14 Haziran 2015 Pazar

Tek devlet yedi eyalet…



Yoktur barış, huzur, güven, asayiş, özgürlük hatta demokrasi için başka bir çözüm!

Türkiye’deki laik ve Atatürkçü rejimin zorba, baskıcı, totaliter ve despot bir müstebitlikte olduğunu hiç kimse inkâr edemez. Düşünce ve inancının gereği yasalara sahip olmayan toplumların dayatmayla karşı karşıya kaldıkları esaret, tıpkı kapalı bir kaptaki basınç karşısında kinetik enerjinin artmasıyla meydana gelen infilak misali patlamaya sebep olur.

Defalarca ziyaret ettiğim yaklaşık 120 ülke arasında 28 milyon nüfusa sahip Malezya’da halkın %55‘i Malay, %25’i Çinli, %10’u Hint ve geriye kalan %10’luk kesimse diğer etnik köken ve dini inanca sahiptir. Ülkede resmi din İslam’dır ve Müslüman olan halkın çoğu Malay kökene sahip, az bir kısmı ise Hint'tir. Budizm, Çinli halk tarafından benimsenen din iken Hindu dini de Müslüman olmayan Hintlerin inancıdır. Hıristiyanlık da yaygın olan dinler arasındadır. Malezya federal anayasal monarşiye dayalı parlamenter demokrasi sistemiyle yönetilmektedir. 11’i Batı Malezya, 2’si Doğu Malezya’da olmak üzere toplam 13 eyaleti vardır. Her eyaletin kendi anayasası, kendi meclisi vardır. Meclisi oluşturan üyeler halk tarafından seçim yoluyla belirlenir. 

Malezya’nın siyasi partileri, sultanlardan hatta devlet başkanı Kral’dan dahi daha çok önem arz eder. En önemli siyasi parti, Malezya’nın bağımsızlığından bile önce kurulan, halkın geneline hitap edip desteğini alan, İslamiyet’in önemini vurgulayan fakat yine de batı etkisinden kurtulamayan United Malay National Organization(UMNO); muhalefette ise, 1980 yılında kurulan, İslam’ı siyasetin dar bir çerçevesine sığdırılamayacağını tüm hayata homojen bir şekilde yayılması gerektiğini savunan, kamusal ve toplumsal her alanda İslamileştirme çalışmaları başlatan parti Malezya İslam Partisi(PAS)’dır. Bu partinin galip geldiği eyaletler ise Şeriat yasalarıyla yönetilir.

Öyle ki, Tayland sınırında yer alan ve şeriatla yönetilen Kelantan eyaletini ticari maksatla ziyaret etmiş, nüfusunun çoğunluğu Tay ve Çin etnik köken ve Budist olmasına rağmen yönetimdeki İslam Partisi (PAS)’ın hak ve adaletinden dolayı tercih edilip şeriat yasalarını kabul etmiş olmaları çok dikkatimi çekmişti. Hiç kimseye ne etnik ne dini ne de düşünce, inanç ve yaşam biçimlerinden ötürü baskı uygulanmaması, muhakeme edebilen halkın şeriat rejimini iktidara taşımıştı. Özellikle Budist kadınların şeriat rejiminden duydukları memnuniyeti; “eşlerimiz geç saatlere kadar içki içip sarhoş olamıyorlar, barlar ve gece kulüpleri olmadığından kadınlarla eğlenip bizi aldatmıyorlar, kumar oynayamıyorlar, zina yapabilecek bir teşvikin olmamasından sapkın ve gayrimeşru ilişkilere giremiyorlar” gibi memnuniyetleri, şeriatın sadece Müslümanlar için değil gayrimüslimler içinde vazgeçilmez bir rejim olduğunu ortaya koymaktaydı.

Herkim hangi eyaletin anayasasını ve yönetimini beğenip düşünce ve inancıyla özdeşleştiriyor ise, oraya yerleşerek özgürlüğüne kavuşuyor; dolayısıyla olası isyanların ya da başkaldırışların önüne geçiliyor. Bu sebeple terörün, kaosun, asiliğin, etnik ve dini çatışmaların olmadığı bir yer olan Malezya benzeri bir eyalet sistemini getirmemekteki ısrar ve inat; Türkiye’yi güçlendiriyor mu, yoksa zayıflatarak parçalanmaya ya da yok oluşa mı götürüyor? 

Unutulmamalıdır ki, halkın haykırışını beşeri hiçbir güç durduramaz! Fiziki engelleme ruhsal patlamaya asla çare değildir! Suyun akışını önledikçe nasıl sel oluyorsa, ruhi baskılarda felaketleri doğurur. Etnik, dini, düşünce ve ideolojide birbirine tamamen zıt Türkiye milleti, eyaletlere bölünmek suretiyle diledikleri anayasalarla hürriyete kavuşturulmalıdır. Sekülerizmden yani laiklikten yana olanlar; LBGTİ’den yana olanlar; Türkçülükten yana olanlar; Kürtçülükten yana olanlar; sosyalizmden yana olanlar; Atatürkçülükten yana olanlar; İslam’dan yani şeriattan yana olanlar, seçimle kazandıkları eyaletlerde diledikleri rejimi kurabilmelidirler. 

Düşünebiliyor musunuz; yaratıcı Allah’a iman etmiş bir Müslüman’a laikliğe, Atatürk ilke ve inkılâpları üzerine ant içtirerek zoraki bağlılık yemini yaptırmak suretiyle küfre ve ihanete mecbur bırakacaksın, sonrada özgürlükten söz edeceksiniz. Yahut bir ateiste Allah’ın hükümleri üzerine bağlılığı dikte ettireceksin, sonrada özgürlükten söz edeceksin!

Eğer insanların düşünce, ifade, din veya rejim seçme hakkı var ise, tanrı misali egemen “benim” diklenmesiyle esaret altına alamazsın! Dolayısıyla metazoriye kalkışan her rejim ya da devlet, karşılığında özgürlük için mücadele veren insanların haklarını meşru kılar.

Nasıl bir zorbalık, hainlik ve acımasızlıktır ki, laisizmi ve Atatürkçülüğü kabul etmeyen halkını ülkesinden kovarak; “beğenmiyorsan git başka yerde yaşa” diyebiliyor. Oysa o halk ve ecdadı, içinde yaşadığı ülkesi için can vermedi mi; geriye sayısız dul ve yetim bırakmadı mı; binbir türlü cefa ve yokluk çekmedi mi; ülkesi için yaşamından vazgeçmedi mi; düşmandan kaçmayıp kovalamadı mı; ülkesi için her türlü fedakârlığa göğüs germedi mi?

Türkiye, özgülük ve demokrasi maskesi takmış totaliter bir rejime sahip öyle bir devlettir ki, ne düşüneceğini, neye inanacağını, hangi kimlik veya etnisiteya sahip olacağını, kime inanıp ilkesine kayıtsız-şartsız bağlı olacağını, neyin doğru yahut yanlış olduğunu dikte eden buyurgan bir ceberutluk içindedir. Neden Türkiye, federal anayasal cumhuriyete dayalı parlamenter demokrasi sistemiyle yönetilmesin!

Eyalet sistemi ayırıcı değil aksine bütünleştirici, barış ve sükûnet getiricidir. Egemenlik çatışması ve savaşını durdurabilecek tek çözüm olan eyalet sistemi her kesimi huzur ve güvene kavuşturacak yegâne çıkar yoldur. 

Yaratıcı Allah dahi mutlak hükümran sahibi olmasına rağmen zorlamaya yasak getirmişken, sen kim oluyorsun ki cüret edebiliyorsun? Bilin ki, her rejim, her ilke, her düşünce ya batıl ya da hak bir dindir. Çünkü din; itaat, hizmet, birisinin emri altına girmek, başkasının üstünlüğünü kabul edip boyun eğmek, ilkelere, kurallara ve prensiplere kayıtsız bağlılık, kanun, ceza ve millettir. Din, her ne kadar tanrısal ve kutsal bir terimmiş gibi algılansa da, gerçekte sosyal, siyasi, ekonomik ve askeri yasaların bütünüdür. Hukuksal, siyasal ve idaresel her anlayış ve sistem bir dindir. 
   
“Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tağutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.” Bakara 256

(Resulüm!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” Yunus 99

Hiç yorum yok: