25 Aralık 2008 Perşembe

İslâm kimlikli oportünistler

Ahzab Süresi 36. ayette; “Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir kadın ve erkeğe, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur” emir gereği, İslam dinini kabullenmiş hiçbir Müslüman bir birey veya toplum; ekonomik, siyasi veya sosyal gerekçeleri ne olursa olsun vahyin dışına çıkamaz, kendince veya başka bir güççe ileri sürülen şartlar çerçevesinde savsaklanamaz, eğip bükülemez. Sözde iman ettikleri vahiy; dünya hayatı oyun, oyuncak ve aldatmadan ibarettir, iman etmeyenlerin malları ve güçleri sizi imrendirmesin, Biz, onlarla, ancak onların azabını çoğaltıyoruz, asıl kazanç ahiret yurdudur, buyurmasına rağmen; söz konusu İslamcı kimlikler onlarla yarışa girerek,“madde ve gösteriş bağımlısı” olabilmekte, dolayısıyla inandıklarını değil de çıkarlarını savunmaya başlayarak, onlardan daha azgın çıkabilmektedirler.

Kendilerini inandıkları evrensel gerçekleri deklare eden dinde olduğu gibi kabul ettikten sonra değişebilmeleri, en korkunç ikilemdir. Ruhu bedenden söküp atan materyalist kapitalizmin etkisinde kalan İslamcı şöhretlilerin inanılmaz dönüşümleri çok kötü örnek teşkil etmekte, iman ile küfür arasında kalarak bedbaht bir paradoksal hayatı münafıkça yaşamaktan kurtulamamaktadırlar.

Laik ve Kemalist ideolojinin egemen diktasını kırabilmek için kişisel serbestliği ve bireysel davranışların özgürlüğünü fütursuzca savunarak, liberalizmin sözcülüğünü yapmaktan çekinmeyen kimlikler, böylece dinin temel kabullerine de karşı çıkarak, egemen din (şeriat) ile egemen insan (laik)) anlayışı arasında sıkışarak, bunları bağdaştıramamanın çözümsüzlüğü içinde sakil bir yolu kendilerine düstur edinebilmektedirler.

Tartışılması dahi mevzubahis olamayan vahiyle alay edercesine öyle oynadılar ve uydurma rivayetlerle yıpratırlar ki; İslami bir kapitalizm, İslami bir liberalizm, İslami bir laisizm, İslami bir modernize yahut İslami bir demokrasim modeli oluşturmaya çalışarak, sözde çağdışı propagandasıyla dışlanan yüce dinlerine meşruiyet kazandırabilme maksadıyla büsbütün özünden kopardılar.

Siyasi İslam’ı ve Mutlak İrade’yi bertaraf edip siyasi laikliği ve demokrasiyi benimsemeleriyle siyasi iktidarın ekonomik veya siyasal herhangi bir gücün elinde toplanmasının önüne geçecek formüller ve yöntemler üretme arayışına girdiler, böylelikle daha da batılılaşarak ve geriye dönüşü imkansız tuzaksı bataklıklarda çırpınarak dibe çöktüler.

Ekonomik ve siyasi güç öncesi düşünce, davranış, ahlak ve cesaretleriyle, sonrasında ortaya çıkan köklü değişimleri, Müslüman kimliklerinde silinmez bir kapkara damga oluşturmuş, az bir bedel karşılığı inanç ve onurların nasıl satılabildiği kendilerince belgelenerek, münafıklıkla lanetlenmelerini haklı çıkarmıştır.

Gerek siyasi, gerek ekonomik, gerek hayır, gerekse tarikat kurumlarında çevirdikleri entrikalarla Bizanslıları geride bırakmış, Allah aşkıyla yanıp tutuşan saf ve mütedeyyin iman sahiplerini derinden aldatarak ve acımasızca sömürerek kapitalist hırslarına kurban edebilmişlerdir.

Laik rejimin baskılarla bezdirdiği sokaktaki Müslümanların inanç ve duygularını fırsat bilerek şeytani bir ustalıkla istismar eden elebaşı politikacılar, akademisyenler, ekonomistler ve şeyhler öyle örgütlendiler ki; rejimin memnun olacağı yumuşak bir geçişle vahyi reforma uğratarak; hem Allah’a, hem dine, hem de destek aldıkları Müslümanlara ihanet etmişlerdir.

Kurdukları siyasi partiler, sözde faizsiz finans kuruluşları (şimdi her biri banka statüsünde), yardımsal dernek ve tarikatsal cemaatler ile kurumsallaşarak sömürgelerini küreselleştirmişler, aynı düşünce ve duyguyla hareket edip birbirlerine destek çıkarak menfaatlerini paylaşmışlardır. Keza, vahiy ayaklar altına alınıp modern bir İslam dini oluşturulmasıyla Müslümanların iknası gerçekleşmiş, para ve refah hayat argümanıyla vahiysel İslam’ın silinip süpürülmesi başarılmış, dolayısıyla batının ve İsrail’in hedeflerine ulaşılarak, galebeleri sağlanmıştır.

Söz konusu bireysel ve kurumsal oportünistleri ismen deşifre edip gerçekleri kişiselleştirmeyi uygun bulmuyor, yalan fetva ve uydurma hadislerle onlara kapılan ve sorgusuz destekleyen sokaktaki Müslümanların dinlerini yitirmelerine üzülüyorum.

Siyasetten iflas edip, dünyada caydırıcı bir güce sahip olamayan korkakların, kendilerini güçlü ve malum toplumlarda saygın gösterebilmek için odaklandıkları hedef, ekonomidir. Müslüman kimlikli oportünistlerin örgütlendikleri tek merkez; iş dünyası olup, sadece bu temelde bir kardeşlikten, birliktelikten, kalkınmadan ve ilerlemeden bahsederler. Oysa hristiyan ve yahudi dünyasının hegemonyaları altında itilmelerine ve horlanmalarına hiç aldırış etmez, bilakis onların müstemlekeliklerini ve artıklarından yararlanmalarını şeref addederler. Yeter ki “para” gelsin.

Unutulmamalıdır ki; İslam’ın yüce peygamberi Hz.Muhammed (S.A.V), devleti yönetme sanatı olan siyaseti Kur’an hükümlerine kayıtsız-şartsız bağlı kalarak yapmış, ne hristiyanların, ne yahudilerin, ne ateistlerin, ne de barbar Romalı emperyalistlerin arzu ve isteklerine uymayarak, her din ve etnik insana eşit hak ve adaleti uygulamaktan asla vazgeçmemiştir. Dini anlatırken ve yayarken hiç kimseden para ve yardım istememiş, vahiy temelindeki düşünce ve fikirlerini paraya tahvil etmemiş, fırsatçılık gütmemiş, başkalarının yahut güçlülerin rızasını kazanabilmek amacıyla kesinlikle taviz vermemiş, vahyin emrettiği gerçeklerin dışına çıkmamış, inanç ve imanından zerre olsa sapmamıştır. Ne hristiyan ve yahudilere benzemiş, ne de meyletmiştir. Doğrudan sapmamanın bedelini güçlenerek ve tüm dünyaya hakim olarak elde etmiştir. Bir Peygamber ve bir Devlet Başkanı olmasına karşın; halkından en yoksul olanının standardında fukara bir yaşam sürmüş, barınacağı lüks bir evi, zengin yiyeceği olan bir sofrası, şatafatlı elbiseleri, birikmiş bir serveti ve mücevherleri asla olmamıştır. Önce halkının güven ve emniyetini düşünerek, kendini sarp ve sağlam kalelerin ardına saklamamış, etrafına etten duvar ördürerek dokunulmaz yapmamıştır. Çünkü O, dünya maddelerinin bir aldatmadan ibaret olduğu gerçeğiyle, sadece ebedi olan ahirete önem vermiştir.

Bir saniye sonrası meçhul olan ölümlü bir dünyada sahip olunan şöhretin, zenginliğin ve makamın ne önemi olabilir ki?

“Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kütüklerdir. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın. Allah onları kahretsin! Nasıl olup da döndürülüyorlar?” Münafıkun. 4

Hiç yorum yok: