2 Haziran 2014 Pazartesi

Siyaseti dine hasım yapma maksatları Mutlak İrade’dir!



Vahiy dışı güdümlü teorilerin toplumları Allah’tan uzaklaştırabilmek için din, bilim ve siyaseti farklı kuvvetlermiş gibi düşman saflara ayırıp, “Allah ya yoktur ya da gökyüzüne yerleşip yeryüzünün egemenliği insanların iradesindedir” dayatmaları seküler düzeni meşrulaştırmış, yeryüzü-gökyüzü tanrılarını doğurarak riyakârsı bir inanç ve düzen karmaşası dünyayı sarmıştır.

Oysa her şey,  Mutlak İrade doğrultusunda üremekte, biçimlenmekte, düşünce ve eyleme dönüşmektedir.

İlahiyatçıların dahi seküler felsefesinin etkisinde kalarak batılı meşrulaştıran yorumları toplumları ikileme sevk etmiş, gerçek; ya bilinçli yahut bilinçsiz bir saptırmayla eğilip bükülerek temel yapı tahrip edilmiştir. 

Öncelikle “Din nedir?” sorusuna cevap bulabilirsek tuzaklarda açığa çıkabilecektir. Din, kavram itibariyle itaat, hizmet, birisinin emri altına girmek, başkasının üstünlüğünü kabul edip boyun eğmek, düşünce ve iradesine kayıtsız teslim olmak, ilkelere ve prensiplere koşulsuz bağlılık, kanun, ceza ve millettir. Din; her ne kadar ilahsal, vahiysel, kutsal veya ruhsal bir yapıymış gibi manipüle edilip, siyasi hayattan ve devletten uzak tutulmak istense de; gerçekte sosyal, ekonomik, siyasi ve askeri yasaların bütünü; bilim, düşünce ve iradelerin tamamıdır. Bilimsel ve siyasal her anlayış ve rejim; kendine göre dini bir düzenektir. Söz konusu dinsel yapıya göre kanunlar yapılarak egemenlik hakkı amaçlanır, insanların itaat ve hizmeti şart koşularak üstün addedilen hâkim gücün emri altında ve onun hükümleri çerçevesinde tek güç olunduğunun tasdik edilmesidir. Bu sebeple düzenin kurucusu, yasa yapıcısı ve yöneticisi; otomatikman tanrısal bir egemenlik hakkına da sahip olmaktadır. Dolayısıyla her toplum, idare edildiği düzene göre egemen kabul ettiği gücü veya güçleri dolaylı yoldan tanrılaştırarak, farkında olmadan tapınabilmektedir. Düşüncenin, rejimin ve düzenin adı ve tanımı her ne olursa olsun o mutlaka bir dindir. Dolayısıyla ateizm de kural ve kaideleriyle bir dindir!

Tüm çaba, insanların kul olma yaratılmışlıklarını aşacak benliğin yüceltmesiyle Yaratıcıya karşı güçlü ve irade sahibi bir egemenlik gütmek, Allah’ın koyduğu kuralları ve mutlak iradesine rakip zafer kazanabilecek üstünlüğü pozitivist temelli argümanlarla adı sekülerizm, laisizm, sosyalizm, liberalizm, demokrasim, Marksizm ve Kemalizm gibi doktrinlerin yasa belirleyici etkileriyle dinleştirilmeleri akabinde insan tanrılaştırılmaktadır. Ancak teorilerindeki düşünceleri pratikte gerçekleştirememeleri her ne kadar toplumları uyandırmasa da kader hükümlü akış, mecrasında sürmektedir.  

Yaratıcının vahiysel dinini yani anayasasını sözde kutsallaştırıp siyasetten, devletten, kamudan ve sosyal hayattan arındırarak kendi dinlerini hâkim kılanlar, oyun içinde sayısız dalavereler tertipleyerek inananları şeytanca aldatmışlar ve aldatmaya devam etmektedirler. Çünkü vahyi reddeden düşünce ve sistemler, mega yalanlar zemininde empoze edilmiş abartılardır. Toplumların yaratıcıya karşı olan duyarlılığını dikkate alarak öylesi hilelere girişmişler ki, dinin sadece kişiye özel ilahsal ve ibadetsel bir ritüel olduğunu işleyerek saygı altında Yaratıcıyı dokunulmaz kılıp, hapsedercesine yeryüzünden dışlamak suretiyle tüm yetkiyi kendilerinde toplamış, insanların nefislerini okşayan seçme, seçilme, özgürlük veya hâkimiyet adı altında suni payeler vererek, tanrısal gücün otoritesine kavuşabileceklerini sanmışlardır. Sırf Yaratıcının düzenini kabul etmemek ve egemenliği altına girmemek adına birbirlerinin köleliğine razı olmuş ve boyun eğmeyi ayrıcalıklı bir onur vesilesi saymışlardır. Acaba böylesi bir anlayışa sahip politikacı, ilahiyatçı veya devletlerin aydınlık ya da adalet verebilmeleri mümkün müdür?

Lâik, sosyalist veya demokratik düşünce temelinde yapılaşan devletlerin din ile siyaseti düşman hatları misali birbirinden ayırarak insanı tanrılaştıran hukuklarıyla ayakta kalabilme çabaları, semavi dine mensup politikacı, düşünür ve ilahiyatçıların desteklerindendir. Halkı etkileyerek yanlışı meşrulaştıran bu çıkarcı mihraklar; doğrunun, hakkın ve adaletin hâkim olmasına mani olmakta, dolayısıyla Allah dini ve devlet dini gibi korkunç bir ikilem oluşturarak, dolaylıda olsa çok tanrılı bir düzeni savunmaktadırlar. Ancak toplumlar böylesi şeytani bir hileyi derinden sorgulamamalarından gerçeği kavrayamamış, böylece çok tanrılı ve dinli inanışları özümseyebilmişlerdir.

Öyle riyakârsı ve münafıksı bir paradoksu meşrulaştırmışlar ki, Allah’ın dini ile devlet dininin sınırları çizmiş ve alansal müdahaleleri savaş nedeni sayarak, kıyasıya mücadele etmişlerdir. Çağlar boyu süregelen çatışmalar ve bölünmeler ırktan çok dinsel zeminde baş göstermiş, Allah ile insanın egemenlik haklarından ötürü milyonlarca canlıyı ölüme sürükleyerek göz açtırmamışlardır. Bir tarafta vahiysel anayasayı reddederek lâik zeminli demokratik veya sosyalist dinle kendini tanrılaştıran insan, diğer tarafta Yaratıcı olma hasebiyle sadece hukukuna uyulmasını emreden Allah.

Bu durumda Allah’ın dinine iman etmiş bir Müslüman kime itaat etmeli ve hangi tarafın dini bağlılığıyla huzuru, adaleti, mükâfat ve cezasını ciddiye almalıdır? Ya Yaratıcı Allah’ı ya da kendi gibi yaratık olan insanı!

Türkiye Halkının dini, bağlı olduğu seküler odaklı laik ve Atatürkçü anayasadır. İslam dini ve Allah’a olan inançlar bir ritüel niteliğinde olup, tamamen ruhsal bir mastürbasyondur.
  
Aslında sözü uzatmak yerine şu soruları cevaplayan her insan; gerçekte tanrısının kim ve hangi dine mensup olduğunu ortaya çıkaracaktır

1-    Allah’ın dinine mi devletin dinine mi itaat ediyorsun?
2-    Yaşamında devlet dinin kurallarına mı, Allah dinin kurallarına mı boyun eğiyorsun?
3-    Kimin emri altındasın?
4-    Kimin üstünlüğünü kabul edip düşünce ve iradesine kayıtsız teslim oluyorsun?
5-    Allah dinine mi, devlet dinine mi hizmet ediyorsun?
6-    Kimin ilkeleri ve prensiplerine koşulsuz bağlılık gösterip yaşamında uyguluyorsun?
7-    Allah’ın indirdiği hükümler mi, devletin koyduğu hükümler mi bağlayıcıdır?
8-    Devletin anayasası mı, Allah’ın anayasası mı zorunlu bir kanundur?
9-    Devletin milleti mi, Allah’ın milleti misin?
10- Devletin cezaları mı, Allah’ın cezaları mı güçlü ve caydırıcıdır? 
11- Her iki dini bir arada yaşamak meşru mudur ve sindirilebilinir mi?
12- Yasa yapıcı devlet mi, Allah mıdır?
13- Kuralları belirleyici devlet ya da yaratık vekiller ise, Yaratıcı Allah’a olan inanç ve iman yalan değil midir?
14- Allah dinini reddeden seküler bir devlete bağlılık, itaat ve hizmet; Allah’a küfür değil midir?
15- İnsanların kaderlerine devlet değil de Allah hükmediyorsa; eğer ateist değilsen devlet dinine itaati nasıl bir düşünce ve duyguyla kabullenebiliyorsun?
16- Allah’ın lütuflarının yanında devletin ya da vekillerinin ne verdiğini hiç sorguladın mı?
17- Sözü ve kararı Yaratıcı belirliyorsa; vahyi dışlayan devlet kimdir, yaptırımı ve gücü nedir?
18- Tek güç Allah mıdır, devlet midir?
    
Yeryüzünde ve siyasette ayrı bir tanrı, gökyüzünde, doğada ve ölümde ayrı bir Tanrı’ya inananların dinleri apaçık bir ikiyüzlülük yani münafıklıktır.

"Gerçekten, sizin gibi bir beşere itaat ederseniz, herhalde ziyan edersiniz." Mü’minun 34

“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın. “ Muhammed 33
"Allah'a ve Peygamber'e inandık ve itaat ettik diyorlar; ondan sonra da içlerinden bir gurup yüz çeviriyor. Bunlar inanmış değillerdir.”  Nur 47

Hiç yorum yok: