27 Eylül 2013 Cuma

Gerçekle yüzleşmek için ölümü bekleme!

Çünkü geri dönüşün mümkün olmadığı gibi son andaki tövbende işe yaramayacaktır.

(Kötülere) uyanlar şöyle derler: Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar. “ Bakara 167

İnsanoğlunun büyük bir çoğunluğu her ne kadar vahyi ve tarihi bilgilere haiz olup yaşadıkları tecrübelerle de gerçekle karşı karşıya iseler de,  nefislerinin dürtüsüyle kalplerinde taşıdıkları şüphe ve tereddütler ile dünya sevgisinin ağır basarak Allah’ın haksızlık yapabileceği çekinceleri, inandıklarını iddia ettikleri Allah’a karşı tumturaklı güvenememelerine neden olmaktadır.

Aslında kanıt olarak gerçekle yüzleşmek için ölüm sonrasına gerek olmayıp, imanla okunabildiği takdirde atılan adımın, dokunan elin, işiten kulağın ve gören gözünde, öncesinde tartışılmaz delillere sahip olduğu muhakkaktır. Ancak ebedi ahiret hayatına karşı şeytanın vesveseleri ne akıldan ne de kalpten sökülüp atılabilmekte; dolayısıyla inanıldığı gibi iman edilemediğinden Allah’a ortak koşulmaktadır.
 
Hz. Musa (a.s)’ın hayatını birçok insan, ya aynı yahut benzer bir doğrultuda tecrübe etmiştir. Peygamber olamamaları ya da mucizeler gösterememeleri farklı, yaratıcı kudretinin anlaşılması açısından başlarından geçen olaylar benzerdir.

Aslında hem yaşadığınız dünyadaki tecrübeleriniz hem de Hz. Musa (a.s)’nın hayatı her ne kadar kanıt ise de, yinede tumturaklı yaratıcımıza teslim olamıyoruz. Unutmayınız ki, firavun, kâhinlerinden kendisini öldürecek ve iktidarlığını sona erdirecek Hz. Musa’nın doğumu sırasında tüm bebekleri öldürmüş ve tek bir bebek sağ bırakmamıştı. Maddi olarak o bebeğin hiçbir güvencesi olmadığı gibi bir sepetin içinde nehre terk edilmiş ama Allah, Hz. Musa’yı koruyup firavunun sarayında büyüttürerek nasıl firavunu yok ettirmiş ise, sizlerde düşmanlarınıza karşı galebe çalmanızda hiçbir mani yoktur. Çünkü sizlerin maddi bir güce değil imana gereksimi vardır. O gün ki Allah bugün de kudretini sürdürüyor ise, korkunuzun ve boyun eğmenizin bir gerekçesi olabilir mi?

Firavun, yeryüzü halkının en azgını, Allah’tan en uzak olanı ve kendisini tanrı ilan eden biriydi. Ancak firavun’un inkârcı olması karısına zarar verememişti. Çünkü her kişi, kendi günahından sorumluydu. Karısının Allah’a iman ettiğini öğrenen firavun, karısını güneş altında kazıklara bağlayarak işkence yaptı. Firavun, onun yanından uzaklaşınca melekler kanatlarıyla onu gölgeler ve o, cennetteki evini görürdü. Firavun, adamlarına bulabildikleri en büyük kayayı almalarını ve karısının hâlâ Allah’a iman konusunda ısrarını sürdürüyorsa üzerine atmalarını, eğer sözünden dönerse onu karısı olarak tekrar kabulleneceğini söylemelerini emretti. Ancak karısı, tehditlere aldırış etmiyor ve firavundan korkmuyordu. Yanına geldiklerinde o, gözünü göğe doğru yükseltince, kendisine cennetteki köşkü gösterildi ve Allah, onun ruhunu çekip aldıktan sonra ruhsuz cesedine kaya atmışlardı. Oysa günümüzün sözde Müslümanları, bırakın ölümle karşı karşıya gelmeyi, basit bir çıkar için dahi Allah’ın hükümlerine fiyat etiketi koyabilmektedirler!

“Allah, inananlara da Firavun'un karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti.” Tahrim 11

Kâhinler firavuna, yeni doğacak bir erkek bebek tarafından öldürüleceğini bildirmeleri üzerine; firavun, o gün doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini emreder. Askerler evleri basarak doğan bütün erkek çocukları öldürür. Ancak Hz. Musa’nın annesi, Allah’tan gelen nida üzerine çocuğunu koruyabilmek amacıyla bir sandığa koyarak denize terk eder.

“Musa'yı sandığa koy; sonra onu denize (Nil'e) bırak; deniz onu kıyıya atsın da, benim düşmanım ve onun düşmanı olan biri onu alsın. (Ey Musa! Sevilmen) ve benim nezaretimde yetiştirilmen için sana kendimden sevgi verdim.” Ta-Ha 39  

Akıntıyla Hz. Musa’yı taşıyan sandık, firavun sarayının önünde durur. O sırada denizin kenarında dolaşmakta olan firavun’un karısı, sandıktaki bebeği görünce çok sevinir ve saraya götürerek firavun’u ikna eder. Oysa aynı anda firavun yeni doğmuş tüm bebekleri katlettirirken, Hz. Musa’ya karşı bir sevgi besler.

“Firavun'un karısı (sandık içinden erkek çocuk çıkınca kocasına:) Benim ve senin için göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlat ediniriz, dedi. Halbuki onlar (işin sonunu) sezemiyorlardı.” Kasas 9

O gün, doğan bütün erkek çocuklar öldürülmüş, sadece Hz. Musa sağ kalmıştı. Üstelik firavunu öldürecek ve iktidarını yitirtecek olan çocuğun kendisi tarafından sarayında büyütülmesi, takdirin hiçbir güç tarafından durdurulamayacağı ve değiştirilemeyeceği gerçeğini gözler önüne seriyordu.

Firavunu öldürecek olan Hz. Musa için alınan vahşi önlemler ve işlenen katliamlar dahi Mutlak İrade’nin takdirini engelleyememiş, korkusundan binlerce bebeği katletmesine karşın geriye kalan tek bebeği kendi elleriyle büyütüp sonunu getirtmişti. Kader, herkes gibi firavunun da akıbetini belirlemiş, beşeri tüm güç ve hâkimiyetine rağmen hakkında yazılmış olandan kaçmasına, ordusuyla birlikte Kızıldeniz de boğularak ölmesine mani olamamıştı. Yaratıcı, ibret maksadıyla kâhinlere hissettirmiş ve firavuna duyurtarak tedbir almasına fırsat tanımıştı. Peki, tedbir uğruna binlerce çocuğu katletmesi bir fayda sağlayıp takdiri önlemiş miydi? Bu olay ve benzerleri, yaşamın değişmez gerçekleridir.

Firavun, bütün çocukları öldürtmesine ve aldığı tüm önlemlere karşın Hz. Musa’dan sakınamamış, muhteşem kudreti ve ordusuyla ona mağlup olmuştu. Herhangi bir şeyi bilmek ve ona karşı tedbir alarak fayda temin edilebileceğini sanmak, lehte hiçbir kaçışa imkân sağlamamaktadır. Aksi takdirde ne bir kayıp ne bir zarar ne de bir ölüm gerçekleşirdi. Neticede tedbiri aldıran da tedbiri aştıran da Yaratıcı Allah’tır.
 
Firavun, azametli ve korkutucu ordusuyla Hz. Musa ile İsrailoğullarını yakaladığı bir sırada, Allah’tan gelen bir emirle Hz. Musa asasını Kızıldeniz’e vurdu ve deniz koca bir dağ gibi yarılarak açıldı. Allah, rüzgâra emretti ve rüzgâr yarılan yerlerin toprağını kuruttu. Yollar arasında her bir kavim, diğerlerini görüp de helak olduklarını sanmasın diye sular pencere şeklinde yarıldı.

Hz. Musa ve kavmi yarıktan karşıya geçmişlerdi ki, firavun ve ordusu sahile ulaşmıştı. Denizin yarılıp İsrailoğullarının geçtiğini gören firavun, bir anda korkuya kapılarak gözlerine inanamamış ve durarak geri dönmek istemişti. Koca deniz, nasıl olup da ortadan yarılarak ikiye bölünmüş, Musa ve kavmi karşı tarafa geçebilmişti? Firavun, böyle bir şeyin olamayacağına inanıyor, bunun büyü veya sihir gibi bir gözbağı olabileceğini düşünüyordu. Kesinlikle karşıya geçmemeye kararlıydı. Fakat, artık kaçacak yeri yoktu. Geçip geçmemesi gibi bir seçim hakkı onun özgür sandığı iradesine bağlı değildi. Mutlak İrade’nin hükmü kesin ve uygulanacaktı.

“Bunun üzerine Musa'ya: Asan ile denize vur! diye vahyettik. (Vurunca deniz) derhal yarıldı (on iki yol açıldı), her bölük koca bir dağ gibi oldu.” Şu’ara 63

Firavun, her ne kadar karşıya geçmek istemiyor ve korkuyorsa da, ordusuyla beraber orada boğularak öleceği daha önceden yazılmış olduğundan, bir anda dönüşüme uğrayarak fikrini değiştirip cesaretlenmiş, kumandanlarına ve askerlerine dönerek, “İsrailoğulları denize girip oradan geçmeye bizden daha lâyık değillerdir, onlar geçmişse bizde geçeriz” diyerek hepsi birden ileri atıldı. Yaklaşık yüz elli bin kişilik süvari ordusunun tamamı yarık içinde toplanıp, ilk giren öndekiler yarıktan çıkmaya başlayacakları sırada Allah, suları onların üzerine kapanmasını emretti. Sular üzerlerine kapandıktan sonra bir teki dahi kurtulamadı.

“Nihayet onu da ordularını da yakalayıp denize attık, bu sırada kendini kınayıp duruyordu. “ Zariyat 40

Dalgalar onları bir bir altına almaya başladı. Dalgalar Firavun’un üzerine tam toplanıp boğulacağı sırada, “İsrailoğullarının iman ettiği tanrıya inanıyor ve bir tanrı olmadığımı kabul ediyorum. Artık ben de müminim” dedi. İmanın fayda vermeyeceği bir yerde iman etmesinden dolayı, bu tövbesi Yaratıcı tarafından kabul görmedi.

“Şimdi mi inandın? Daha önce baş kaldırmış ve bozgunculardan olmuştun” Yunus 91

İşte, her insanın mutlaka irili ufaklı yaşadığı hayat budur. Allah, idrak edebilmenizi ve yaşamı okuyabilme yeterliliğini nasip etmiş ise zaten iman etmişsinizdir, yoksa firavunlar misali nefsinizin tutsağında iseniz bu kadar açık kanıtlar dahi ikna için yeterli olmayacaktır. Dolayısıyla Hz. Musa ve firavun’un arasındaki olaylar, bugün içinde güncelliğini sürdürmektedir.

“De ki: "Göklerde ve yerde neler var, bakın (da ibret alın!)" Fakat inanmayan bir topluma deliller ve uyarılar fayda sağlamaz.” Yunus 101


“Yaklaşan gün hususunda onları uyar! Çünkü o onda dehşet içinde yutkunurken yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zalimlerin ne dostu ne de sözü dinlenir şefaatçisi vardır.”  Mü’min 18

Hiç yorum yok: