28 Mayıs 2014 Çarşamba

Cepheleşme, kutuplaşma ya da kamplaşma bir hükümdür!



Allah, insanoğlunu yaratmasıyla birlikte şeytanı cennetten kovup kötülüğün elçisi kılmakla iyi ve kötü safları ayırmış; Allah’ın hükümlerine boyun eğip kulluk edenleri iyi, nefsine yani şeytana uyarak asi olanları ise kötü olmakla yaftalayıp; hak ile batılın, birlik ve beraberlik içinde olmalarını yasaklamıştır.

Allah’ın yüce ve tek dini İslam, ne ırkçılığı ne vatandaşlığı ne mantığı ne hümanizmi ne milliyetçiliği ne de ulusalcılığı kabul eder; dininin yeryüzünde egemen kılınarak hak ve adaletin inşası için kötüye yani batıla karşı mücadeleyi emreder. Dolaysıyla İslam; sorgu, tartışma, yorum ya da batıl temelde uzlaşma dini değil teslimiyettir. 

Ancak barış, çıkar ve hümanistlik gerekçesiyle küresel bir birlikteliğin yapısı için her ne kadar çatısal bir bütünlüğün inşasına çalışılsa da, ruhların ve Mutlak İrade’nin denetim altına alınamaması, çatının düşünceden pratiğe geçmesini engellemektedir.

Bir aile hatta bir arkadaş grubunda dahi düşünce, inanç ve bakış temelinde kutuplaşma mevcut iken, birbirlerine tamamen zıt fikir ve din sahiplerinin birlik ve beraberlik içinde olabilmeleri kesinlikle mümkün değildir. Çünkü kadersi fıtrat, düalite gereği izin vermez!

Doğru-yanlış, hak-batıl, helal-haram, meşru-gayrimeşru, özgürlük-kulluk bazında mutabakat sağlayamamış toplumların kamplaşmaması varlığın tabiatına aykırıdır. Hele Allah için yaratıldıklarına iman etmiş Müslümanların, kendi dinlerinden olmayanları kardeş kabul edebilmesi vahiy gereği haramdır ve apaçık bir küfürdür.

“Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah'adır.” Al-i İmran 28

Cepheleşme, kutuplaşma ya da kamplaşma; hakkın yahut batılın saf seçimi doğrultusunda kaçınılmazdır. Zaten olmaması düalitenin sonu olur! Farklı düşünce ve inançtaki insanlara tahammül ederek hoşgörü, barış, hak ve adalet temelinde bir arada yaşamak ayrıdır. Nasıl ki dünyada tek ırk, tek din, tek millet, tek devlet ve tek vatan olarak birlik ve bütünlük tesis edilemiyorsa, bir ülke içinde de başarılamaz. Ama politika dünyası, bir şeyi olduğu ya da fıtratı gibi kabullenerek adalet çerçevesinde dengeyi kurmak yerine, büsbütün çözümsüzlüğe götürerek gizliden gizliye ütopik bir tanrısallığı oynamaktadır.     

“Problemi yaratan beyinle problemi çözmek mümkün olmaz.” A. Einstein

Örneğin ben bir Müslüman’ım! Nasıl olur da ateistle, hıristiyanla, yahudiyle, budistle, laikle, kemalistle, sosyalistle, liberalle, zerdüştle, aleviyle, ırkçıyla kardeş olabilirim? Nasıl olur da aynı düşünce ve inancı paylaşıyormuşum gibi birlik ve beraberliği sindirebilirim? Nasıl olur da ruh ve beden misali bir bütünlüğü kabul edebilirim?

Nasıl ki devletler, ülkeler ve milletler başkalarıyla aralarına hudut çekerek bağımsızlıklarını ortaya koymuşlar ise, her düşünce ve inanç sahibi de bağımsızdır ve zoraki dayatmayla tek saf ve çatı altında bütünleştirilemezler.

Dolayısıyla ne müminler müminleri bırakıp kâfirleri dost edinerek kardeşliği kabul edebilir, ne de kâfirler müminleri dost edinerek kardeş kabul edebilir!

Ki, farklı düşünce ve inançlara düşmanlığın en şiddetlisi Türkiye’de mevcut olup, sırf İslami imaj ve kıyafetlerinden dolayı vahye iman etmiş Müslümanlar hasımlarmış gibi aşağılanıyor, itilip kakılıyor ve her yerden dışlanıyorlar. Her ne kadar yasalarla güvence altına alınmışlar ise de kalplerdeki kin ve nefret, seçtikleri hükümeti dahi tehdit etmektedir.  Sonra da cepheleşmeyelim, kutuplaşmayalım ve kamplaşmayalım diyerek, hümanist ve uyruk maskesiyle sözde kardeşlik, birlik ve beraberlik gösterisi yaparlar.

Yok böyle bir şey! Zaten Müslümanlar, Allah’ın musallat ettiği cinsel şeytanın vesveselerine ve hilelerine aldanarak imanlarını yitiriyorlar; birde insansal şeytanlara kanarak dinlerini kaybedemezler.

Bakın! Mısır’da, halkın seçtiği Müslüman iktidara askeri darbe yapılıyor, haçlı-siyonist batı darbecilere destek verip yardımda sınır tanımıyorlar; Tayland’da halkın seçtiği hükümete askeri darbe yapılıyor, haçlı-siyonist batı karşı çıkıp yardımlarını kesiyor! Dolayısıyla vahye iman etmiş Müslüman isen, seküler dünyaca ne insan görünüyor ne de iktidarın kabul ediliyor!

Evet! Allah’ın emrettiği safta olan bir Müslüman olarak, tabiiyeti neresi olursa olsun vahye iman etmişlerin yanında olup, Müslüman olmayanlarla birlik ve beraberlik içinde olamam, dost edinemem, kardeşlik yapamam ama Rabbimin hükmü gereği saldırmadıkları müddetçe barış ve hoşgörü içinde tahammül eder, insani ihtiyaçları durumunda yardımdan kaçınmam. Dolayısıyla benim kardeşim ve dostum, ancak Allah’ın dost tuttuklarıdır.

“Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tağuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.” Bakara 257
  
“Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin; (bunu yaparak) Allah'a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?” Nisa 144

“Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” Bakara 120

“Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” Maide 51

Hiç yorum yok: