13 Haziran 2010 Pazar

Erdoğan kurtuldu, Gülen boğuldu…

İnsanoğlunun söz ve davranışları her ne olursa olsun asıl kalplerde saklananın önemli olduğu vahiyde, değişik gerekçelerle başkalaşım gösterenlerin inanç ve dinine aykırı gelişmelerdeki tutumu, sindirebilme orantısıyla eşdeğerdir.

Gerek Başbakan Erdoğan’ın gerekse Fetullah Gülen’in yahudi-mason ittifakının iknalarıyla giriştikleri siyasi ve dini işbirlikleri bir güç kazanma stratejisi adına yapılmış olsa da, nasıl korkunç bir tuzak ve bataklık olduğu zaman içinde anlaşılmıştır.

Başbakan Erdoğan’ı motive etmek ve İslam karşıtlığına cesaretlendirmek maksadıyla özellikle yahudi lobilerince kendisine sunulan cesaret madalyaları ve Batı’nın sınırsız övgüleri her ne kadar sarhoş olmasını tetiklemişse de, kalbinin derinliklerindeki iman uyanmasına, dolayısıyla geri adım atmasına etki yapmıştır. Gülen gibi kayıtsız-şartsız teslim olmayıp “dur” diyerek, haksızlık ve adaletsizliğe karşı cılızda olsa tavırlar almış, insanlığa ve Müslümanlığa düşman caydırıcı güçlere bazen boyun eğmeyerek dik durabilmiştir.

Fetullah Gülen’in iman ve cesareti öyle bir tavra yeterli olmamış, para ve güç için her değerine, son açıklamasıyla insanlığa, yetmedi zulüm içinde canilerce zincirlere vurulmuş Müslüman kardeşlerine dahi fiyat etiketi koyarak, batıl bataklıkta çırpınışını sürdürmüştür.

Allah’ın ayetlerini az bir bedel karşılığı satabilecek kadar şeytanlarla bütünleşmeyi hizmet sanması, o’nun vahiydeki kriterlerce bir Müslüman değil saptırılmış bir fasık olduğunu ortaya koymuştur. Dini felsefesi her ne kadar İslami referanslar taşısa da, Allah’ın mutlak değişmez ve değiştirilemez hükümlerine bir başkaldırı ve arayış içinde haçlılar lehine kalkansı misyonerlik görevi yürüttüğü görmemezlikten gelinemez.

Kimilerinin Müslüman olduğu zannıyla Gülen’e ve karma anlayışlı hizmete karşı eleştirilerimi haksız veya ağır bularak bozgunculuk yaptığımı ve kardeşler arası nifak soktuğumu belirtmeleri, vahiysiz bir İslam düşüncesini benimsemiş olmalarındandır. Ancak vahiysiz bir İslam; hıristiyanlık ve musevilikten farksız batıl bir din olur ki, Allah ve Resulü böyle bir dini kesinlikle kabul etmemektedir. Allah ve Resulünün hükmettiği bir şeyi, hangi gerekçe ve şartlarda olunursa olunsun, iman ettiğini iddia eden bir kimsenin kendi istek ve düşüncesine göre yorumlama hakkı bulunmamaktadır.

Adil bir uzlaşma ve barışı değil de müstemlekesel bir dayatma içinde olan Batı ittifakının şartlarını kabul etmek; Allah’a, peygambere, İslam’a ve Müslümanlık gibi bir şerefe apaçık ihanettir. Eğer öyle olsaydı başta peygamberimiz Hz. Muhammed olmak üzere halifeler ve milyonlarca Müslüman savaşmaz, cihad ayetleri emrolunmaz, Allah yolunda savaşıp şehit olanlar ve dünyayı ahıret karşılığı satanlar ebedi cennetlikle müjdelenmez, İslami ordular haksızlık ve adaletsizlik bayraktarı kötülere karşı mücadeleden kaçınıp canlarını feda etmez, Gülen’in güttüğü hizmet yolunda küfre boyun eğmenin rahatlığıyla hayvanlar misali yiyerek, içerek, uyuyarak ve heyecansız namaz kılarak; onun gibi esir ve meşakkatsiz bir hayat sürerlerdi.

Sürekli Müslüman direnişçileri eleştirip lanetleyen ve İslam ülkelerinden uzak duran Fetullah Gülen; İslam düşmanı ABD otoritesi ve yahudi-mason güvencesi altında uluslar arası hizmetlerini sürdürürken; gerek ABD gerek İsrail gerekse herhangi bir Batı ülkesi aleyhine tek bir demeç vermiş mi? Ölen birkaç yahudi çocuğu için hüzün çektiğini ifade ederken, acımasızca katledilen Filistinli Müslüman bebekler için tek bir kınama yapabilmiş mi? Neden Müslüman ülkeler işgal edildiğinde, katledildiğinde, ırzlara geçildiğinde, yurtlarından çıkarıldığında, insanlık dışı işkencelere maruz bırakıldığında, baskı ve tehditlerle yıldırılmaya çalışıldığında, ambargolarla açlığa ve yokluğa terk edilip kalkınmaları engellendiğinde, çocuk-kadın demeden hunharca parçalandıklarında ve bağımsız olmamaları konusunda BM ve NATO gibi kurumları yaptırım amaçlı kullandıklarında hesabını hiç sormadı?

İslam; öyle Fetullah Gülen’in eğitim adına şarkıcı nesiller yetiştirerek caka atmasıyla, zulüm içinde inleyenlere yardım edilmemesiyle, vahşi barbarlara diz çökelmesiyle, açık zindanlara hapsolunmasıyla, Allah’a ve dinine saldıranlara eyvallah denmesiyle, hak düzeni bozmaya çalışanlara sessiz kalınmasıyla, dinleri ve ırkları yok etmek isteyen faşistlere teslim olunmasıyla, zalimlerin yardıma muhtaç bıraktıkları insanlara el uzatılmamasıyla, hak ve adalet adına kanının son damlasına kadar harp edilmemesiyle, İstiklal uğruna baş kaldırılmamasıyla ve haksızlık karşısında susularak dilsiz şeytana dönüşmesiyle yayılmadı…

Herkes Gülen’in İslam’a hizmet ettiğini, insanlara İslam’ı sevdirdiğini ve hidayete vesile olduğu hemfikriyle onun ne kadar korkunç bir zehir saçtığını kestiremiyor. Çünkü onun İslam anlayışı vahyi değil, İncil-Tevrat karmalı bir akide ve haçlı boyunduruğundaki teslimiyeti teşvik eden bir hümanizmdir. Dikkatli bir çaba, gerçeğin açık perdelerini kapatmaya çalışanlara gerekli bir cevap olacaktır.

İslam’ı ve peygamberimiz Hz. Muhammed’i reddederek kabul etmeyen Batılı camianın Gülen fikirlerini önemseyerek ilgi göstermeleri; onun yüzyılın peygamberi ilan edilebileceğine işaret değil midir?

Ayrıca Gülen’in ilmini öne çıkaranlara cevabım odur ki, yaratılmışların içinde, peygamberlerde dâhil olmak üzere ilim erbabı tek yaratık şeytandır.

Eğer kendi vatandaşlarını ve dindaşlarını; sırf Allah rızası ve insaniyet adına ambargo altında sürünen kardeşlerine yardım götürmelerini zalimden izin almadıkları gerekçesiyle suçlayabiliyorsa; onun bir insan ya da Müslüman olabilmesi mümkün müdür?

Adil olmak gerekirse; Başbakan Erdoğan daha fazla dayanamayarak haksızlık karşısında haykırabilirken, Fetullah Gülen hiçbir adaletsizlik yokmuş gibi haçlıların safındaki taşeronluğunu sürdürebilmiş ve avukatlıklarını üstlenebilmiştir.

İran aleyhine alınan kukla BM yaptırım kararına hükümetin ret oyu vermesi, alışagelen manda altındaki Türkiye politikasının umut verici bir şahlanışıdır. Şüphesiz Batı’nın sömürgeliğini onur addeden CHP, MHP, vitrin mankenleri ve aydın bozuntuları ne kadar “aman” feryatlarıyla ulusalar da; gerek milletimiz gerek Müslümanlar gerekse emperyalist karşıtı taraflarca sevinçle karşılanmış, artık barbar haçlı güçlerinin bundan böyle diledikleri gibi hükmedemeyecekleri akıllara nakşedilmiştir.

Faşist İsrail’den hiçbir farkı olmayan MHP, hükümetin aldığı kararla İran, Hamas, Hizbullah ve diğer Müslüman gruplarla aynı fotoğrafta yer aldığı eleştirisiyle nasıl insanlık düşmanı bir koalisyonun taraftarı olduğunu kanıtlamıştır. Oysa faşist MHP ya da efendisi canavarlarla aynı fotoğrafta yer almaktansa, haksızlık karşısında direnen kahramanlarla bir arada olma şerefini yeğlerim.

Artık Erdoğan; insan sellerine, alkışlara, övgülere ve partililerin güçsüz desteklerine değil sadece Allah’a dayanıp güvenmeli, kendini doğru yoldan alıkoyacak öğütlere kulaklarını tıkayıp, Müslümanları bir araya getirmek suretiyle imani çelikten bir pakt oluşturarak, tıpkı ABD’nin uyguladığı strateji benzeri imtina eden veya karşı çıkan iktidarları, içerde örgütleyeceği halkla devirerek sarsılmaz bir güç oluşturmalıdır. Ayrıca Ahmedinejad’ın BM kararını mendile benzetmesini bir nezaket sayıyor, tuvalet kâğıdını bile iltifat telakki ediyorum. Neden terörist İsrail’in BM kararlarına uymadığı konusunda tek bir itiraz var mı?

Kendilerinin ABD’ye satan Rusya ve Çin, hala bağımsız devlet statüsünde olduklarını mı sanıyorlar? O güçlerine ve nükleer silahlarına rağmen ABD mafyasına boyun eğebiliyorlarsa, şüphesiz vatandaşları büyük bir utanç yaşıyordur. Bilmelidirler ki Allah, bir gün Kuzey Kore’yi başlarına öyle bir bela edecek ve nükleer silahlarla vurduracak ki, bakalım ABD kendilerini kurtarabilecek mi?

Canlarını Allah’a, insanlığa ve adalete adamış bir avuç iman sahibinin 11 Eylüldeki zaferleri, ABD ve İsrail’e ders olmamış ki tüm Müslümanları kışkırtmak aptallığında bulunarak, halklarını tehdit etmektedirler. Aslında onlar, ölmekten son derece korkak sefil yığınlardır. Kimilerinin “savaş çıkartmak istiyorlar, tuzağa düşmeyelim” tezlerini korkaklığın bir paronayası buluyor, Müslümanların ciddi bir duruşlarında kaçacak delik arayacaklarına şüphe duymuyorum. Çünkü Allah öyle vaat ediyor. Herkesçe malum olduğu üzere hiçbir Müslüman ne savaşmaktan ne de ölümden korkar…

İnsani, hele de insan kasabı lanetli devletlerin aldığı yaptırım kararlarının Allah nezdinde hiçbir kıymeti yoktur. Allah’a iman etmiş hiçbir insan, millet ve devlet; haklarında alınan çöpsü kararlardan tedirginlik duymaz, telaşa kapılmaz ve bir zarar görebileceği zannıyla asla teslim olmaz. Çünkü mutlak irade, üstünlük ve hikmet sahibi sadece ve sadece yaratıcı Allah’tır…

“Allah’ın insanlara açacağı herhangi bir rahmeti tutup hapseden olamaz. O’nun tuttuğunu O’ndan sonra salıverecek de yoktur. O, üstündür, hikmet sahibidir. “ Fatır.2

1 yorum:

Adsız dedi ki...

11 eylül saldirilarini müslümanlarin tertiplemedigi çoktan kanitlanmis. Gündeme gelmesi, küresel israel-lobby'si tarafindan hala engelleniyor.
Yikilan üç gökdelenin tozunda,(toz olmalari bile cok sacma degilmi) patlayici madde (nanothermit) bulundu.