29 Haziran 2017 Perşembe

Onlara karşı öyle sert davran ki…

Hem din hem millet hem devlet hem de adalet güvenceye kavuşabilsin!

Ancak seküler-laik güdümündeki anayasa hümanizm, özgürlük ve demokrasi meşruiyeti tanımasından asilik motive edilmiş; sırf insan görünümündeki mahlûklara verilen toleranslardan dolayı şımarıklık ayyuka çıkıp cesaret etkilendirilmiş; dolayısıyla küstahlıkların kabarmasından günahkârlarla baş edebilmek imkânsız hale gelmiştir.

İnsan hakları, sadece insana mahsus bir mülkiyettir. Ki, insan haklarının ne olduğu da ancak yaratıcı tarafından bildirilen kurallarla hükme bağlanmıştır. Bu sebeple yaratıcı olmayan bir beşerin nefsi istek ve düşüncelerine göre insan haklarını belirleyebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla bozularak insani özelliklerini yitirmişlerin yaratıcıları Allah’a asileşmiş olmalarından hilkatteki eşlerine adil olabilmeleri söz konusu değildir.

Yaratıcı Allah’a baş kaldıranın insanlığa karşı bozguncu ve gaddar olamaması mümkün değildir. Bu yüzden daha da güçlenip artarak yayılmalarını ve fırsat kollayan yabancı hasımları cüretkârlaşmamaları için insan olmayanı insani seviyede değerlendirmek, insanlığa karşı işlenmiş bir cinayet ve ihanettir.

İslam’ı İslam yapan nasıl otorite ise, devleti devlet yaparak halkına huzur ve güven kazandıran da otoritedir. Otoriteyi savsaklayacak zerre bir müsamaha, ortada ne düzen ne asayiş ne de insanlık bırakır! İyi ile kötünün ayrılmayıp hümanizm gerekçesiyle bütünleştirildiği bir düşünce düzeyinde insanlık değil fenalık hâkim olur ki, zaten ardı arkası kesilmeyen karışıklık ve asilikler de böylesi özürlü bir düşünceden üremektedir.

Seküler-laik bir devlet, otoritesini nasıl muhafaza edebilecek ki, hem kendini ve ülkesini sakınabilmek için kanunlar yapacak, hem de demokrasi ve hürriyet adına dokunulmazlıklarla haklar tanımakla kalmayıp asilere müsamaha göstererek sert davranamayacak!
  
Demokrasi ve özgürlük gerekçeleriyle kendi başlarına bırakılanların eylemleri meşru sayılacak ama o eylemleri püskürtme amaçlı güvenlik güçlerinin din, devlet ve millet adına müdafaaları “aşırı güç ya da sert önlem” mazeretiyle gayrimeşru kabul edilebilecek. Batıl bu düşüncelerin etkisinde kalan hatta güdümünde olan devlet,  asayişi ve otoriteyi tarumar edici çekincelerinden dolayı caydırıcı sert bir tutum sergilemektense yumuşak savunmada bulunmasından ne azgınları sindirebilmekte ne de olası çıkacak kargaşaları engelleyebilmektedir. Dolayısıyla mal ve can kayıplarının müsebbibi olan laik devlet; dine ve millete meydan okuyarak sahaya çıkan asilere karşı gösterdiği insani davranıştan ötürü insanlığı tamamen silmekten başka hiçbir şey yapmamaktadır.

Yılan, zehriyle insanın kanını pıhtılaştırıp nasıl ölümüne neden oluyorsa; batıl düşüncelerde nefsi azdırıp toplumları ölmekten beter kılmaktadır.

Heva ve heveslerini tanrı edinircesine toplumu kendilerinden ibaret sanıp başkalarının haklarını ayakları altına alarak her türlü eylemi mubah bellemiş yığınlara ne bir söz ne bir öğüt ne bir uyarı ne de bir hoşgörü fayda sağlar. Bu sebeple onlara karşı öyle sert yaptırımlar, ceza ve şiddet uygulanmalıdır ki, düzenin tahribatı önlenebilmelidir.

“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne de kötüdür!” Tahrim 9

“Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın.” Tevbe 14

“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir! “ Tevbe 73


“Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya öldürülmeleri, ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.” Maide 33

Hiç yorum yok: