7 Haziran 2014 Cumartesi

Hakikati ve insanlığı mahveden vitrin mankenleri…



Hakkı süpürüp batılı öyle meşrulaştırmışlar ki, ortalık yürüyen ölülerden geçilemez olmuştur.

Bilmediklerini öğreten, dillerini yaratan, üretim, keşif, gelişim ve kalkınmalarını sağlayan yaratıcı Allah’a karşı kibirlenen insan;  rahatlığı ve kolaylığı için yaptığı şeylerin yan etkileri altında kalarak öyle bedeller ödemeye mahkûm olmuş ki, böbürlenerek lehine keşfettiğiyle gururlandığı şeylerin aleyhine dönüşmesine mani olamamıştır.

Bilgisi, iradesi, bilim ve teknolojisine güvenerek her aldığı tedbiri ve huzuru tarumar eden kadersi müdahalelerin önüne geçememiş, mutlak bir denetim sağlayamamıştır. Bir deliği kaparken açılan yüzlerce delikle mücadele etmiş, dolayısıyla ne bilim ne teknoloji ne de güçleri, planlarını tumturaklı oturtmaya yetmemiştir. 
  
Yapılan araştırmada özellikle günümüz bilim adamlarının bilim-kurgu senaryolarına duydukları ilgi, gerçek hayattaki başarısızlıklarının bir sonucudur.

İtalyan astronom Giovanni Cassini, uzayın karşısında kendisini ne kadar önemsiz hissettiğini, önemsiz bir gezegenin üstünde izole olmuş halde yaşayan insanoğlunun olup biten her şeyi ölçebileceği sanısına yalnızca yersiz gururu yüzünden kapıldığını söylemişti. Ancak bu gurur; bilim, demokrasi ve özgürlük adına giderek şiddetini arttırmış ve her insan kendini tanrı gibi hissetmeye başlamıştır.

Çoğu zaman olaylar karşısında, “Bu gerçek mi, şaka mı, sihir mi, düş mü, rüya mı, yoksa bir sinema filmi mi” gibi şaşkınlık ifadeleri eksik olmamaktadır. Normal gelişmeyip ani gerçekleşen olaylar, mutlak iradenin anlaşılabilmesi için her ne kadar önemli deliller ihtiva etse de, gerekli sonuçlar çıkarılamamaktadır. Mantığın kabul edemediği olaylar karşısında fevkalâde etkilenmemize, derin düşünce ve duygulara kapılmamıza rağmen, yine de parlayan güneşin ışığını takip etme yerine, dolunayın gece karanlığında ilerlemeye çalışılır. Neden?

Ağlarken gülüyor, yoksulken doyuyor, alçalmışken yücelebiliyor, bitkisel hayattayken dirilerek güç ve kuvvete kavuşabiliyor. Veya tam zıttı bir oluşumun gelişmesine engel olunamıyor. Demek ki yeryüzünde vuku bulan tüm olaylar ve bu olaylarda yer alan sebepler, etkiler, araçlar, yaratıcının çizdiği senaryo dâhilinde uyarlanan iyi veya kötü görevler olup, her şartta hiç kimse bundan kaçıp kurtulamamaktadır.

Fiiliyata geçirilemeyen düşünce, tıpkı ranta çevrilemeyen ve gelir getirmeyen atıl mala benzer. İnsanoğlu olumlu veya olumsuz her ne yaşarsa yaşasın gereğini yapamamakta ve hiçbir şey olmamış gibi hakkında yazılmış olanları tatmaya devam etmektedir. Ruhsal tepkimenin sonucu oluşan zihinsel ve duygusal etkileşme, fiziksel olayları dürtmekte ve bir bütünlük içinde akış sürmektedir.

Lakin gerçeğin açık perdelerini örtmeye çalışan vitrin mankenlerinin etkileri, her alanda zihin ve kalpleri iğfal ederek insanları yığınlara dönüştürmüş, böylece görünüşte insan biçiminde olsalar da fıtratları yürüyen ölüden farksız olmalarından vitrin mankenlerini izlemekten öte insani bir vicdan ve değer taşımaktadırlar.   

Ne zaman ki, gerek dinsel gerek bilimsel gerek siyasal gerekse sosyal vitrinlerden inmeyen mankenlere itibar edilmeyerek etkilerine kapılmaz; insan, insanlığına kavuşur. 

Vitrindekiler indirilmeden, insan olunamaz!

“Biz onlara birtakım arkadaşlar (vitrin mankenleri) musallat ettik de onlar önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bunlara süslü gösterdiler. Kendilerinden önce gelip geçmiş olan cinler ve insanlar için (uygulanan) azap onlara da gerekli olmuştur. Kuşkusuz onlar hüsrana düşenlerdi.” Fussilet 25

Hiç yorum yok: