27 Aralık 2008 Cumartesi

Ancak tabela devleti olabildik…

Akıl almaz bir batılılaşma ve laikleşme uğruna köklü ve güçlü devletimizi yıkıp yerine asker egemenli Türkiye Cumhuriyetini kurarak, 85 yıldır tabela devleti olmaktan öteye gidemedik. Milletimizin başkalaşımı için acımasızca yapılan kanlı devrimler ve baskılar sürekliliğini korumuş, dini ve ırki bölünmelere yol açarak; huzur, güven, barış, birlik ve beraberlik içinde yüzyıllardır beraber yaşayan insanlarımız birbirlerine düşman edinilmiştir.

Devlet ve millet çıkarları temelinde olması gereken bütünlük despotik ideolojiye yenik düşmüş, tabandan tavana kadar birey ve kurumlar, gizli ve aleni birbirleriyle çatıştırılmıştır. Türkiye Cumhuriyetini koruyup kollamakla yükümlü millet ve temsil edildiği TBMM olması gerekirken; kendilerini Atatürk’ün veliahdı ilan eden Genelkurmay ve yargı, hakları gasp ederek, halkın seçtiği hükümetler üzerinde diledikleri baskı, tehdit ve tahakkümü uygulamaktan geri durmamış, darbeler ve sayısız cinayetler işleyip aklanabilmişlerdir.

Farklılıklara karşı saygı ve tahammülü tamamen ortadan kaldıran amansız rejim, irtica adına İslam’ı ve PKK adına Kürtleri hedef göstererek; sosyal hakları yanı sıra, siyasi hakları ve özgürlükleri kısıtlayarak ve elinden alarak, adeta işgalci bir rejimin tüm argümanlarını ortaya koymuştur. Unutulmamalıdır ki halkın seçtiği türbanlı bir bayan milletvekilinin milletin meclisinden kovulması ve Kürtlerin seçtiği vekillerin güvenlik güçlerince milletin meclisinden çıkarılarak cezaevine gönderilmeleri hala hafızalardadır.

Her inanca ve ırka karşı eşit ve adaletli olması gereken bir Anayasa mahkemesinin malum başkanı; “Laik olmayan insan, insan değildir. Onların kanından şüphe ederim” diyerek yaptığı bölücülük, apaçık terörist bir davranış olmasına rağmen, kendisi hiçbir yaptırıma çarptırılmamış, üstelik görevine devam edebilmişti. İslam dinine geçit vermeyen Kemalist laiklik, hristiyanlığa ve yahudiliğe sıcak bakabiliyor.

Genelkurmay başkanı Başbuğ, İsrail’e gittiği bir sırada, yahudiler için fevkalade kutsal olan ve hac farizası kabul edilen Kudüs’teki “Ağlama Duvarı”na giderek dua etmesi ve yakarması, ne çelişkidir ki laik ve Kemalistlerce hiç eleştirilmemiş, hangi dine mensup olduğu sorgulanmayarak, olay derhal kapatılıp, ibret vesikası fotoğrafı sızdıran astsubay ivedilikle görevden alınmıştı. Org. Başbuğ, katil yahudilerin ibadet ettiği Ağlama Duvarı’na değil de, Müslümanların ibadet yeri Mescid’i Aksa’ya giderek namaz kılsaydı, acaba ne olurdu? Aynı Kemalist laikler, önceki Genelkurmay başkanı Özkök’ün şarap değil de kola içtiğini öne sürerek, İslam’i bir emri uygulamış olabileceği tartışmalarını ise şiddetle yapabilmişlerdi. İçki baskısı çağdaşlık, meşrubat veya zemzem ikramı ise gericilik…

İktidara gelen AKP hükümeti ve başbakanı R.Tayyip Erdoğan’ın İslam referansından dolayı sürekli itilip kakılması, sözde egemen olan meclisin aldığı kararların yargıca yürürlükten kaldırılması, tamamen saplantı içindeki laik ve Kemalist ideolojinin müstebit sonucudur. Tıpkı deprem misali Türkiye, öylesine derin bir ayrılığı içten içe yaşıyor ki, yüzeye çıkmasıyla ortada ne bir vatan, ne de içinde yaşayan bir insan kalacak!

Son kararları veren yüksek merci Anayasa Mahkemesi’ne muhalefet ederek, anayasayı dahi hiçe sayabilecek kadar aymazlığı ve cesareti gösterebilen Danıştay’ın inanılmaz meydan okuyuşu, sahip oldukları hukuk tanımaz Kemalist ideolojinin, gerektiğinde ne denli tehlike içerebileceğini gözler önüne sermektedir. Sayısız insanı katleden Ergenekon terör örgütü, bu gerçeğin açık bir delili değil mi? Sırf Kemalist ideolojisinin gereği, güya başkan yardımcısı olduğu anayasa mahkemesinin aldığı kararı, Danıştay’a peşkeş çekerek, mahkemesinin kararına muhalefet edebilen Osman Paksüt’ün eşi, Ergenekon terör örgütünden dolayı savcılıkça sorgulanmadı mı?

Anayasaca, yargı denetimi dışında tutulan Cumhurbaşkanı kararlarının, bir rektör seçiminden dolayı Danıştay’ca denetlenerek bozulması, pek fazla yoruma mahal bırakmamaktadır. Derinsel inat ve ayrılık çok daha fanatik bir vahametle alenileşmekte; gerek cumhurbaşkanlığı seçimindeki meclisin kararını lağveden Genelkurmay ve yargının inanılmaz diktasal rolleri, gerekse günümüzdeki sıcak gelişmeler, olmayan hukuku ve adaleti bir kez daha dikkatlere sunmuştur.

Genelkurmay ve yargı kurumlarının akabinde dışişleri başta olmak üzere, diyanet dahil neredeyse tüm kurum ve kuruluşlar, laik ve Kemalist devletin sebatkar bayraktarları olarak çalışmakta, dolayısıyla ne içerde, ne de dışarıda hiçbir başarıya imza atamamakta, millet menfaatine hizmet yapmamakta ve Türk milletinin layık olduğu liderliği yakalatamamaktadırlar.

Türkiye’nin kurtuluşu, ancak çok cesur, kararlı ve ölümüne önderlik yapabilecek bir liderle mümkün olabilir. Ne var ki, politika arenasında yetişen bir kimsenin bu kriterlerde siyaset yapabilmesi asla söz konusu değildir. Vatanı ve milleti tüketip bitiren totaliter laik ve Kemalist rejime karşı kendini batıya siper edenlerden hiçbir umut beklenilmemeli ve büsbütün çıkmaza süründükleri bilinmelidir. Korkakların mücadele etme yerine, asıl düşmanlara sığınarak fayda sağlama niyetleri hep hüsranla sonuçlanmış, tarih, böylesi alçalmış müstemlekelerin yazgılarıyla dolup taşmıştır. Hıristiyan ve yahudi devletlerin Müslümanlara karşı giriştikleri katliamlarda dahi ürkekliklerinden sözde diplomatik üslup kullanarak gürleyemeye cesaret edemeyen müstenkiflerin liderlikleri, ancak yığınlaradır.

İster kabul edilsin, ister edilmesin! Türki milleti Müslüman’dır ve dünya, Türkiye’yi bir İslam ülkesi olarak benimsemiştir. Bizler, Müslüman Türkiye milleti, 85 yıllık değil, 700 yıllık onurlu, bağımsız ve lider bir milletiz. Hak ve adalet dini İslam’ı yaymaya başlamakla, tüm dünyaya huzuru, güveni, ahlakı, merhameti, yardımlaşmayı, hoşgörüyü ve barışı getirdik. Eğer tarih tekerrür eder ve kadersel yazgımız lanetlenmemiş ise; mutlaka eski günler geri gelecek, dünyanın beklediği barışı ve adaleti, Yaratıcı’nın izniyle tekrar sağlayacağız.

Onun içindir ki Müslüman Türkiye milleti; dün olduğu gibi, bugünde, yarında laikliği (ateizmi) kesinlikle kabul etmeyecek ve Kemalizm’i (putperestliği) asla sindirmeyecektir.

“Resulüm de ki: Eğer ölümden ve öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir.” Ahzab. 16

Devlet, halkı kendisine uydurmak için yasalara boyun eğmeyi öğretecektir.” Montesquieu

Hiç yorum yok: