23 Mayıs 2014 Cuma

İşte hayat; tedbir mi, takdir mi?



Siyasetçisinden ilahiyatçısına, bilim adamından askerine, iş adamından işçisine, evdekinden sokaktakine kadar herkes konuşuyor ve tartışıyor ama yaşananla değil mantıksal teorilerle sonuç çıkarıyorlar.  Böylece çelişki, tutarsızlık, taht ve irade savaşı ya doğrudan ya da dolaylı olarak sürdülüyor! 

Kimi diyor, tedbirini al takdiri kadere bırak; kimi diyor, tedbir almakla her olumsuzluğu üstesinden gelirsin; kimi diyor, tedbir de kaderin bir gereği olduğundan insanın iradesiyle yapabileceği bir şey yoktur; kimi diyor, herkes kendi kaderini çizer; kimi diyor, tedbir kaderi engeller gibi birçok farklı iddialar, yorumlar, dinsel bakışlar, mantıksal açılımlar ve bilimsel kuramlar…
   
Oysa her hayat, okunabildiği takdirde yaşamdaki ruhi ve fiziki gerçekleri kanıtlayıcı tecrübelere vakıftır. Lakin insan, kendi hayatını irdeleyerek çözme yerine hep başkalarının hayatlarına merak duymasından öykü, roman ve sinemalara itibar eder. Ne yazık ki oralarda geçeni de sorgulayarak muhakeme edemez.

İngiliz bir aile, yaz tatili için İskoçya’nın uçsuz bucaksız orman köylerinden birine gider. Bunlar, tek çocukları olan aristokrat bir İngiliz ailesidir. Köyün dayanılmaz çekiciliği ailenin genç çocuğunu cezp eder. Her yeri rengârenk eşsiz kokulu çiçekler, birbirlerine nazire yapan bitki ve ağaçlar genci o kadar büyülemişti ki, bilmediği bir yer olmasına rağmen tek başına dolaşmaya çıkar. Gezer, gezer ve ağaçlar arasında çok çekici bir su birikintisi bulur. Lakin o su birikintisi, yemyeşil bataklık bir gölcüktür. Hiç düşünmeden, kimseye sorma ihtiyacı duymadan ve tedbir almadan kendini suya bırakır ama az sonra olacaklardan habersizdir.

Ne tedbir almış ne ailesi nerede olduğunu biliyor ne de yardım edebilecek kimse yanında bulunmaktaydı. Suya atlamasıyla hem bacağına kramp girmiş hem de çırpındıkça bataklık tarafından aşağı doğru çekilmeye başlamıştı. Böylece korku ve dayanılmaz acılarla ölümle karşı karşıya kalmış ve canhıraş feryatlar savurarak; “İmdat, İmdat” diye bağırmasıyla ormanın sessizliğini deliyor, hayvanları ve böcekleri dahi kaçırtıyordu.  

Bir müddet sonra, az ilerideki bir çiftlikten sesi duyulmuş ve yoksul bir çiftçi gelerek, kendisini bataklıktan çıkartmak suretiyle hayatının kurtulmasına vesile olmuştu. Oysa hiçbir tedbir almadan ıssız bir yerde bataklığa saplanmış, üstelik bacağına kramp girmiş bir gencin kurtulabilmesi söz konusu değildi. Ya o çifti, o anda çiftlikte değil de başka bir yerde olsaydı, ya sesini duymasaydı, ya zamanında yetişemeseydi, ya da sese kulak vermeyip umursamasaydı! Şüphesiz eceli gelmiş olsaydı o çiftçinin yardıma koşabilmesi mümkün değildi.

Düşünebiliyor musunuz; dünya, öylesi gizemli olayların baş gösterdiği bir sahnedir ki, insan, şehrin merkezinde ve kalabalığın ortasında yardım bulamayarak ölebilirken, ıssız bir ormanda yardım alarak hayatta kalabiliyor!

İngiliz baba, oğlunu mutlak bir ölümden kurtaran köylüyü ziyaret eder. İngiliz baba, çiftçiye; “Oğlumu kurtardınız, size bunun karşılığını vermek istiyorum” der. Yoksul ve onurlu çiftçi; “Kabul etmem!” diyerek ödülü geri çevirir. Tam bu sırada kapının aralığından çiftçinin küçük oğlu görülür. İngiliz baba; “Bu senin oğlun mu” diye sorar. Çiftçi gururla “Evet” der. İngiliz, “Gel seninle bir anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver, iyi bir eğitim almasını sağlayayım. Eğer karakteri babasına benziyorsa ilerde gurur duyacağın bir kişi olur” der. Çiftçi de kabul ederek oğlunun eğitim alması için İngiliz’e teslim eder.

Aradan geçen uzun yılların ardından bataklıkta ölmek üzereyken son anda kurtarılan İngiliz aristokratın oğlu Winston Churchill, İngiltere Başbakanı; yoksul çiftçinin oğlu ise, dünyaca tanınan ve penisilini keşfeden ünlü bilim adamı Alexander Fleming’dir.

Mutlak iradenin yazgısı devam eder. 1945 yılının bir kış günü, İngiltere Başbakanı Sir Winston Churchil, Afrika’ya yaptığı bir ziyaret sırasında amansız bir hastalığa yakalanır. Bu, zamanın vebası olan zatürreedir ve henüz tedavisi yoktur. Ancak İngiltere de deney aşamasında olan bir ilacın bu hastalığı tedavi ettiği Churchill’e söylenir.

Başbakan Churchill, hastalığından dolayı öylesine ağırlaşmıştır ki, yine ölmek üzeredir ve sayılı dakikaları kalmıştır. Hemen ilacın mucidi olan Alexander Flemming, uçakla Afrika’ya getirtilir ve can çekişmekte olan yaşlı Başbakan Churchill’e ilacı uygulayarak ölmek üzere olduğu hasta yatağından kalkmasına vesile olur.

İskoçya’nın uçsuz bucaksız bir köyün bataklığında başlayan Churchill ve Flemming’in tanışması, birlikteliği ve gelişen olaylar; rastgele mi, tesadüf mü, akıl mı, tedbir mi, kader midir?

Bu öylesine programlanmış bir senaryo ki, şüphesiz yaratıcı Allah’ın yazgısından başka bir şey olamaz! Ortaya çıkan başka bir gerçekte; sürekli tartışılan tedbirin kişinin veya devletin iradesiyle değil kaderin yazgısıyla alınmasıydı.

Yoksul bir köylü olan çiftçinin oğlu Sir Alexander Flemming, keşfettiği Penisilin ile Winston Churchil’in hayatının kurtulmasına yine son nefesinde ikinci kez aracılık eder. Sonuçta Churchill, atlattığı onca badirelere rağmen gelen ecelinden kurtulamayarak 1965 yılında 91 yaşındayken inmeden öldü. Ki, öldüğü zaman sağlığıyla ilgili her türlü olanaklar yanı başında ve doktorlarının gözetimindeydi!  

Böylesi gerçek bir senaryoyu kurgulayabilecek; eksiksiz, hatasız ve kusursuz oynatabilecek Etkin bir Aklın ve Mutlak bir İrade’nin yaratıcıdan başkasına ait olabilmesi mümkün müdür? Öyleyse tartışılan nedir?

Eğer kurtulacaksan, tıpkı Churchill gibi ormanın ıssız derinliklerinde bir bataklığa da saplanmış veya Afrika’nın bir ucunda ölümüne beş kala iniltiler içinde kıvranmış olsan da Yaratıcı, aracı kılacağı vasıtaları sana ulaştırır; eğer ölümcül ve çaresiz bir hastalığa yakalanmışsan bile o hastalığı tedavi edecek keşfi dahi aynı anda yaptırtarak bir müddet daha hayatta kalmanı sağlar. Her şey bir şeye bağlı gelişir, ona göre lehte ya da aleyhte sebepler yaratılarak sonuca gidilir. Çünkü öncesinden yazılmış “o kitap” ne hüküm vermiş ise, onun dışına çıkabilmek mümkün değildir.

Soma’daki ya da meydana gelen diğer bireysel yahut toplumsal ölüm ve felaketlerin bu olaydan hiçbir farkı yoktur. Yazgısına göre kimi kurtulur, kimi yaralanır, kimi sakat kalır, kimi bitkisel hayat yaşar, kimi de ölür! Buna sen değil, seni yaratan karar verir!

(Resulüm!) De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir.” Ahzab 16 

Hiç yorum yok: