14 Haziran 2014 Cumartesi

Hiç vazgeçmeyeceksiniz değil mi?



Allah ve Resulünün hükümleri yorumlarla ve rivayetlerle öyle doğranmış ki, İslam’ın ne olduğu anlaşılamamıştır. Nefislere peşkeş çekilen ayetler kitaplara hapsedilmiş,  Kur’an’a muvafık olmayıp hurafelere dayalı sözde hadisler, İslam olmuştur.
    
Özellikle şeriat düzeni ve cihada karşı öyle bir cephe oluşturulmuş ki, kalkışan tekfirlikle suçlanmış, batıl düzeni bozmaktan dolayı teröristlikle yaftalanmıştır. Güya İslam’ı destekleyip hizmet adına mücadele edenlerin dünyalık çıkarları vahyi altüst etmiş, İslam, hümanistlikle özdeşleştirilerek beşer tanrılaştırılmıştır.

Allah ve hükümlerinin değil beşer ve yasalarının Rahman’dan üstün tutulması, Allah, Resul ve Kur’an’a inancının sözden öteye geçmemesine sebep olmuştur. Düşünce ve ifade özgürlüğü öyle hadde dayanmış ki, Allah’a, Resulüne ve ayetlerine saldırı meşru hale gelmiş, savunma ise kabahat ve suç teşkil etmiştir.

İş hayatından dolayı yaşadığım çok ciddi tecrübeler akabinde Kur’an’la tanışmamla birlikte Müslüman olmadığımı fark etmiş ve çok başarılı olduğum iş hayatından emekliye ayırarak, kendimi 35 yaşından itibaren ilme adadım.

Rahmetli babamdan dolayı İsmailağa Camisine gidiyor ve Mahmud efendi ile sıkı bir birlikteliğim oluyordu. Bir taraftan Allah’ın son derece açık ve seçik indirdiği Kur’an’ı inceleyerek ayetleri idrak etmeye çalışıyor, diğer taraftan Mahmut efendi ve İsmailağa cemaatinin Kur’an’a uymayan İslam anlayışları karşısında şaşırıp kalıyordum.

Hatta bir gün, acaba ayetleri mi bilmiyorlar düşüncesiyle cihad ile ilgili bir ayetin mealini bilinçli olarak yanlış okuyarak Mahmut efendiye ifade ettiğimde, hemen yanlışımı düzelterek doğrusunu söylemesi üzerine, neden ayetlere itaat etmedikleri karşısında bayağı sarsılmıştım. Acaba kendilerine benim bilmediğim özel vahiyler mi geliyordu? 

Ertesi gün, Mahmut efendiye ayetler ışığında bir mektup yazarak, Kur’an ile ilgisi olmayan İslami anlayışlarından dolayı eleştirilerde bulunduğumda, cemaatin ileri gelen hocaları beni Lawrence olmakla suçlamış ve açıkça tekfir etmişlerdi. Hatta rahmetli babam dahi kızmış, cemaati hangi ilmimle suçlayabildiğim konusunda tepki göstermişti. Lakin ortalık karışmış ve haberi olan herkes bana saldırırken; Mahmut efendi, “Şadoğlu’na kızmayın, söyledikleri doğrudur” demesi üzerine sükûnet doğmuştu.

Türkiye nüfusunun % 99’unun Müslüman olduğu düşüncesiyle “Gerçek” adlı bir kitap yazıp 50 000 adet bastırarak posta ücretini de karşılamak üzere devletin her politikacısı, komutanı, hâkimi, savcısı, bürokratı ve talep eden insanlara gönderdim. Düşüncem; ayetler son derece açık olmasına rağmen kimsenin bilmediğini, uyarmam ile birlikte şeriat yönetimine geçilebileceği heyecanımdı. Öyle bir etki oluşturmuştu ki, kimi gazeteler “Şeriatın Donkişotu” olarak beni lanse etmiş ve Türkiye’de şeriat isteyen bir işadamı olarak kamuoyuna duyurmuşlardı.

Birde baktım ki, herkes her şeyi benden iyi biliyor ama öyle mühürlenmişler ki, İslam karşıtlarından çok cemaat ve tarikatlardan aleyhte tepkiler aldım. Hatta aradan birkaç ay sonra yazdığım ve yine ücretsiz dağıttığım “Sayın Türk milletvekilleri” adlı kitapçığımdan dolayı Refah Partililerin gazabına uğradım ve kitabımdan dolayı seçim kaybettikleri iddialarıyla karşılaştım.

Lakin hiç durmuyor ve şeriat lehine mücadelemi sürdürüyordum. Ne yasak, ne ceza ne de hapis korkusu hissetmiyor, dışlanma kaygısı dahi taşımıyordum. Hakkımda soruşturmalar açılıyor ama kimse yıldıramıyordu. Sık sık yollara dökülen küfür ehli “Kahrolsun Şeriat” sloganları atarlarken, “kahrolsun laiklik, kahrolsun Kemalizm” diye yazılar yazıyordum. Bununla ilgili istihbarat birimleri evime gelerek ifademi alıp arama yapıyorlardı. Yaratıcısı Allah’a iman etmiş birinin tüm dünya karşısına dikilse ve yüzlerce kez ceza vermeye ve öldürmeye kalkışsa, zerre kadar yolundan döndürebilir mi? 

Ertesi yıl Aziz Nesin adlı bir kâfirin Allah’a ve ayetlerine hoyratça savaş açması üzerine başına ödül koymamla, “aman Yarabbi” kâfirlerden çok cemaat, tarikat ve Refah Partisinin direnişiyle karşılaştım; rahmetli babamı aracı kılarak “sözümü geri almam ve yanlış anlaşıldı” demem için öyle bir baskı uygulamışlardı ki, geri adım atmamak mümkün değildi. Lakin Rabbimin yardım ve desteğiyle ahiretimi dünya için satmadım.

Öyle korkmuşlardı ki, beni CIA ve MİT ajanı olmakla suçlamışlar, İslam’a zarar vermek için görevlendirildiğimi, cemaat ve partililerine desteklememelerini, benden uzak durmalarını, görüşmemelerini, mahkemelerime katılmamalarını ve izlenerek mimleneceklerini, arkamda ABD ve İsrail’in olduğunu, v,s gibi karalamaların hep Müslüman maskelilerden çıkması, amaçlarının vahiy olmadığını ortaya koymaktaydı. Ancak hiçbir cemaat, tarikat ve partiye üye olmayan Müslümanlar, Kars’tan Edirne’ye kadar Allah için desteklerini esirgememişler, devletin kaosu ve korkunç yıkımı engelleyebilmek maksadıyla durduramadığı kâfiri ölümüne dek hapsetmek suretiyle ülkeyi felaketten kurtarma aracılığımdan şükranlarını bildirmişlerdi. Ancak ben kimim ki övgülerine mazhar olabileyim? Her şeyi yapan Allah’tı!

İşte bu günde aynı ihanetler yaşanmakta, IŞİD’de münafıkların karalamalarıyla dışlanmaya çalışılmaktadır. Amaç; aman dünyalıklarımıza zarar gelmesin, aman ittifak içinde olduğumuz haçlılarla aramız bozulmasın, aman ekonomimiz sıkıntıya düşmesin, ben varken neden IŞİD, biz daha iyi biliyoruz, asıl İslam bizimle yücelir, IŞİD katliamcı, Müslümanları öldürüyor, kafa kesiyor, tekfir ediyor, ABD, İran, Esed veya İsrail güdümlü, vesaire!

Kim Allah’ın hükmünü yerine getiriyorsa, zannetmeyin ki düşman kâfirlerdir; asıl düşman münafıklardır. Bir bakın bakalım, IŞİD aleyhine propaganda yapan haçlılar mı, yoksa İslam maskeli münafıklar mıdır? Öyle alçak bir çıkar düzeni kurulmuş ki, inananların zihin ve kalplerini iğfal edebilmek için şeytanın dahi akil edemediği argümanları kullanmakta, uydurdukları dehşetsi spekülasyonlarla cihad ehlini püskürtmeye çalışmaktadırlar. İran ya da Şiiler, ABD ve İsrail’den ne denli daha zalim İslam düşmanıdırlar ki, IŞİD’e savaş açmakla kalmamış, sözde azılı düşmanı ABD’ye mücahidlere karşı savaşabilmek için ittifaklık dahi teklif edebilmiştir.

Nefis ve batıl dünya için savaşmak, öldürmek, parçalamak, yurtlardan çıkarmak, tecavüz etmek, açlığa mahkûm kılmak, sömürmek, işkence ve işgal etmek meşru; Allah adına hak ve adaleti tesis etmek ise gayrimeşru! Öyleyse tanrı kimdir? 
  
Allah yolunda savaşarak tek ve hak din İslam’ı egemen kılmaya çalışan mücahidlere terörist diyen ya da kınayan kâfirdir. Asıl terörist onlardır ki, nefsi ve dünya için mücadele edenlerdir!

“Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma.” Casiye 18

Hiç yorum yok: