’ın tükenmesinde rol oynamıştı.
 
Turgut Özal, belki hidayete ulaşıp doğru yola girer umuduyla zoraki ikna ederek hacca götürdüğü eşi Semra Özal’a Kâbe dahi fayda etmemişti. Allah’ın saptırdığı bir kimseyi Allah’tan başka birinin doğru yola iletebilmesi mümkün müdür?

ANAP’ın birlik ve bütünlüğünü doğrayarak fitneleriyle birbirine katan Semra Özal, dini hassasiyet taşıyan kadroya karşılık Mesut Yılmaz’ın yanında yer alarak sadece partinin sonunu değil, Mesut Yılmaz’dan yediği kazıkla kendisinin de partiden dışlanmasına neden olmuştu.

ANAP İstanbul İl Başkanlığı için Turgut Özal’a ve teşkilata kazan kaldırdığı dönemde, “Liyakat mi, karabet mi” başlıklı bir yazı kaleme almış ve bu yazım Zaman Gazetesi tarafından yayınlamıştı. Yazımda Semra Özal’ı şiddetle eleştirmiş ve kendisini ancak teneşirin paklayacağını ifade etmiştim.
Turgut Özal’ın, ANAP kongresi sırasında vurulmasının organizatörü de Semra Özal’dı. Dönemin Ankara Emniyet Müdürü ve kendisinin sağ kolu olan Mehmet Ağar, bu suikastın taşeronuydu.

Yapılan soruşturmalar karşısında gerçeği öğrenen Turgut Özal, dosyayı kapattırma zorunda kalmıştı. Yoksa iddia edildiği gibi Özal’ın herhangi bir örgütün tehdidinden çekinebilmesi mümkün müydü? Sanırım amaç öldürmek değil, Özal’ın kongreden güçlü çıkması ve yeniden iktidara gelebilmesi adına karısınca kurgulanan toplumsal ve partisel bir etkileşimdi.

Turgut Özal’ın ölümü akabinde otopsi yapılmasına izin vermeyerek, aradan geçen yıllar sonra zehirlenerek öldürüldüğü gerekçesiyle devletin araştırması ve cesede otopsi yapılma isteği, diriyken mahvettiği Özal’ı ölüyken de perişan ederek nemalanabilme hırsından başka ne olabilir?

Artık siyasetteki iddiasını tamamen yitirip gündemden düşmesiyle kendini barlara atmak suretiyle eğlence sektöründe gündem oluşturmaya çalışan Semra Özal, magazin sayfalarından da tükenmesiyle Özal’ın zehirlendiği iddiasını ortaya atıp, dikkatleri üzerine çekerek yeniden gündem oluşturdu.

“Özal’ı eşi ve çocukları öldürdü” başlıklı yazımda da, eğer Özal, zehirlenerek öldürüldüyse faili Semra Özal’dan başkası değildir iddiamda ne kadar haklı olduğum ortadadır.

-Özal’ın ölümüyle ilgili otopsi yapılmasına karşı çıkışı, katilinin kendisi olabileceğinin ortaya çıkma korkusundan mıydı?

-Çizgi filmlerinde dahi inanılması mümkün olmayacak masallarla uydurdukları zehirlenme senaryosunu sıcağı sıcağına değil de, neden bugün ortaya atmışlardı?

-Özal’ın saç telleri çok mu kıymetliydi ki, İsviçre’deki bir kasada sakladıklarını ve zehir analizi yapmak için savcılara vermeye hazır olduklarını söylediler? Madem böyle bir şüpheleri vardı, neden defnedilmeden otopsi yapılmasına izin vermeyerek saç tellerini saklamaya ihtiyaç duydular? Yoksa saç tellerini yurt dışındaki gizli bir banka kasasında saklamalarının amacı; tıpkı Peygamber Efendimizin sözde sakalı şeriflerine tapınmanın sağlanması gibi, Özal’ın da saçlarını “saçı şerif” yapmak suretiyle ANAP’lılarca tapınılmasını mı düşünmüşlerdi? Yahut müzayedelerde açık arttırmaya koymayı mı planlamışlardı? Neden başka bir organını yahut eşyasını değil de saç tellerini hem de İsviçre’deki gizli bir kasada muhafaza etme ihtiyacı duymuşlardı?
            
-Acaba saç tellerini uzun bir müddet zehirli bir kapta tutmak suretiyle devleti, yargıyı ve sevenlerini aldatarak ne kazanmayı umut ettiler?

-Semra Özal ve oğlu Ahmet Özal, kabrin açılarak cesedin adli tıpta incelenmesi için devleti ayağa kaldırmışlarken, hangi amaçla zikzak yaparak kabrin açılmamasında isteksiz davranmaktadırlar?

-Hani Özal, iddia ettikleri masalsı faillerle zehirlenerek öldürülmüştü?

-Düne kadar vicdanları yoktu da aniden mi vicdana kavuştular?

-Yoksa Cumhurbaşkanı eşinin öldürülmesiyle devlet ya da milletin vefa borcunu ödemek maksadıyla oğlu Ahmet Özal’ı yeniden politika arenasına itmek veya ticaretinde imkânlar elde ettirmek mi?

-Yahut devletin bir zaafı ya da güvenlik açığını hilelerle kanıtlayarak, yüklü bir maddi ve manevi tazminat talebinde mi bulunmayı planladı?

-Her gün onlarca şehidin verildiği ülkemizde; Semra ve Ahmet Özal ikilisi nasıl bir vicdan taşıyorlar ki, şeytani oyunlara gündemde kalmaya ve hazineyi sömürmeye çalışıyorlar? 
  
Turgut Özal’ın aleyhinde cereyan etmiş tüm fiillerin arkasında Semra Özal’ın olduğu tartışılmazdır. Belki ölümünün maddi sebebi bulunmayabilir ama manevi sebebinin Semra Özal ve çocukları olduğu aşikârdır. Öyle aylarca feryat figan edip sonra da pardon demek, gerek yargının gerekse milletin kabul edebileceği bir tiyatro değildir.

“Hırs ve para düşkünlüğü, belki de bütün diğer ihtiraslardan daha fazla suç sebebidir.” Aristoteles

Hakikaten insanoğlu ne kadar ahmak, güdülmeyi ve sömürülmeyi hak eden mahlûkmuş.
Neymiş efendim, eski Cumhurbaşkanı Özal’ın eşi ve çocuklarıymış, tabandan tavana kadar herkes saygı duymalı ve bir dediği iki edilmemeliymiş. Şeytani ihtiraslarıyla devleti dize getirmek, hangi vicdanın razı olabileceği bir ahde vefadır. Peki, böylesi katil eş ve çocuklara ahde vefa duyulabilir mi?

Neymiş efendim, Peygamberimizin sülalesinden gelen seyitlermiş. Onlara aşk ve tazim, cennetin anahtarıymış. Peki, Peygamberimizin kavmi olan Kureyş, Peygamberimizin ve Müslümanların en çok savaştığı kabile değil midir? Amcası Ebu Leheb gibi nice azılı kâfirler, Peygamberimizin soyu olan Haşimoğulları’ndan yakın akrabaları değil miydi? Onca peygamberin babaları, kardeşleri, çocukları, eşleri, hısım ve akrabaları Allah’a iman etmediklerinden ve hükümlerine boyu eğmediklerinden lanetlenmediler mi? Peygamberlerin onlar için af dilemeleri ve şefaatte bulunmaları reddedilmedi mi? Peygamberin soyundan olmak, Allah nezdinde o kişiye ayrıcalık ve üstünlük katabilir mi?

Neymiş efendim, Osmanlı soyundanmış, ecdat hatırına saygı ve hürmette kusur edilmemeliymiş, Peki, onlar saygı ve hürmeti hak ediyorlar mı? Dedeleri gibi yeryüzünde Allah’ın dinini egemen kılmak ve zulümlere son verebilmek için cihad yapıyorlar mı? Yoksa taşıdıkları soyları istismar edip halkın masumiyetini sömürerek nefislerine mi peşkeş çekiyorlar? Bugün yaşayan Osmanlı soyundan hangisi dedelerine layık bir yaşam ve icraat sergiliyorlar?

Allah yolunda mücadele ederek şehid ya da gazi olandan daha soylu ve üstün bir kimse yoktur. Ki, onların ölü değil diri oldukları açıkça müjdelenmiştir. Bu sebeple aşağılık kompleksten arınıldığı takdirde, sömürücülerin azdırıcı emir erleri olmaktan vazgeçilebilecek, kan bağının değil ruh bağının önemi kavranabilecektir.

“Göklerde ve yerde olanları bilir. Gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı da bilir. Allah kalplerde olanı bilendir.” Teğabun 4

Hiç yorum yok: