22 Haziran 2014 Pazar

Asıl İslamofobi, seküler Türkiye’de mevcuttur!



Her ne kadar haçlı ve siyonist dünyasında Müslümanlara ve İslam dinine karşı duyulan önyargı ve ayırımcılık, 1991 yılındaki 11 Eylül saldırıları sonrası “İslamofobi” yani İslam korkusu bir paranoya algısı oluşturarak yayılmış ise de, Türkiye’de 90 yıldır mevcut olup; seküler yani laik rejimin baskı, yasak ve tehditleri, Kur’an’i Müslümanlara karşı duyulan irrasyonel nefret, ayırımcılık, düşmanlık ve kini her alanda yaşatmıştır ve yaşatmayı sürdürmektedir. 
 
İslamofobi’nin tarihi, kökleri İspanya ‘da Endülüs'ün İslam Devleti tarafından fethedilmesine kadar iner. Haçlı seferlerine asker devşirmek isteyen kilise mensuplarının yaptığı propagandalar ile fikir zemini hıristiyanlığa karşı tehditler ve tehlikeler üzerinde oluşturulmuş olan "İslamofobi", Müslümanlar ile hıristiyanlar arasındaki ilişkilerin, tanışıklığın yaygınlık kazanması ile yüzyıllar içerisinde azalmış iken, 11 Eylül 2001 tarihinde New York’daki İkiz Kulelere yapılan saldırılar akabinde günümüzde yeniden popülarite kazanmıştır. Bu popülaritesinde Huntington'un ünlü "Medeniyetler Çatışması" makalesinde İslam'ı Batı için bir potansiyel düşmanlık odağı olarak lanse etmesinin önemli bir etkisi olmuştur.

Batı dünyasının daha önceki yabancı düşmanı ırkçı eğilimleri dini dönüşüm göstermiş, İslam, hem Hıristiyan hem Siyonist hem de seküler dünya için “tek tehdit ve tehlike” olarak tekrar yerini almıştır. “Cihad, Hıristiyan Uygarlığımız İçin Şerdir.” George W. Bush-ABD eski Başkanı

Asıl garabet ve kabul edilebilmesi imkânsız olan ise, halkı Müslüman olup devleti seküler olan bir rejimin hükmedebilmesidir. Dolayısıyla dünyadaki dini gruplar arasında Müslümanlara daha fazla ayrımcılık yapılsa da, halkı Müslüman olan Türkiye ve benzeri laik ülkelerde Müslümanlara karşı yapılan ayrımcılık çok daha beterdir.

Din kurucu ve kural belirleyici tanrılar haline dönüşen rejimler, Allah’ın Resulü aracılığıyla indirdiği dini değil; haram ve helalleri, yasak ve özgürlükleri belirledikleri bir dine mahkûm kılmıştır. Böylece laik İslam ve laik peygamber inancı meşrulaştırılmış, Kur’an’i İslam gayrimeşru sayılarak itaat eden Müslümanlar hayvanlarda daha aşağı teröristler olarak sınıflandırılmıştır.

Allah’ın indirdiği İslam’a göre iman etmiş Müslümanların hiçbir hakkı olmadıkları öyle dikte edilmiş ki, batıl yani laik Müslüman kimlik taşıyanların suçları ne olursa olsun haklarının ihlal edilebildiği Anayasa Mahkemesince hükme bağlanırken; Kur’an’i Müslümanlar insan değilmiş ve halkları ihlal edilmemişçesine ayırıma tutulabilmektedirler.

Şu bir gerçektir ki, halkı Kur’an’i Müslüman olan laik devletlerde Müslümanlara karşı ayırımcılık, haksızlık ve adaletsizlikler, Batı ülkelerinden daha acımasızdır. Asıl İslamofobi dışarıda değil, içimizdedir! “Kur’an Müslümanlığı sapkınlıktır.” Fettulah Gülen

Türkiye, din dışı seküler devlet olmasından Kur’an’i Müslümanlara karşı ayrımcılık vehasımlık gütmektedir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Allah’ın buyruğuyla küfrü bir devlettir! Çünkü Allah’ın haram ve helal olarak indirdiğini kabul etmeyen ve Allah’a kulluğu laiklik ve demokrasiye aykırı olduğu gerekçesiyle reddeden bir rejim batıldır ve Hakka düşmandır!

Düşünün ki, varlık amacı vahyi tamamen hayattan süpürüp atıp iç dünyaya hapsetmek olan CHP bile, artık İslam karşıtlığı yapmak yerine İslami maske takarak hedeflerine ulaşabilme stratejisiyle İslam referanslı ama maskeli Ekmelledin İhsanoğlu’nu cumhurbaşkanlığına aday gösterebilmiştir. Çünkü düşman, Kur’an’i Müslümanlardır! CHP’de kâfirliğiyle İslam’a zarar veremeyeceğini idrak edip münafıklığı seçmiştir. “Münafık, kâfirden yetmiş kez daha tehlikelidir.” Hz. Muhammed (s.a.v)   
Yıllarca süren gerek yerel mahkemeler gerekse Yargıtay kararlarını “hakların ihlal edildiği” gerekçesiyle hükümsüz bırakarak Ergenekon ve Balyoz terör örgütlerinin müebbet cezası almış mahkûmlarını tek kalemde salıvererek beraat etmeleri amacıyla yeniden yargılanmalarının önünü açan Anayasa Mahkemesi; mahkûm olmuş Kur’an’i Müslümanlara ayrımcılık yaparak eşit bir hak sağlamamaktadır. Çünkü usulleri, Kur’an’i Müslümanlar ezeli düşmanlardır ve hiçbir hakları bulunmamaktadır!

Eğer Anayasa Mahkemesi üyeleri; iman etmiş olsalardı, Kur’an’i Müslümanlara kin dahi duysalar da adil davranmamaya kalkışmazlardı!
   
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir.” Maide 8

METİN KAPLAN İÇERİDE, ÇETİN DOĞAN DIŞARIDA!
Anıtkabir’e piknik tüple saldırmayı planladığı iddia edilen Metin Kaplan müebbet ağır hapse çarptırıldı ve cezaevinde bulunuyor. Fatih Camii ve Beyazıt Camii’nin bombalanmasından, kendi savaş uçağımızın düşürülmesine kadar birçok korkunç eylemin yer aldığı iddia edilen Balyoz Darbe Planı’nı kabul eden emekli Orgeneral Çetin Doğan ve kadrosu ise tahliye edilebiliyor.

MİRZABEYOĞLU CEZAEVİNDE!
52 yıllık hayatı boyunca silah taşıdığına ya da silahlı eylemlere karıştığına dair hiçbir delil gösterilemeyen yazar Salih Mirzabeyoğlu, piyasada satılan kitaplarındaki görüşlerinden dolayı terör örgütü lideri olmakla suçlanarak, 2011 yılında idama mahkûm edilmiş ve halen cezaevinde tutuluyor.

UMUT DAVASINDA ÇELİK VE ŞAHİN TUTUKLANDI
Paralel devlet yapılanmanın; aralarında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın da bulunduğu 7 bin kişinin dinlenmesi için uydurduğu “Selam Terör Örgütü” davası/soruşturması kapsamında Gazeteci-Yazar Abdulhamid Çelik ve Gazeteci-Yazar Mehmet Şahin tutuklu yargılanıyor.

SİVAS MAĞDURLARI 21 YILDIR CEZAEVİNDE!
Allah’ın yüce ayetlerine şeytan ayetleri diyerek Müslümanları tahrik eden Aziz Nesin provokatöründen dolayı Madımak Oteli’nde gerçekleşen ve 37 kişinin hayatını kaybettiği Sivas olaylarını çıkaranların faili bulunmazken, sadece ayetleri savunmak maksadıyla slogan attığı gerekçesiyle mahkûm edilen mağdurlar 21 yıldır cezaevinde bulunuyor. Sivas olaylarında 33 sanık idam cezasına mahkûm edilirken, 4 sanık 20’şer yıl, 1 sanık 15 yıl, 27 sanık 7 yıl 6’şar ay, 2 sanık 5’er yıl ağır, 1 sanık ise 2 yıl hapis cezasına çarptırılmış ve tutukluk halleri devam ediyor.

FAHRİ MEMUR HÂLÂ CEZAEVİNDE!
Malatya Üniversitesi önünde başörtü yasağını protesto eden topluluğun “idamla” yargılanıp beraat etmesinden kısa bir süre sonra Türkiye’nin birçok yerinde (Ankara’da, İzmir’de, Kahramanmaraş’ta) geniş kapsamlı operasyon yapıldı. Operasyonlarda tutuklanan Fahri Memur hâlâ cezaevinde bulunuyor.

DELİL BULUNAMADI, 10 MÜSLÜMAN CEZAEVİNDE
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün, “Örgütün bugüne kadar herhangi bir silahlı eylemine rastlanılmamıştır” yazısı; Adana 2. Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin, “Örgüt, terör örgütü tanımına girmiyor” şeklindeki kararı; İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin savcısının “Örgüt silahsız” şeklindeki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na temyiz başvurusuna rağmen Hizb-ut Tahrir üyesi olduğu iddiasıyla 10 hükümlü cezaevinde bulunuyor.

TORAMAN: ADİL YARGILAMA İLKELERİ MÜSLÜMANLARI KAPSAMIYOR MU?
Sivas ve Başbağlar davası sanıklarının yanı sıra Anadolu Federe İslam Cumhuriyeti davası, Umut davası, Malatya davası, Vahdet Vakfı davası sanıklarının avukatlığını yapan Cüneyt Toraman; “Adil yargılama ilkeleri Müslümanları kapsamıyor mu?” diye sordu. Toraman, “Adil yargılama ilkesi, bütün sanıklar için eşit olarak uygulandığında, o ülkede adaletten söz edebiliriz. Ancak son dönemde, sanıklar arasında ayırım yapılmakta, her davada rastlanabilecek basit hatalar ‘yeniden yargılama’ sebebi yapılırken, hukuk cinayetine maruz kalanlar hapiste yatmaya devam etmektedir” dedi.

AYM, DAVALARA BIRAKIN BAKMAYI DAHA USULDEN REDDEDİYOR
Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Ofisi’nden Mahmut Kar ise, “Anayasa Mahkemesi’nin Hizb-ut Tahrir davalarına bırakın bakmayı daha usulden reddediyor. Bu da devletin Müslümanlara yönelik ‘düşman algısı’nın iktidara kim gelirse gelsin değişmediğini göstermektedir” ifadelerini kullandı. Mahmut Kar, şunları söyledi: “Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 19 Nisan 2004 tarihinde aldığı ictihadi kararında gerekçe olarak; ‘Şimdiye kadar cebir ve şiddete başvurmamıştır. Ancak Raşid-i Hilafet Devleti’nin ihdasından sonra Hıristiyan devletlerini cihad yolu ile kurulan Hilafet Devleti’ne dâhil etmek amacıyla silahlı mücadelenin başlayacağı amaç edinildiği anlaşılmıştır’ deniliyor. Henüz gerçekleşmeyen bir fiilden ve tamamen niyet okuyarak verilen bu kepazeliğe Türkiye’de ‘hukuk’ diyorlar.

Laik Türkiye Cumhuriyet Devletinin, Kur’an Müslümanlarına düşman ve ayırımcı olmadığını kim iddia edebilir? Kim, Türkiye’nin vahyedilen doğrultuda Müslüman bir ülke olduğunu iddia edebilir? Kim, Türkiye’de hak ve adaletin olabildiğini iddia edebilir? Kim, hukukun her düşünce ve inanca eşit davrandığını iddia edebilir? Hangi yargı maddi delillerle göre değil de kalbin içinde saklı olan faraziyelere göre karar verebilir? Düşünce ve inancından dolayı vatandaşını potansiyel düşman addeden bir devlet, önyargılarla karar veren bir yargı, adil olabilir mi? 

 “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendini, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır. “ Nisa 135

Hiç yorum yok: