23 Haziran 2010 Çarşamba

Ya sert bir mücadele ya da vatandaşlıktan çıkın…

Milleti düşünce ve inançlarından dolayı düşman kamplara bölerek, uyguladıkları ideolojik çakma bir hukukla vicdanları delip geçen yargı diktatoryasının karşısında çaresiz kalan hükümet ve halk; nasıl bir istila ve tutsaklıkla çevrelendiğinin inanılamaz acı gerçeğini yaşamaktadır.

Alışageldikleri silahlı baskı, tehdit ve darbeleri sinsi bir manevrayla yargıya devreden Anıtkabir Tapınak Şövalyeleri, bağımsız ve dokunulmaz yargı manipülasyonuyla millet düşmanı teröristleri eşine rastlanmayacak taktiklerle cezadan sıyırabilmek için akıl almaz bir cüretkârlık ve hoyratlıkla adaleti izabe potalarında eritmişler, dolayısıyla adaletsizliği işleyen yargıçların çekenlerden daha sefil olduğu bir hukuk cürufu inşa edilerek, Atatürkçü ideolojik suçlar suç olmaktan çıkarılmıştır.

İnsanı maddi bir meta sanan Darwinist anlayışlarından dolayı insanın ne olduğunu çözemeyen evrimciler, hedef ve gayeleri eşitliği sağlamaları gerekirken yanlı, iltimaslı ve baskın kararlarla dine ve dindarlara karşı acımasız tavırlarıyla adaleti katletmişlerdir.
Önce köpeklerine ısırtıp sonra itlâf ekiplerini çağırarak topyekûn bir temizliğe kalkışma planlarıyla halkına komplo ve kumpas kurarak, ezmeyi düşünen silahlı ve cübbeli bürokratların egemen olduğu bir devlette ne seçilmiş hükümetin ne de hiçbir vatandaşın mal, can ve yargı güvenliği bulunmamaktadır.

Cumhuriyet ve demokrasi tiyatrosunun halk temsilcisi aktörü politikacıların gerçeği itiraf etmeyip mücadeleden kaçmalarından kronikleşen diktatörlük her ne kadar deşifre olsa, belgeler ve gizli konuşmalar kamuoyuna yansısa da etkilenmeyip yıkılmamakta, CHP ve MHP’nin iktidarsı yağma emellerinden dolayı halk egemenliği adına mücadele eden hükümete karşı taarruzları, acımasız varlıklarını sürdürmede motivasyon sağlamaktadır.

Fikir ve düşünceleriyle zaten iktidarda olan CHP’nin tıpkı aç sırtlan misali tetikte bekleyen insafsız üyelerinin hükümete gelmeleriyle talanlamayı düşündükleri devleti ve geçmişte olduğu gibi millettin haklarını zimmetlerine geçirerek zengin olabilmeleri için hukuksuzluğu ve adaletsizliği meşru sayan silahlı ve cübbeli statükocuları desteklemeleri anormal karşılanmamalıdır. Ancak inançlı ve halk yanlısı bilinen MHP’nin CHP’den çok daha tehlikeli nefsi düşmanlığı, en azından dinleri ve vatanları uğruna canlarını vermiş ve işkencelere maruz kalmış ülkücüler açısından fevkalade düşündürücüdür. İman ve vicdan sahibi hiçbir ülkücünün yoldan çıkmış Devlet Bahçeli ve ekibinin ihanetsi emellerine dolgu malzemesi olmayacaklarını düşünmekteyim.

Milletimiz; acımasız diktatörlükten, terör belasından ve yabancı düşmanların tehdit ve saldırılarından kurtulabilmenin sıkıntı ve mücadelesini yaşarken, absürt gerekçelerle sürekli erken seçim talep eden Devlet Bahçeli; velev ki iktidar gelse ne yapacak ve neyi değiştirecek?

Ne yurt içinde ne de yurt dışında hiçbir itibarı, bilgisi, cesareti, güvenirliliği, projesi ve çözümü olmayan Devlet Bahçeli’nin Başbakan Erdoğan karşıtlığı: ülkeyi kalkındırmaya, terörü önlemeye; İsrail’i durdurmaya; ABD’nin hegemonyasından kurtarmaya; dikta otoriteden sıyırıp bağımsızlığa kavuşturmaya; Genelkurmay ve yargı kıskacından sakınmaya; yargıdaki haksız ve adaletsizlikleri engellemeye; ideolojik baskıları durdurmaya; ayırımcılığa son vermeye; bütünlüğü, huzur ve güveni tesis etmeye ve uluslararası arenada söz sahibi yapmaya yeterli olacak mı? Ergenekon terör örgütü, balyoz, kafes ve milleti birbirine düşürme eylem planlarına karşı çıkmayarak hükümete cephe alan ve halk iradesini desteklemeyen, yargı diktasına bir nebze de olsa son verecek referandum kararı aleyhinde CHP ve BDP ile aynı çizgide bulunan, teröristleri kurtarabilmek için azılı PKK fikir hocası Yalçın Küçük adlı hainle işbirliği yapan yüksek yargı üyelerinin entrikalarına sessiz kalan, İsrail saldırısını dahi alçakça istismar ederek Başbakan Erdoğan’a yüklenen Devlet Bahçeli’den ne olacağı sanılıyor? Ne var ki Allah’ın saptırdığını doğru yola ulaştırabilecek hiçbir delil, hatta mucizenin dahi fayda sağlamayacağı muhakkaktır
.
Tıpkı PKK gibi general, amiral ve subayların Ak Parti düşmanlıkları, neden onlarca şehit verebildiğimize açık bir kanıttır.

Gerek dünyadaki kanlı ve işgalsi gelişmeler, gerek Ortadoğu’daki hayati stratejik önem, gerekse PKK terör örgütünün saldırıları ve yok oluşlarıyla ilgili planlar yapacaklarına; Ak Parti hükümetini iktidardan uzaklaştırmak ve halkı sindirebilmek, yetmedi katledebilmek amacıyla yekvücut giriştikleri onlarca darbe hazırlıkları; sanki Genelkurmay’ın hedef ve gayesi olan milleti koruyup muhafaza etmek değil de hükümeti ve halkı ortadan kaldırma amacı taşıdığını hafızalara kazımıştır. Başbakana duydukları kin ve nefret, terörist başı Apo’yu da aşarak parolalarına yansımış, “Adi Başbakan” isyanlarıyla hükümet otoritesini zayıflatıp, PKK terör örgütünü cesaretlendirmişlerdir. TSK’ni sevk ve idare etmekle yükümlü bir komutanlık, böyle isyansı ve ihanetsi bir düşünce içindeyse; PKK’yı çökertebilmek ya da yabancı bir düşmanı elimine etmek veya caydırıcı olabilmek mümkün müdür?

“Düşmanımın düşmanı benim dostumdur” felsefesiyle Ergenekon Terör Örgütü kurucularının ve diğer darbe planlayıcı asker ve yüksek yargı üyelerinin nasıl PKK teröristleriyle içi içe oldukları ve taşeron olarak kullandıkları görüntüler ve belgelerle kanıtlanmış, dolayısıyla PKK ve uzantı örgütlerinin meydan okuma sebepleri netlik kazanmıştır. İrtica adına Müslümanlar hakkında istihbarat toplamaktan PKK’nın askerlerimizi şehit eden kanlı karakol ve birlik saldırıları hakkında istihbaratı bilgilere gerek görmemiş, bugün toprağa verdiğimiz şehitlerin katledişleri öyle nutuklarla ve törenlerle geçiştirilmeyecek bir vahameti dikkatlere sunmuştur. Bu sebeple hiç kimse, Genelkurmay ve yüksek yargının hükmettiği bir düzende yasal hakkı olan iktidara kavuşamamış bir hükümeti şehit olan kahramanlarımızdan ötürü suçlayamaz ve sorumlu tutamaz. Genelkurmay ve yargıca iktidarı vesayet altında bulunan bir hükümete hiçbir konuda eleştiri getirilemez ve hesap sorulamaz. Açıkça ifade ederim ki terörün artmasına, şehitlere ve gözü yaşlı ailelere karşı sorumlu tek merci Genelkurmay’dır…

Hükümet; radikal ve önyargılı insanın fıtratsal psikolojisinin değişebileceği yanılgısıyla halk desteği ve uzlaşmayla diktatörlüğe son verebileceğini, aykırılıkları giderebileceğini, birlik ve beraberliği sağlayarak ülke menfaatinde birleştirebileceğini, nefreti yumuşatarak her şeyin insanlık ve adalet adına ittifakla çözümlenebileceği umuduyla ne içeride ne de dışarıda düşündüğü bir insaniyet çatısını gerçekleştirememiştir. Kadersel bir yaptırım olmasından ve Allah’ın izni olmadan ne onun ne de bir başkasının başarabilmesi de imkânsızdır
.
PKK’nın siyasi ve askeri stratejisini tatbik eden ve Genelkurmay’da hazırlanan “irticayla mücadele eylem planı”’nı uygulamaya sokan Erzincan Başsavcısı ve 3.Ordu Komutanı’nın aklanması ve başsavcının tahliyesi için Yargıtay’daki yargılamaya açık destek vererek, bizzat onur izleyicisi olan PKK hocası Yalçın Küçük; yargı, ordu ve pkk üçgeninin tartışılmaz simgesi olmuştur. Ergenekon Terör Örgütü üyesi, Apo’nun kadim dostu, PKK’nın halkımız ve askerlerimize daha acımasız saldırışlarının stratejisti ve fikir babası Yalçın Küçük; terörden yargılanan başsavcı İlhan Cihaner’in ve kimi yüksek yargı üyelerinin yakın arkadaşı ise, o yargıya nasıl güvenebilirsiniz? Ayrıca CHP’nin kukla genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, neden PKK’lı Yalçın Küçük’ü savundu?

Artık her şey aleni, konuşulacak ve tartışılacak bir şeyde yoktur. Ne hükümetin ne de Müslüman milletin yaşam ve adalet güvencesi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin referandum aleyhine alacağı kararla, hükümetin ve Ak Parti milletvekillerinin toptan istifası ve her Müslüman vatandaşın hiçbir kaygı gütmeden derhal vatandaşlıktan çıkma talepleri gündeme gelerek, hukukun ve adaletin olmadığı despot bir devlette insanca yaşayabilmenin olanaksızlığı dile getirilmelidir. Bakalım, Müslüman milletin olmadığı bir Türkiye var olabilir mi?

Bir insan için mal ve canın şereften daha değerli olmadığı, şeref kaybedildiğinde geriye hiçbir şeyin kalmayacağı bilinciyle asla esarete, haksızlık ve adaletsizliğe razı olunmamalıdır. Aksi takdirde şerefsiz bir mahlûktan öte bir değer taşımazsın.

Bırak öldürsünler, bırak idam etsinler, bırak hapsetsinler; ama asla insanlığınıza tecavüz ettirmeyiniz…

Tarihin Müslüman düşünür ve liderlerinin örneksi yaşamları yanı sıra batılı bir kısım düşünür ve liderler de şeref ve adaleti yaşamlarından öncelikli görmüştü. Örneğin Sokrat, devlet dinini bozmak ve gençliğe zarar vermekle suçlanmıştı. Her ne kadar kendini suçsuz görmüş, düşünce ve inanç özgürlüğü uğruna mücadele etmişse de, iktidara gelen kendi gibi demokrat ama kukla hükümetçe idama mahkûm edilmiş, barbar otoriteye boyun eğip şerefsizce yaşamaktan ise şerefli bir ölümü tercih etmişti. Dostlar gözyaşları içinde onu zindandan kaçırmak istemişler, ancak o kabul etmeyip, “Kaygılanmayın, gömdüğünüz sadece bedenimdir.” demişti.

Bir de bir kısmınız ebedi hayat olan ahirete iman etmiş Müslüman, bir kısmınız da kendini insanlığa adamış hümanistler olacaksınız…

Sokrat’ın karısı ve arkadaşları idam kararına çok üzülüyorlardı. Karısı, Sokrat’ın tutsak edildiği zindana son kez gittiğinde; “Yazık, suçsuz yere seni öldürecek olmalarına çok üzülüyorum.” İdamına saatler kalan Sokrat’ın cevabı ise tüm insanlığa ders verir nitelikteydi: “İyi ki haksız yere öldürülüyorum, bir de suçlu olarak mı öldürülseydim?”

Teoriyi akıl ve kalbinin odağı haline getiren halkımız, teoride iktidar pratikte genelkurmay ve yargının vesayeti altında zincirlere vurulmuş hükümete tenkit hakkı bulunmamaktadır. Hükümetin kendi başlarına buyruk olan rütbeli ve cübbeli buyurganların hegemonyasına ayak sürttüğü zaman kurumlar arası kavga kışkırtmalarıyla suçlayan ve suçlayanlara tepki göstermeyerek; siyasi, askeri, ekonomik ve sosyal hüsranı hak eden insanlar, peşin hükümden sıyrılıp adil bir muhakemeye kalkıştıklarında, gerçeğin önlerinde durduğunu görebilecek ve haddi aşanlara gerekli dersi vererek ıslah edebilme yolunu seçebilmelidirler. Aldığı sosyal ve ekonomik kararları dahi yargıdan dönebilen bir hükümet; işsizliği ve yoksulluğu nasıl aşabilir, yatırımlarıyla istihdam oluşturabilir, eşit paylaşımı, hakkı ve adaleti mukim kılabilir?

Devletin oligarşileşmiş kurumları tehditlerini sürdürüyor, ideolojik baskı ve inatçı kararlarıyla bariyer olabiliyor, başbakanı “adi başbakan” parolalarıyla aşağılayabiliyorsa; hükümet ne yapabilir? Başbakan ve emrindeki hükümet, sırf bir huzursuzluk ve gerilme olmaması maksadıyla gösterdiği azami tevazuunun bedelini ödemekte, bu olumsuzluklara rağmen yaptıklarını da takdir etmek gerekir. Eğer anayasanın kendine tanıdığı yetki doğrultusunda cesur ve kararlı bir duruş sergileyebilseydi; ne Genelkurmay ne de yüksek yargı ahkâm kesemeyecek, tek başına kalsa da tarihteki örneklerden biri olabilecekti. Ancak ruhlarına ve kalplerine fiyat etiketi koymuş satılık partilileri de geri adım atmasında önemli rol oynamışlardır.

Satın aldığı gömleğinin fiyatını sormayacak kadar ileride olabilecek iktidar umuduyla ulaşabileceği zenginliğinin hayalini yaşayan bir kukla ile başbakanın yurt dışı gezilerini “dünyanın bir ucunda ne işi var” düşüncesiyle tarihinden bile bihaber bir sefilin peşine takılarak, dileklerinize kavuşacağınızı mı sanıyorsunuz? Kavuşacağınız tek şey, statükonun ve oligarşinin daha da kökleşmesi, alıştığınız esaretin daha da derinleşmesidir. CHP, MHP ve BDP’nin verebileceği tek şey; felaket, yokluk, kargaşa, düşmanlık, ölüm, zulüm, tutsaklık ve şerefsizliktir…

Ne zamanki Genelkurmay ve yargı oligarşisinin ortadan kaldırılması için hükümete tam destek verir, el birliğiyle millet egemenliğini sağlarsınız; işte o zaman hükümete hesap sorma hakkı doğar. Bugün hesap sorulması gereken Genelkurmay ve yargıdır…

Soramıyorsanız topluca vatandaşlıktan çıkınız!

Türkiye’de oligarşin güçler, dünyada da İsrail mahkûm edilmez ise; hiçbir sorun çözüme kavuşturulamaz…

“Genelde insanlığın kaderi, hak ettiği olacaktır.” Einstein

“Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: “Ne işde idiniz!” dediler. Bunlar: “Biz yeryüzünde çaresizdik” diye cevap verdiler. Melekler de: “Allah’ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir.” Nisa.97

Hiç yorum yok: