10 Mayıs 2014 Cumartesi

Sözde Müslüman ama mutsuz ve umutsuz Türkiye!

“Türkiye’de ben dâhil Allah’ın emrettiği Müslümanlığın olmadığını” ifade etmiş, birçok cenabın tepkisiyle karşılaşarak eleştirilerin ardı arkası kesilmemişti.

Oysa Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD),  hazırladığı “mutlulukla ilgili raporuna göre; Türkiye, neden 36 sanayileşmiş ülke arasında sonuncu oldu? En mutlu ülkeler listesinin ilk üç sırasını Avustralya, Norveç ve İsveç paylaşırken; neden Müslüman Türkiye dibe vurdu?
İnanç ve imanın tartışılmaz gereği beterin daha beteri olduğu itikadıyla her haline şükretmesi ve Rabbinin takdirine isyan etmeyip sabrıyla memnuniyetsizlik duymaması gereken Müslüman, nasıl oluyor da mutsuz ve umutsuz olabiliyor
Sözde değil özde Müslüman bir insan, kul olduğuna tumturaklı iman etmesi akabinde yaşamı boyunca sahip olduğu olumlu veya olumsuz, fiziki yahut duygusal her türlü oluşumun Rabbinden geldiğine inanır; mülkünde sandığı şeylerin sahibi değil emanetçisi olduğunu bilir; ruhuna ve bedenine sahip değilken eşi, çocukları, çalışanı, arkadaşı, malı, ülkesi veya halkı gibi birçok varlığı sahiplenmeye kalkışmaz; Allah’tan gelen ne kadar dehşetli olsa da asla şikâyet etmez; kayıp veya kazancın, başarı ya da başarısızlığın Allah’tan olduğuna inanır; yoksulluk veya zenginliğin, güzellik yahut çirkinliğin, sağlık ya da hastalığın, gücün veya zayıflığın, mutluluk ya da sıkıntının tıpkı yaşamla ölüm gibi Allah’ın takdirinde olduğunu bilir; kendisi gibi mülkün, bedenin ve ruhun ebedi sahibinin Allah olduğuna iman etmesi her türlü kıskançlığı, hasedi, isyanı, çıkarcı zehri ve tetiklediği tüm kötü his ve düşüncelerden arınmasıyla mutlak bir refahla yaşar.

Neden Müslüman olmayan ülkeler gelişip zenginleşmekte, refah düzeyleri artmakta, halkları mutlu olabilmekte, umutlarını yitirmemekte, Müslüman toplumların aksine belâlardan uzak kalabilmektedirler?
“Musa dedi ki: Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun ve kavmine dünya hayatında zinet ve nice mallar verdin. Ey Rabbimiz! (Onlara bu nimetleri), insanları senin yolundan saptırsınlar ve elem verici cezayı görünceye kadar iman etmesinler, diye mi (verdin)? Ey Rabbimiz! Onların mallarını yok et, kalplerine sıkıntı ver (ki iman etsinler). “ Yunus 88
“Şayet insanların küfürde birleşmiş bir tek ümmet olması (tehlikesi) bulunmasaydı, Rahman'ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık.  Evlerinin kapılarını ve üzerine yaslanacakları koltukları da (hep gümüşten yapardık). Zuhruf 33-34
(Ey Muhammed!) Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatında onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor.” Tevbe 55
Mutluluğu Allah’ta aramak, mutluluğu ve sıkıntıyı verene sığınmaktır. Nefiste aramak ise cinsellikte birkaç saniye ya da geçici dünyada birkaç saat süren bir tatmin gibidir ki, muhakeme edebilen bir insanın sonu ebedi hüsran olacak bir mutluluğa razı olabilmesi mümkün değildir.
Mutluluk ekonomik bir saadet,  sağlıklı bir hayat, belâdan arınmış bir yaşam ve dilediklerine kavuşmak ise; soğan-ekmekle karınlarını doyuranların mutluluktan aldıkları pirzola tadıyla, pirzola yiyenlerin mutsuzluktan soğan-ekmeğin dahi tadını alamamalarına ne demeli? Yoksulken mutlu olanlar ile zenginken sıkıntıdan intihar edenlere ne demeli? Sağlık gibi bir hazineye sahip olmalarına rağmen kendilerini dert batağında hissedenler ile binbir türlü hastalıkla mücadele edenlerin “beterin daha beteri var” sabırlarına ne demeli? Sarp ve sağlam kaleler misali her türlü beladan uzak yaşayanların çektikleri çileler ile bir an olsun beladan kurtulamayarak cehennem misali olayların içinde yaşayanların şükürlerine ne demeli? Diledikleri tüm arzulara kavuşarak kendilerini arşta sananların başlarına gelen sıkıntılar ve umutsuzlukları ile dilekleri hiçbir şeye ulaşamayanların mutlulukları ve umutlarına ne demeli?  
“Her kim Allah'a ve Resulüne itaat eder, Allah'a saygı duyar ve O'ndan sakınırsa, işte asıl bunlar mutluluğa erenlerdir.” Nur 52
İşte insan; nefsanî arzulara, kadın ve erkeklere, oğullara, servete, iktidara,  paralara, altınlara, gösterişe, şöhrete, itibara, övülmeye ve benliğince olumlu ne varsa çok düşkündür ve nefsi hiçbir şey yoktur ki çekici bulmasın! Ancak bunların dünya hayatının geçici menfaatler olduğunu hesap edemediğinden sürekli başkalarına imrenir, neden onlar gibi olamıyoruz diyerek hayıflanırlar. Oysa varılacak en güzel yerin Allah’ın katı olduğunu bir kestirebilseler; yaşadığı dünyanın en yoksulu, en pejmürdesi, en hastalıklısı, en çilekeşi, en sıradanı olmayı isterler!
Yaratıcısı Allah’a iman etmiş bir Müslüman mutsuz olabilir mi; geleceğiyle ilgili umutsuzluk besleyebilir mi; mutluluğun ve umudun anahtarı Allah olduğuna göre kaygı duyabilir mi; başkasında olup da kendinde olmayışına isyan edebilir mi; Müslüman olmasının şerefini geçici dünya nimetlerine peşkeş çekebilir mi; neden diye sorabilir mi; Allah’ın takdir ettiği menfi yahut müspet paylaşımından şikâyet edebilir mi; mutluluğu madde de, umudu beşer de arayabilirler mi; ahiretini değil dünyasını elem edinebilir mi; ne olursa olsun sahip olduklarının hiçbirini yanında götüremeyeceği mezarı için telaşa kapılabilir mi?
Makedonya Kralı İskender, yolu üzerinde geçtiği her kasaba ve ülkelerde tanrı misali sevinç ve coşkuyla karşılanır ve kendisine minnet gösterildi. Bir gün, seferden dönerken bir kasabadan geçiyor ve halk, aynı tazimde bulunuyordu. Lakin üstü başı yırtık ve bir duvarın dibinde oturan bir pejmürde hiç oralı olmuyor, ne İskender’in ne de ordusunun varlığıyla alakadardı. Bu kişi, İskender’in dikkatini çekmiş ve atını üzerine sürerek; “Ey bre gafil; ben ki dünya kralı İskender, sen ise sefil bir mahlûksun! Bu nasıl bir umursamazlıktır ki, sanki benden üstün ve kuvvetliymişsin gibi oralı olmuyorsun” diye azarlamış. O pejmürde de; “Ey İskender; bir zaman önce burada senin gibi herkesin saygı duyup diz çöktüğü bir kral, benim gibi herkesin dalga geçtiği, aşağıladığı, dışladığı, hor ve hakir gördüğü bir sefil vardı. Günün birinde her ikisi de öldü, bir müddet sonra her ikisinin mezarlarına giderek topraklarını kaldırdığımda hangisinin kral, hangisinin sefil olduğunu anlayamadım” yanıtını verince, İskender tek bir söz söylemeden boynu bükük oradan ayrıldı.
“Kim, (yalnız) dünya hayatını ve zinetini istemekte ise, işlerinin karşılığını orada onlara tam olarak veririz ve orada onlar hiçbir zarara uğratılmazlar. İşte onlar, ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir şeyleri olmayan kimselerdir; (dünyada) yaptıkları da boşa gitmiştir; yapmakta oldukları şeyler (zaten) batıldır. Hud 15-16
“Her kim bu çarçabuk geçen dünyayı dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonra da onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız.” İsra 18
(Ey müminler! ) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır. “ Bakara 214

(Resulüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.” Al-i İmran 26

Hiç yorum yok: